Cumhuriyet Cehalete Bir Baş Kaldırı

Güncelleme Tarihi:

Cumhuriyet Cehalete Bir Baş Kaldırı
OluÅŸturulma Tarihi: Ekim 29, 2012 16:08

Bir takım köşe yazarları ve bir takım kendisini tarihçi sananları, son otuz kırk senedir, her nedense, bir Osmanlıya toz kondurmama hastalığına yakalanmışlardır.

Haberin Devamı

Onlara göre Osmanlı ne yaptıysa doÄŸru; buna karşın Atatürk Cumhuriyet'i ne yaptı ise yanlıştır. Bu fikir sistematik olarak yerleÅŸtirilmek istenmektedirler. Osmanlının anlı ÅŸanlı tarihi bizim gururumuzdur. Bu gururu Büyük ÅŸair Yahya Kemal Beyatlı ölümsüz mısraları ile zamanların ötesine taşımıştır.Â
Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik;

Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!

                                                            Bizdik, o hücumun bütün aşkıyla kanatlı!
                                                            Bizdik, o sabah ilk atılan safta yüz atlı.
                                                          Â
Bu mısraları okurken tüyleri diken diken olmayan bir Türk olabilir mi? Şimdi sorarım Osmanlı hayranlarına; o bin atlı nerede? Nerede kaptanı-derya Barbaros, top seslerini galata rıhtımından duyabiliyor musunuz? Denize düşen uçağımızı dahi kendimiz çıkaramıyoruz, askerimizin başına çuval geçiriliyor, sadece yutkunuyoruz, bunların hesabını sorabiliyor muyuz? Nerede Balkanların ve Kırımın ve kutsal Mekke'nin ve Yemenin ve Mısırın ve Suriye'nin ve Trablus'un ve Irak'ın ve Belgrat'ın ve Sofya'nın sultanı muhteşem Süleyman? Bu topraklar elimizden birer birer çıkarken Osmanlı ulaması fıkıh ve kelam ile meşgul oluyordu. Bunların nedenlerini düşünmeden tarihçi veya köşe yazarı olunmaz, ancak günlük siyasete yaranmak isteyen, gerçeğe değil güce tapan, taşeron olunur. Koskoca Osmanlı imparatorluğunda milattan önce dördüncü yüzyılda keşfedilmiş Öklid geometrisini bilen veya bir sinüs fonksiyonunun grafiğini çizebilen bilim insanların sayısı neredeyse sıfırdı. Sen gencine bu eğitimi veremezsen, elinden her şeyini alırlar, sende bakakalırsın, Osmanlı işte bu nedenle baka kaldı.

Kimi tarihçiler Osmanlı imparatorluğunun çöküşünü,  ticaretin Akdeniz’i terk edilişine bağlar. Yani Osmanlıya kusur bulmak istemezler, akıllarınca. Rönesans'ın başladığı İtalya, sanki onlara göre, Akdeniz ülkesi değil. Koskoca cihan imparatorluğu çökerten olay İtalya'ya veya Fransa'ya dokunmuyor ama Osmanlıyı çökertiyor. Böyle bir akıl yürütme olabilir mi?  Ticaretin Akdeniz’i terk ediş bir neden değil bir sonuçtur. Osmanlı imparatorluğunun çöküşünün temel nedeni,  bilim özürlü oluşudur. Avrupa'da meydana gelen entelektüel gelişmeleri fark edemeyişidir. Aydınlanma mantığını kavrayamayışıdır, Cumhuriyet ise aydınlanma mantığı üzerine kurgulanmıştır, ona sahip çıkmaktan başka bir yol yoktur. İmparatorluğun çöküşünü, Sayın Taha Akyol gibi Fernand Braudel'e atıf yaparak, ticaretin Akdeniz kıyılarından okyanuslara açılmasına bağlamak tarihi yanlış okumak demektir. Tarih yaşandığı gibidir, o yaşayış o şekilde olması gerektiği için öyle yaşanmıştır. O gerekliliği doğuran neden bilimsel düşünememektir.

