Tek suçlu, kadın programları mı?

YASEMİN Bozkurt’un hazırlayıp sunduğu ‘Kadının Sesi’ adlı programa katılan bir kişi, geçtiğimiz aylarda öldürülmüştü.

Önceki gün de benzer bir olay meydana geldi. 14 yaşındaki bir ‘çocuk’, bu programa çıktığı gerekçesiyle annesine kurşun yağdırdı.

Dün haber gelir gelmez, Kanal D programı yayından kaldırma kararı aldı. Üzüntümüz, bu kararı ilk olaydan sonra almamış olmak. ATV de bizimle paralel bir uygulama yapıp bu tip programları yayından kaldırma kararı aldı.

Bu kararlar tartışmasız doğru.

Ancak ben bu meseleyi ‘doğru platformda’ tartışmadığımızı da düşünmeden edemiyorum.

Hürriyet Gazetesi, Vuslat Doğan Sabancı öncülüğünde bir kampanya yürütüyor.

Kampanyanın amacı ‘aile içi ve kadına yönelik şiddete son verilmesi’ni sağlamak.

Gerçekten de Türkiye’nin sorunu bu. Bir televizyon programına katıldı diye, televizyonda saçının teli göründü diye kadına yönelik şiddet uygulanıyor.

Peki bu programlar yapılmıyorken Türkiye’de kadın çok mu rahattı?

Töre cinayetleri bu programlarla mı başladı?

‘Namus uğruna’ öldürülen kadınlar sadece bu programlara katılanlar mı?

Televizyonlar bu programları yayımlamayınca, töre cinayetleri, namus cinayetleri son mu bulacak?

Ya bu programlara katılıp dertlerine çare arayan kadınlar!

Kadınlar ‘kelleyi koltuğa alıp’ bu programlara katıldığına ve bu programlardan ‘medet umduğuna’ göre, demek ki bu durumdaki kadınların bir danışmanlık hizmetine, yardıma ihtiyacı var.

Kanallar bunu ‘hakkıyla’ yapamadılar.

Ama ya Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı ne yaptı?

‘Çaresiz’ kadınlara bir hizmet mi götürdü, bir danışmanlık mı verdi?

Ortada ‘dehşet verici’ bir ‘Türkiye gerçeği’ var.

Bunun sorumluluğunu iki üç kadın programına yıkıp kurtulamayız.

Rengimiz belli olsun

ERTUĞRUL Özkök dünkü yazısında, topluma mal olmuş kişilerin takım tutmalarıyla ilgili bir yazı yazdı.

Ve bu kişilerin, tuttukları takımı açıklama özgürlüğüne sahip olduklarını söyledi.

Tartışmanın kaynağı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt’ın Fenerbahçeliliklerinin ‘çok ön plana’ çıkmasıydı.

Ben de aynen Özkök gibi düşünüyorum.

Spor, yaşamın önemli renklerinden biri. Ve bu renklerin dışında kalmak, beraberinde bir de renksizlik getiriyor.

Ben Galatasaraylıyım; ama Fenerbahçeli Yaşar Büyükanıt en sevdiğim paşaların başında gelir. Ne zaman karşılaşsak, sohbetimizin bir bölümü takımlarımızın rekabeti üzerinedir.

Keza Başbakan’la da öyle. Son 5-1’lik galibiyetimizden sonra Galatasaraylı Mehmet Ali Birand’la Başbakan’a ‘geçmiş olsun’ mesajı yolladık. Bundan daha keyifli ne var.

Zaten mesele takım tutup tutmamak değil, bunun açıklanmasıyla ilgili.

Bence taraftarlık, hele hele topluma mal olmuş kişilerde açık olmalı.

Çünkü ancak o zaman objektivite sağlanabiliyor.

Düşünün, ben tuttuğum takımı açıklamayacağım; ama sürekli Galatasaray’ı kollayacağım. Ve bunu ‘tarafsızlık maskesi altında’ yapacağım. Sizce doğru olur mu?

Siz de biliyorsunuz ki, ben Galatasaraylıyım ve ‘tarafım’. Okurken ona göre okuyorsunuz.

Kimse ‘rengini belli edenden’ korkmasın. Beni asıl korkutan, bukalemun gibi rengini saklayanlardır.

‘Siz de soykırım yaptınız’ diye bir savunma olamaz!

BAŞBAKAN Erdoğan,
‘Ermeni soykırımı’ iddialarını parlamentolarında kabul eden ülkelerle ilgili olarak, ‘Biz de benzer bir şekilde misillemede bulunabiliriz’ diyor.

Bu çok da ‘olabilir’ bir ‘savunma tarzı’ değil.

Bakın bu iddiaları ‘siyasi bir kararla’ kabul eden ülkeler hangileri:

Arjantin, Belçika, Fransa, Hollanda, İsveç, İsviçre, İtalya, Kanada, Lübnan, Rusya Federasyonu, Slovakya, Uruguay, Yunanistan, Kıbrıs Rum Yönetimi ve Polonya.

Toplam 15 ülke.

Türkiye bunlardan sadece Fransa ile ilgili olarak ‘Cezayir’de soykırım uyguladığı’ iddiasını gündeme getirebilir ki, bu doğrudur. Ama ya diğerleri. Hadi, Rusya’nın Stalin döneminde kendi halkına, Kıbrıs Rum Kesimi’nin de Türklere karşı soykırım uyguladıkları iddialarını kabul edelim.

Geri kalan 12 ülke ne olacak!

Üstelik 1985 yılında Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Alt Komisyonu, 1987’de Avrupa Parlamentosu bu konuda birer karar tasarısını onaylamış.

Türkiye, bugün yıllarca görmezlikten geldiği ve başını kuma gömdüğü bir sorunda, ‘siyasi gerçekle’ karşı karşıya.

Geçtiğimiz günlerde Alman ARD televizyonunda yayınlanan bir söyleşimde ‘soykırım iddialarını’ soran muhabire, ‘O dönemde Türkiye’nin en önemli müttefiki Almanya’ydı ve eğer söylediğiniz gibi bir karar var ise Osmanlı Ordusu’yla ve yönetimiyle beraber çalışan çok üst düzey Alman generaller vardı. Bir de onların belgelerini araştırsanız’ dedim.

Türkiye bu meselede ne kadar geç de olsa bir politika üretmek zorunda.

Çünkü bugün 15 ülke, yarın 150 ülke olabilir.

Biz de bunların hepsine ‘Siz de soykırım yaptınız’ diyemeyiz.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Düşük çenenin, en fazla çenenin sahibine zarar verdiğini unutmadığımız zaman.
Yazarın Tüm Yazıları