Tarihin tozlu sayfalarında kısa bir Ankara turu

Feridun Büyükyıldız’dan ilkin bilgilendirmeye yönelik elektronik posta geldi, ardından da kitabı...

Phoenix yayınlarından çıkan “Başka Kent Ankara” isimli kitabını önce hediye gelen diğer birçok kitabın yanına koyup, boş zamanımda okunacaklar listesine aldım. Ancak ertesi gün biraz meraktan, biraz da en üste durmasından olacak iş seyahatim esnasında elime alıp, satırı satırına okumaya başladım. Sayfaları her çevirişimde de bilgi dağarcığım dolmaya, geçmiş günler film şeridi gibi gözümün önünden geçmeye başladı.
Kitabın sayfaları arasında dolaşırken, petrol bulunan Ankara Garı inşaatından, Kalenin gizli geçitlerine, Dikmen’de kayak yapan Ankaralılardan, Ulus Tenis Turnuvalarının yapıldığı yıllara uzandım. Ankara garının geçmişini ve hamallarının kurduğu derneği, Ulus’a düşen uçakları, o yıllara ait fotoğraf ve gazete arşivleri eşliğinde okumaya başladım. Sırf onlar mı? Elbette değil. Ankara’nın gizemli cinayetini, kayıp Katedral’in sırrını, Yahudi ve Rum’ların yaşadığı dönemin ayrıntıları derken daha birçok bilgiye ulaştım.
Doğrusu Feridun Bey güzel bir kitap hazırlamış. Ancak kitabında bazı kişi ve olayların bilgileri eksik kalmış. Sanıyorum zamanla onları da tamamlar ve bu kitapla girdiği tarihin tozlu sayfalarında bizi daha fazla bilgilerle donatır. Örneğin Ankara’nın yüzme havuzlarını anlatırken sadece Marmara Havuzu ile Gençlik Parkı’nı değil, Atatürk’ün emriyle kurulan Akdeniz ve Karadeniz havuzlarını da okuyucusuna anlatır.

KAPTIKAÇTIDAN TROLEYBÜSE KISA BİR YOLCULUK

Yazımın başında da dedim ya, bazı bilgileri Feridun Bey’in kaleminden ilk kez öğrenirken bazılarını da bizzat yaşadım. Dikmen’de kayak yarışlarının yapıldığını ve “Kaptıkaçtıdan Belediye Otobüsüne” isimli bölümde Ankara’ya gelen ve düzenli çalışan ilk belediye otobüslerinin 1935 yılında faaliyete geçtiğini öğrendim. O tarihte SSCB’den alınan 100 adet ZIS marka otobüsün Ulus- Yenişehir hattında hizmete girdiğini ve toplu taşımadaki evreleri okudum. Sonra bir baktım 1947 yılında devreye giren troleybüslerle ilgili bölüm karşıma çıkmış. İşte o anda da 1960’lı yıllar gözümün önünde canlandı.
Boynuzlu da dediğimiz bu troleybüsler yolların tek hakimiydi. Yukarıdaki telden aldığı elektrik enerjisiyle yollarda sessizce süzülen bu taşıtların en büyük handikabı elektriklerin kesilmesi ve telle boynuzlarının irtibatının kopmasıydı. Aslında otobüslerin tramvay ile ayrıldıkları tek nokta tekerlerinin ray üzerinde değil, asfalt üzerinde hareket etmesiydi. İşte bu aksaklıklar dar bir yoldayken troleybüsün başına geliyorsa trafik akışı durur, manüel çabalarla hareket etmesi sağlanırdı. Bu yüzden okuluna ve işine gecikenlerin sayısı hiç de az değildi. Daha da tehlikeli olanı ise tepede çıplak duran teller yüzünden elektrik akımına kapılma riskiydi. Zaten bu yüzden de hayatını kaybeden çok insana rastlamıştık.
Troleybüsler Başkentliler için başka bir yeniliği de beraberinde getirmişti. ZIS marka otobüslerde yolcular, arka kapıdan binip, biletçiye para ödeyerek içeri girer ve ön kapıdan inişleri gerçekleştirirdi. Troleybüslerde ise tam tersi girişler ön, inişler arka kapıdan yapılmaya başlamıştı ki, bugünde aynı kural devam ediyor. Feridun Bey’in da kitabında bahsettiği gibi Ankaralılar bu değişikliğe uzun süre alışamamış ve duraklarda kargaşa yaşanmaya başlamıştı.