Ünlü Amerikalı tarihçi ve filozof William James Durant'ın 1935 ve 1975 yılları arasında yayınladığı on bir ciltlik medeniyetin öyküsü  'The Story Of Civilation' adlı muhteşem eserinin üçüncü cildi, İnanç Yıllarını 'Age of Faith'  anlatır.  Bu cilt Reform hareketinin sosyolojisini konu alır. Reform, aklın baskıcı Katolik kilise otoritesine başkaldırı hareketidir. Kilise hiyerarşisini ve kurallarını ret etmektir, inançta özgürlük talebidir. Akdeniz Ticareti ile hiç ilgisi yoktur. Hümanizmanın ve bireyselciliğin yani insan olma değerinin bilinçlenmesidir, din adamı buyurganlığına sınır getirmektir, Rönesanssın yani seküler düşüncenin başlangıç noktasıdır. Tarihin ilk hümanistlerini Anadolu toprakları yetiştirmesine rağmen, Osmanlı bu bilinci anlayamamıştır, onun için birey değil, tebaa vardır. Aynı eserin akıl yılları 'The Age of Reason' başlığı ile yayınlanan diğer ciltlerinde Avrupa'nın aklını keşfetmesi anlatılır. Osmanlı bu mantığa da yabancı kalmıştır. Okyanuslara açılamayışının nedeni,  yeterli sayıda ve kalitede bilim insanı ve mühendise sahip olmayışıdır, nedeni bu eksiklikte aramak gerekir. 1538 de tüm Hıristiyan donanmalarını Preveze de yakan güç, 1543 de Copernicus’u, Galileo’yu, Newton’nu, Kepler’i anlamadığından cihan imparatorluğu elimizden kayıp gitmiştir
Mühendishaneyi Bedri Hümayun, yani İstanbul teknik üniversitesi Amerika kıtasının keşfinden yaklaşık üç yüz sene sonra kurulmuştur. Matbaanın geç gelişi gibi. Suçu açık denizlere çıkamamakta değil, çıkamayışın nedenlerinde aramalıyız. Günümüzde ise tarihten ders almak yerine bilgiyi ve kaliteyi aşağılayan bir davranış sergilenmektedir. Sanat eserlerine ucube diyen siyaset, Fazıl Say' gibi uluslar arası üne sahip bir virtüöz besteciyi itibarsızlaştırmakta adeta ülkeden kovmaktadır. Cumhuriyet Türkiye'sinin en önemli kazanımı aydınlanma mantığı üzerinde kara bulutlar dolaşmaktadır.

Dini duyarlılığını kimliğinin önemli bir parçası haline getirmiş, Nobel ödüllü ünlü teorik fizikçi Abdus Selam (Ideals And Realities, World Scientific-1984) adlı kitabında sadece Osmanlı imparatorluğunun değil tüm İslam dünyasının geri kalmışlığını, temel ve uygulamalı bilimlerdeki  (Fizik, kimya, biyoloji, matematik ve mühendislik, tıp)  eksikliğine bağlar. Rahmetli Abdus Salam ile Feza Gürsey’in, ODTÜ ve Trieste teorik fizik merkezinde yaptıkları sohbetlere şahit olmuşumdur. Onlardan çok şey öğrendim. Prof. A.Salam,  ortaçağda gelişmişliğin ölçüsü olarak yapı sanatını kabul eder.16’ıncı yüzyılda aynı yıllarda inşa edilmiş üç mimari yapıyı örnek olarak ele alır: Kent Katedrali, Süleymaniye camii ve Tac Mahal. Prof. Salam konuşmasını şöyle sürdürür: demek ki 16 yüzyılda Osmanlı imparatorluğu, İngiltere ve Hindistan aynı uygarlık seviyede idi. Aradan geçen dört yüzyıl içinde ne oldu da batı gelişti İslamiyet yerinde saydı? Sorusunu bizden yanıt bulmamız isterdi. Ben de ömrüm boyunca matematik ve fiziğin yanında bu sorununun yanıtını aradım.

Ticaret yollarının değişmesi, açık denizler açılma, yeni ticaret yolların keşfi veya haçlı seferleri gibi tarihsel olayların toplumsal gelişmenin tek nedeni olarak gösterilmesi, kanımca sosyal gelişim dinamiklerini eksik okumak demektir. Şüphesiz ki ticaret kentleşmeyi ve burjuva kültürünü, bir başka değişle bilimin etki alanını genişletir.  Ona bir itiraz mümkün değildir. Açık denizlerde güvenilir ticaret, ünlü Fransız Matematikçi Poincare’nin yerküreyi her noktasını adresleyen haritaları ile mümkün olmuştur. Bu gelişmenin temelinde ciddi bir geometri bilgisi yatar.(bkz Einstein’s Clock, Poincare’s Maps, Empires of Time,  W.W. Norton 2003, Peter Galison). 19’uncu yüzyılın en önemli problemi, boylamlar ve topografya arasındaki bağıntıları kurmak ve Atlantik okyanusunun iki yakasında zamanı senkronize etmektir.  Ecole Polytechnique’in ünlü matematikçisi Poincare bu problemi çözmüştür. Zaman bilgisi öğlesine ekonomik bir değer haline gelmiştir ki bazı ABD şirketleri saat ayarını dahi satışa sunmuşlardır. 1877 de ünlü Harvard üniversitesi gözlemevi saat ayarı bilgisini Boston civarında pazarlayarak çok ciddi paralar kazanmıştır. Toplum bizdeki gibi Piri reis efsanesine takılmamış, bilimi kendilerine yol gösterici alıp haritalarını çizmişler,  zamanı dakik ölçebilmişler ve okyanuslara açılabilmişlerdir. Kanımca okyanuslara açılma bir sonuçtur.

Ülkemizin acıklı durumu bu günde sürmektedir. Slicon vadisi dijital teknolojiyi üretip ekonomik değere dönüştürürken, bizler sadece müşteri rolünü oynamaktayız. Onların yaptıkları yongaları değil işlemcileri alarak bilgisayar üretmekteyiz. Litografi bilmediğimiz için yonga üretmeyi, bir güneş pili yapmayı dahi beceremiyoruz. Hep ithal ediyoruz. Bunu da marifet sanıyoruz. Nükleer güç reaktörünü Rusya’dan veya Japonya’dan almayı ben bir fizikçi olarak içime sindiremiyorum.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!