Çamlıca Camii, Yaratıcılık Güzel Sanatlar

Güncelleme Tarihi:

Çamlıca Camii, Yaratıcılık Güzel Sanatlar
Oluşturulma Tarihi: Kasım 29, 2012 10:01

Sanat nedir diye, çok sayıda insana rastgele sorsanız çoğunluğun aklına önce resim gelir ve geçmişin ünlü tablolarından aklında kalanlar ile sorunuzu yanıtlamaya çalışır. Göz, çevre ile olan ilişkilerinde fizyolojik olarak, kulaktan daha duyarlıdır.

İnsan görerek daha kolay anlar ve daha kolay değerlendirir. Küçücük bir çocuk bile çevresi ile ilk masum ilişkilerini, güzel resim yapanı diğerlerinden ayırarak kurar. Ufacık parmakları ile özenerek bir şeyler çizmeye çalışır onlara anlamlar yükler ve zamanla bilincine güzel resim kavramı kazınır. Yetişkinlik çağında, örneğin tüm zamanların en ünlü tablosu Mono Lisa'ya veya benzerlerine bakarken, farkında olmadan çocuk bilincinde oluşan güzelliğin evrimselleşmiş şeklini değer yargılarına yansıtır. Beğenir veya beğenmez.

 Mağara duvarlarına, korkularının ve tanrılarının resimlerini çizen ilk ressamlar, insan doğasındaki yaratıcılık tutkusunun tıkandığını fark edince, korkunun ve inancın sanatı üzerinde kurduğu egemenliğe son verivermiş, bir süre sonra meraklarının resimlerini çizmeye başlamışlardır. Bu sanattaki dinamiğin ilk dışa vurumudur. Babil kulesinde kâhinlerinin gezegen hareketlerini belirleyerek zamanı tabletlere kazıması, bu merakın sonucudur. Mısırlıların papirüs üzerine çizdikleri tanrı figürleri veya Olympos tanrılarının yontuları olmasaydı, Duccio çarmıha gerilmiş İsa tablosunu yapabilir miydi?    Rönesans döneminde, İsa, Meryem ana, havariler, kutsal kâse, son yemek gibi dini konuları tuvallerine yansıtan sanatçılar sonraları İncil sayfalarında yaratıcılığın sınırlarına varıldığını görerek, dikkatlerini Paris'in çay bahçelerine, Hollandalı çiftçilere, Pigal kabarelerine, balerinlerin zarafetine, ışığın zenginliğine, dalgalarla boğuşan gemilere, çevirmişlerdir. Kilisenin baskısı onlara vız gelmiştir. İnsan doğasındaki yaratıcılık ve merak entelektüel yaşam ile etkileşerek heyecanları, üzüntüleri, güzellikleri zevkleri, çaresizlikleri, isyanları, renkler, şekiller, gölgeler, ışıklar olarak tuvallerine ve yontularına aktarmıştır. Uygarlık tarihini sanat tarihinden soyutlamak mümkün değildir. Dünyanın politik ve ekonomik coğrafyasını yeniden çizen aydınlanma çağını, Rönesans kültürünün ustaları başlatmıştır. İnanç yıllarından akıl yıllarına geçiş Leonardo De Vinci'den,  Gougein'e geçiş gibidir. Biri bakire Meryem'i diğeri okyanus güneşinin aydınlattığı çıplak kadını konu almıştır.

Görsel sanatlar sadece resimle de sınırlı değildir. Mimari, resim sanatına paralel bir evrimselleşme geçirmiştir. Başlangıçta yaşanacak ve çalışacak yerler yapmaktan ibaret olan mimari, belli bir aşmadan sonra yapıtlarında estetik kaygılar gözetmeyi yeğlemiş ve bir güzel sanat olarak benimsenmiştir. Göçebelikten yerleşik düzene geçen toplum, kentleştikçe insanların yaşadıkları mekânlar ağaç tepelerinden, mağaralardan sokaklara, meydanlara, köşklere kervansaraylara, ibadethanelere dönüşmüştür. Burjuva kültürü ilkel kültürler gibi tanrılarını, tarihlerini, öykülerini, mermeri yontarak ölümsüzleştirmişlerdir. Michelangelo'nun Musa'sı sanat yapıtlarındaki ölümsüzlüğün örneğidir.