70 YILLIK SÜRGÜNDEN SONRA KENARA ATILDI

Melih Gökçek’in gazabına uğrayan yaklaşık 6 metre yükseklikteki Su Perileri heykeli’nin hikayesini de kitabın sayfalarında buldum. Şehremini Asaf Bey‘in Avrupa’dan 1925 yılında siparişiyle gelen su perili fıskiyeli havuzun seyir defteri gerçekten çok ilginçti. Feridun Bey ona “gezgin havuz” ismini takmış.
İlk olarak Çankaya yolu üzerinde tosbağa yatağı adıyla anılan boş bir araziye yerleştirilmiş. Daha sonra, Maltepe yolundaki bir binanın önüne taşınmış. Bir sonraki durağı Onur Çarşısı’nın önünden geçen yol olmuş. Su perili havuz, Kızılay’a adını veren Kızılay binası yokken, meydana taşınmış ve meydanın ‘havuz başı’ ismiyle anılmasına neden olmuş. Kızılay meydanına dönüşmesi ile buradaki görevine son verilen havuz, Gençlik Parkı henüz yapılmamışken Gençlik Parkı’nın bulunduğu araziye yerleştirilmiş. Parkın yapım çalışmalarıyla birlikte tekrar tayini çıkan havuz, varlığını Hacettepe Parkı’nda sürdürmüş. Hacettepe Hastanesi’nin binalarının yükselmesiyle bir kez daha nakli çıkmış.
Havuzun yeni tayin yeri ise Tandoğan Meydanı olmuş. Ankara’ya yaklaşık 70 yıl hizmet veren havuz 90’lı yıllarda metro istasyonunun Tandoğan Meydanı’na yapılması bahane edilerek yerinden sökülmüş ve Büyükşehir Belediyesi’nin tozlu depolarına terk edilmiş. İşin ilginç yanı şimdi onun yerinde bir çaydanlık heykeli dikili. Eksik olmasın bizim belediyenin başındaki zat çok şekerdir ya!

GÖKYÜZÜNDEN DÜŞENLERİN CANLI TANIĞIYIM

Kitapta yer alan bir diğer olay da 1 Şubat 1963 yılında Ulus üzerinde düşen uçaktı. Ben o tarihte 5 yaşındaydım ve annemle birlikte Ulus halinde gezerken olaya tanık olmuştum. Yani hep şehir efsanesi gibi söylenen “Gökyüzünden insanlar ve hostes düştü” olayının canlı tanığıydım. Ancak hafızamda yer tutan ama hayal meyal hatırladığım bu olay hakkında geniş bir bilgiye de ulaşamamıştım.
İşte, Feridun Büyükyıldız, trajik olayın öyküsünü o tarihteki gazete manşetleriyle de süsleyerek tüm yönleriyle aktarmış. Bazı dramatik hikayeleri, çarpışmanın detaylarını onun kaleminden okuyucunda kafamdaki bölük pörçük bilgiler bir pazılın parçaları gibi bir araya geldi.
Aslında ne kadar feci bir olaydı. Middle Eas Airlines’e ait Lübnan yolcu uçağı Türk Hava Kuvvetlerine ait C-47 uçağıyla tam Ulus üzerinde çarpışmış, yolcular, mürettebat ve uçak enkazı şehrin üzerine düşmüştü. Esnaf, alışveriş yapanlar, memurlar derken de yeryüzünde bulunan onlarca insan da gökyüzünden düşenlerle birlikte hayatını kaybetmişti. Bense eline sımsıkı yapıştığım annemin çığlıkları eşliğinde güvenli bir binanın içine doluşan insanların arasına karışmıştım. Ortalık sakinleştiği anda da sokağa adım atmış ve 100 metre ötemize düşen bir hostesin parçalanmış cesediyle karşılaşmıştım. İyi hatırlıyorum, o an annemin kolları arasında arkama bile bakmadan TCDD lojmanlarındaki evde soluğu almış ve yorganı kafama kadar çekip sözüm ona güvenliğimi sağlamıştım. İşte kitaptaki satırlarla beraber o sahneler ve kaza sonrasına ait hostesin kanlar içindeki lacivert üniforması gözümün önüne geldi.

