Teke tek

Fatih ALTAYLI
Haberin Devamı

Disiplin Kurulu gibi yönetim kurulu

DYP Disiplin Kurulu Başkanı Abdullah Uraz'ın Güneş Sigorta'daki marifetlerini geçen hafta yazmıştık.

Bu hafta sıra aynı kişinin TÜPRAŞ'taki marifetlerine geldi...

Ama ondan önce, bu kişiyi TÜPRAŞ Yönetim Kurulu'na atayan siyasilerin marifetlerine bir bakalım...

Biliyorsunuz, TÜPRAŞ, Türkiye'nin en büyük KİT'lerinden biri. Ve petrol piyasasının yüzde 85'ini elinde tutuyor. Katrilyonlarla ölçülen bir cirosu var.

Ve şirket, özelleştirilmeyeceği halde, özelleştirme kapsamındaki pek çok KİT gibi, Özelleştirmeden Sorumlu Bakanlığın denetiminde. Yani Ufuk Söylemez'in, yani Çillerler'in.

4046 Sayılı Özelleştirme Yasası'na göre, bu idarenin kontrolü altında bulunan KİT'lerin yönetim kurulu başkanlarının ve üyelerinin en az üniversite mezunu olması gerekiyor.

Oysa DYP Disiplin Kurulu Başkanı Uraz, ortaokul mezunu... Gerçi kendisi üniversite mezunu olduğunu söylüyor, ama belgeler öyle demiyor.

Belki kaldırım mühendisidir, ama bunun da belgesi yok!

Bu arada TÜPRAŞ Yönetim Kurulu, DYP Disiplin Kurulu'nun kopyası gibi.

Aynı kuruldan İhsan Akın ve Meral Alemdar da TÜPRAŞ'ta yönetim kurulunda.

Bunun yanı sıra, Murat Karayalçın'ın bakan olduğu dönemde yönetim kuruluna soktuğu Güven Aydoğmuş da aynen Uraz gibi, yani üniversite mezunu değil. Ancak Uraz'dan daha iyi durumda. Hiç değilse liseyi bitirmiş.

Yönetim kurulunun diğer üyeleri de ilginç kişiler...

Biri DYP'li Aykon Doğan'ın kardeşi Zeki Doğan, diğeri Nahit Menteşe'nin kayınbiraderi Güven Mumcu...

İşte, Türkiye'nin en büyük KİT'ini yöneten kurul bu...

Yarın da bu kurulun marifetlerini, Abdullah Uraz'ın yaptıklarını anlatacağız... Bekleyin...

Çok eğleneceksiniz...

Beni sevdiğin var ya, o bile yalan...

Ben yalancının zeki, çevik ve çabuk olanını severim...

Şaka şaka...

Ben yalancılardan nefret ederim, tiksinirim... Ama yine de zeki yalancılara saygı duyarım.

Çünkü yalancılık zok iştir.

Önce zekâ çabukluğu gerektirir.

Durumu kurtaracak yalanı, hemen bulup üretmelidir yalancı.

Sonra iyi bir hafıza gerektirir. Ne yalan söylediğini unutmayacak, hangi yalanı kime söylediğini unutmayacak bir hafıza. Bir de organizasyon yeteneği. Çünkü inandırıcı yalanlar kolektiftir. Çok kişi aynı şeyi söyler, aynı ağızdan konuşur.

Bunlar olmadı mı, yalancının mumu yatsıya kadar bile yanmaz...

İşte Meral Uçuran Çiller Akşener...

Genelkurmay'a ajan sızdıran Orakoğlu yakalanıncaya kadar susacaksınız. Adam yakalanınca gak guk diyeceksiniz...

Sonra akıl hocalarınızla beraber oturup uygun yalanları üretecek ve olay ortaya çıktıktan 1 hafta sonra uygun senaryoyu, daha doğrusu uygun yalanı bulup, ‘‘Ordu darbe yapacaktı, biz onu araştırdık’’ diyeceksiniz.

Üstelik de bu yalanı organize etmeden söyleyeceğiniz için, olayın taraflarının dedikleri birbirini tutmayacak.

Yalan üretmekten, doğru düzgün yalan söylemekten bile acizsiniz.

Yapmayın Allah aşkına sabık bakanlar...

Aziz Nesin, Türk halkı aptaldır dedi, ama Türk halkının yüzde 100'ü geri zekâlıdır demedi ki!

NOT: Yakın çevrenizdeki oranları bilemiyoruz Sayın eski İçişleri Bakanı...

Elmanın diğer yarısı

Kristal Elma Ödülleri ile ilgili yazdığım yazıya reklamcılar kızmış...

Bunlardan biri benim için önemli.

Serdar Erener'inki...

‘‘Yıllardır bir yere getirmek için uğraştığımız bir yarışmaya sekte vurdun’’ dedi telefonda.

Sonra da dün öğlen buluştuk. Ve anlattı...

‘‘Bak Fatih’’ dedi, ‘‘Bizim memlekette parlak fikirler üreten çocuklara küçüklükten itibaren ‘İcat çıkarma’ derler. Bu da bizim ilginç fikirler peşinde koşmamıza baştan koyulmuş bir engeldir. Biz bu yarışma ile icat çıkarılmasını desteklemek istiyoruz. Reklamın etkinliği, ürünün satışına katkısı ayrı bir şey. Biz burada yalnızca parlak fikirleri bulmak ve desteklemek istiyoruz.’’

Ben de ona, ‘‘O zaman yarışmanın adını değiştirin’’ önerisini getirdim. Serdar da bunda haklı olabileceğimi, ama bunun detay olduğunu, zaten sektör içi bir yarışmada, sektörün bunun anlamını bildiğini iddia etti.

Ben bunun üzerine ‘‘O zaman reklamcılar, ürünü değil, yarışmayı düşünecekler. Reklamın gerçek amacı olan satışı artırmayı, markayı pekiştirmeyi bırakıp, ödül alacak reklam yapacaklar’’ dedim.

O da bunun mümkün olduğunu, hatta İspanyol reklamcıların bunu yaptığını söyledi.

Benim jüriye reklam veren ve halk tesilcisi alınması fikrime de ‘‘Biz mecburen dünya reklamcılığını takip ettiğimiz için, neyin özgün, neyin taklit, ya da çalıntı olduğunu biliyor ve ona göre karar veriyoruz. Sektör dışından gelen biri bunu yapamaz’’ dedi.

Sonuçta şunu anladım... Bu yarışma, reklamcıların birbirlerini zorlamak, motive etmek için oynadıkları bir oyun.

Bizi çok ilgilendirmiyor. Bence reklam vereni de ilgilendirmemeli... Çünkü en iyi fikir, her zaman en çok sattıran fikir olmayabiliyor.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ

Siyasetçilerimizin kalitesini, yalan söylemeye çalışıp, onu bile beceremeyenlere kadar düşürmediğimiz zaman...

Yazarın Tüm Yazıları