Tarihsel süreç izleyerek gelişen sanat, sosyal dinamiklerden, estetikten, siyasetten, felsefeden, dinden, bilimden ve teknolojiden soyutlamaz.  Yaratmaya tutku ile bağlı olan insan kimi zaman aklının kimi zaman sezilerinin aydınlığında toplum ile ilişki kurar. Goya veya Dali'nin yapıtlarını rüyalar ve hayaller süslerken; Toulouse-Lautrec'in yapıtlarını, Moulin Rouge'daki zenci dansçı veya fahişe, Renoir'ın tablolarını ise Piyona çalan kız gibi toplumun gülük yaşamında yer alan somut gerçekler süsüler.

 Belli bir süre sanatçılar doğayı, gerçek güzellik olarak algılamışlar ve tablolarına bu anlayışı yansıtmışlardır. Onlar için güzel olan doğadır.  Ancak belli bir süre sonra çiçekler, nehirler, manzaralar ve benzerleri ilgi odağı olmaktan çıkmış, sanatçının tutku ile bağlı olduğu yaratıcılık damarı tıkanmıştır. Felsefe güzellik nedir sorusunu gündem yapınca güzelliğin sadece doğada olmadığını insanın sezileri ve aklı ile de güzellikler yaratacağı tezi sanat çevrelerinde kabul görmüştür. Bundan böyle sanatçı sezileri ve aklını eserlerine aynı ağırlıkta yansıtmaya başlamıştır.

Kavramsal sanatın temeli böyle atılmıştır

20'inci yüzyılın başlarında Avrupa'da uzun süredir egemen olan sanat anlayışı, yenilenen düşüncelerin yarattığı devrimin gücü karşısında fazla dayanamamış, kendisine sadece müze duvarlarında yer bulabilmiştir. Her ekolde bir birinden değerli eşsiz yapıtların verilmiş olması seçenekleri tüketmiştir. Artık hiç bir sanatçı Gauguin veya Van Gouh veya Degas olmak istememiştir, olmak isteyenler ise sadece, taklitçi olmanın ötesine geçememişlerdir. Galeriler ve sanat ortamları güzellik nedir sorusuna farklı yanıtlar vermeye başlamıştır. Einstein'ın rölativite kuramı, kuantum fiziği, pisko-analiz, sembolik mantık, x-ışınlarını ve sinemanın keşfi sanat alanında da yenilik arayışlarını tetiklemiştir. Dışa vurumculuğu yaratan sosyal baskı, faklı bir formatta kendini dünyanın entelektüel çevrelerine hissettirmiştir.

 Bu bağlamda, Picasso, Matisse, Chagall,  gibi dahi ustalar üç boyutlu evrenin güzelliklerini kafalarında tasarladıkları ve klasik gerçek ile hiç ilintisi olmayan düzleme izdüşürerek kübizm akımını toplumun beğenisine sundular. Evrenin nesnel yapısını anlayış sınırlarımıza taşıyan boyut sayısı (en, boy, yükseklik) ile resim sanatı arasındaki benzerliğe, uzay ve zamanı tek boyuta indirgeyen Minkowski geometrisi esin kaynağı olmuştur. Sinema yaşamın gerçeğini perde düzlemine yansıtırken,  resim sanatı da benzer bir gerçek mantığını tablolara yansımıştır. Optikteki gelişmelerin, özellikle holografinin keşfi sinema kültürü gibi, kübizm üzerinde kalıcı etki yaratmıştır. Düzlemde holografik yöntemler ile oluşturulan tabloya, farklı açılardan bakınca üç boyutlu nesnenin görülmesi, düzlemde yeni bir güzelliğin gizli olduğunu ortaya koymuştur. Kübizmin ustaları,  egemen anlayışın oluşturduğu değerler sistemine bir başkaldırı olarak ortaya çıkan resim sanatındaki avant- garde akımını galerilere ve koleksiyoncuların ilgi alanına sokmuştur. Günümüzde gelişen teknoloji ve değişen toplum anlayışı sanatı sokaklara taşımıştır.  Sisteme başkaldırı haksızlıklara protesto formunda gelişen Grafiti, metropollerin kenar mahalle duvarlarından galerilerin vitrinlerine sıçramıştır. Soyut dışavurumculuğun izlerini taşıyan bu yapıtlar sanatçının kültürel özgürlük tutkusunu yansıtmaktadır. Esas olan yaratmaktır.