ANKARA GAR’I VE ÜNLÜ AKININA UGRAYAN GAZİNOSU

Kitaptaki bir bölüm de Ankara Garı ile hemen yanı başındaki Gar Gazinosu’na ayrılmıştı. Yani çocukluğumun ve gençliğimin bir döneminin geçtiği mekanlara. Feridun Bey’in anlatımının bilmeyenler için heyecanlı ama benim gibi bilenler için yetersiz kaldığı bir bölümdü. Ancak şunu da ilave edeyim, düşünüp, araştırıp, sayfalara aktarması bile bir başarıydı. Özellikle Gar Gazinosu ile ilgili satırlarda daha fazlasını bekledim. Orası Ankara’nın en elit ve canlı işletmelerinden biriydi. Yerli ve yabancı birçok ünlü sanatçının sahne aldığı gazinoda dünyaca ünlü birçok revü grubu da boy gösterirdi. Zaten başta Fransız sanatçılar olmak üzere birçok şöhret Ortadoğu turnesinin bir saç ayağı olmasından dolayı Ankara’ya gelmek durumundaydı. Yani Beyrut, Lefkoşa çalışmalarından önce ve sonra durak olarak Ankara’ya gelirlerdi. Tabii bir kısmı da İstanbul, Atina ringine devam ederdi.
Gar gazinosunda ön masalar ailelere aitti. Kravat ve takım elbisesi olmayan beyler içeri alınmaz, çok hatırlı müşteri için giriş vestiyerinde yedek ceket ve kravat bulundurulurdu. Hanımların ise şık gece kıyafetleri giymesi değişmez kuraldı. Yine hatırlı ama bekarlar grubu olarak gelen erkekler salonun en arkasındaki bölümlere oturtulurdu.

MERKEZ BANKASI BAŞKANININ BASTON FIRÇASI

1960’ların içinde, 70’lerin başında yaşanan bu olayları nereden mi biliyorum... O tarihlerde Ankara Garı’nın dibinde bulunan demiryolları lojmanlarında oturur ve çocukluk arkadaşlarımla beraber yazlık mekanının yüksek duvarlarına tırmanarak, görevlilere çaktırmadan olup biteni izlerdik. Tarih 1977 yılını gösterdiği zaman ise ilk gece haberini Gar Gazinosu’nda gerçekleştiren çiçeği burnunda bir muhabirdim, O dönemin Merkez Bankası Başkanı’nı yanındaki yabancı meslektaşlarıyla birlikte fotoğraflamıştım. İki gün sonra ise o başkandan sitem dolu bir eleştiri almıştım. Nedeni ise fotoğraf altındaki yazıda soyadının Bastonlu olarak çıkmasıydı. Halbuki hatayı ben değil yazı işleri yapmıştı. Resim altına ismini ve soyadını yazarken yazı işleri müdürünün daha iyi anlaması için parantez içinde yazdığım “Bastonlu” notunu soyadı olarak algılamasıydı...
Kısadan hisse o dönemde siyasiler ve bürokratlar Gar Gazinosu ve benzeri yerlere sık gider, kimseden çekinmezlerdi. Zira bilirlerdi ki eğlence de yaşamın bir parçası. Şimdi gelinen son noktada eğlence yerlerine giden siyasiler yadırganıyor, hatta bürokratsa aforoz ediliyor. Bu arada “Bürokratlarda gazinoya ödeyebilecek para mı var ki gitsin?” diyeceksiniz. İnanın kuzu çevirmeye, sıra gecesi düzenlemeye, alkolsüz balık ziyafetlerine ve hanımlara alınan lüks eşyaya daha çok para gidiyor. Önemli olan niyet!
Yazarın Tüm Yazıları