İnsan düşünmek ve yaratmak için vardır.21'inci yüzyılın sanatı, estetikçilerin oluşturduğu kavramlar üzerinde gelişecektir.

Günümüz de bilim ve teknolojisindeki gelişmeler güzellik yaratma bağlamında sanatçıya yeni seçenekler sunmaktadır. Yazılı kültür yerini dijital kültüre bırakırken plastik sanatlar da yerini sanal ortamda üç boyutlu veya çok boyutlu dışavurumcu akımlara bırakıyor. Hiç bir ressamın yağlı boya karışımlarından ile elde edemediği renkleri veya hiç bir yontucunun çok boyutlu uzayda tasarlayamadığı nesneleri ekranına bir program yansıtabilmektedir. Nasıl kavramlar oluşturmak ve bu kavramlara dayanarak mantık yolu ile evrensel gerçeklere ulaşma bilimsel ve felsefi bir yöntem ise, sanatta kavramlar oluşturarak mutlak güzelliği tanımlamak ve ulaşmakta bir yöntemdir.

Çağımızın ünlü mimarlarından Renzo Piano, Avrupa'nın en yüksek gökdelenini Londra'ya dikerken, kolaya kaçıp, kısa bir süre önce New York Times için Manhattan'da yaptığı büyük beğeni kazanan zarif gökdelenin bir benzerin yapmıyor. Yeni ve özgün bir tasarım kurguluyor. Biz ise gezegenin en güzel noktası İstanbul boğazına bakan Çamlıca tepesine, 400 sene önce inşa edilen Sultanahmet caminin bir taklidini yapmayı yeğliyoruz. Yaratıcılık genlerimiz bu kadar mı tıkanık? Birey ve tanrı arasındaki ilişkiler yeni kavramlar oluşturup ahlakın kaynağını insan vicdanına bağlarken, biz bu kavramlar üzerinden bir camii tasarımı yapamıyorsak, güzel sanalar olarak çağın çok gerisinde kalmışız demektir.

Bana Ä°stanbul'a geldiÄŸinde en çok ne yapmak istersin diye bir soru yönetilse, hiç düşünmeden Süleymaniye'de namaz kılmak isterim derim. Orada kendimi tanrıya daha yakın hissederim. Barış ve kardeÅŸlik kavramları üzerine Ermenistan sınırında yapılan bir heykele ucube diyen anlayış, Çamlıca tepesinde yeni Mimar Sinanlara olanak tanımaz. Acaba aradan dört yüz sene geçtikten sonra birisi Çamlıca camiinde namaz kılmak isteyecek mi? Bu soruya kim evet diyebilir?Â
'Her şey olabilirsiniz, hatta cumhurbaşkanı bile olabilirsiniz, ancak sanatçı olamazsınız'  diyen ulu önder gibi sanat ve sanatçıya değer vermiş bir devlet adamına siyasetin ve toplumun bir kesiminin böylesine nankör ve kindar olmasını ilahi adalet görecektir, bundan zerre kadar şüphem yok.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!