Taraf’ı doğru tarafa koyabilmek...

ÖNCE şunu söylememe izin verin: Gazeteler birkaç kişi işten ayrıldı diye ölmezler, bitmezler. O kişiler ne kadar önemli olurlarsa olsunlar.

Taraf gazetesinde hala onlarca meslektaşımız çalışıyor, her gün iyi bir gazete yapmaya uğraşıyor. Bu gazete hakkında yazarken ‘Öldü, bitti, sona erdi’ demek, o meslektaşlarımıza haksızlık.

* * *
Taraf çıkmaya başladığında ben Radikal gazetesinin genel yayın yönetmeniydim ve bu gazete doğrudan benim gazetemin hedef kitlesine hitab eden, bizden çok sayıda okuyucu, eleman ve yazar kopartan bir gazeteydi. Yani, Taraf doğrudan benim rakibimdi.

Benim kendimce bir gazetecilik anlayışım var. Bu anlayışın hiçbir yerinde ‘misyon gazeteciliği’ yok. Misyon ne olursa, ne kadar haklı olursa olsun, kendimi bir misyonun parçası görmem, görürsem mesleğime ihanet edeceğimi düşünürüm.

Ama öte yandan gazeteci olarak içinde nefes aldığımız alanlar var, o alanlarda ‘misyoner’ gibi davranmasam da, o alanlara özel önem veririm. Bunlar basitçe, demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü gibi alanlar.

Sık sık şu soruya muhatap oldum: Taraf’ın yayınladığı belgeler ve bilgiler sana gelse yayınlar mıydın?

Ben de hep aynı cevabı verdim: Bizim Radikal’de uyguladığımız kontrol mekanizmalarından geçerse yayınlardım, geçemezse geçene kadar yayınlamazdım.

Bizim kontrol mekanizmamızdan geçemeyen haberlere iki örnek vereyim:

1. Hakan Gülseven, bugün Yurt gazetesinde köşe yazıyor, o zamanlar ekonomi servisimizde muhabirdi. Elinde dosyayla geldi. Deniz Feneri Derneği, yanış hatırlamıyorsam Çanakkale’nin köylerine yardım yapmış gibi göstermişti ama köylüler o yardımı almamışlardı. ‘Bunu kanıtlayabiliyor muyuz’ diye sordum, bir türlü kanıtlayamadık, yayınlamadık. Birkaç hafta önce bizim kanıtlayıp yayınlayamadığımız haberin mahkeme kararıyla kesinleştiğini gördüm, çok üzüldüm haberi yayınlamadığımıza.

2. Ahmet Şık bir gün elinde çok acayip şeylerle geldi. İnanılmaz itiraflar vardı, üstelik hepsi mahkeme dosyasındaydı. Ama itiraflar, işkenceyle alınmış ve üstelik videoya kaydedilmişti. Bazı videolarda itirafı yapan kişinin öldürülme görüntüleri de olduğu söyleniyordu. Evet, Hizbullah’ın kendi cinayetleriyle ilgili sorgu kasetleriydi bunlar. ‘İşkence altında alınmış, üstelik belki az sonra öleceğini bilen insanların anlattıklarını hem güvenilir bulmam
hem de bunu yayınlamak ahlaki olmaz’ dedim, haberi yayınlamadım. Ahmet başta kızdı bana, sonra anladı sanırım. Bu kararımla da hala gurur duyuyorum.

Bu iki haber Taraf’a gelse, eminim her ikisini de büyük bir iştahla yayınlarlardı. Zaten aynı haberler olmasa da benzer kategorilerde haberler yayınladılar.

Bu sadece Taraf’a mal edilemeyecek bir şey. Genel olarak ülkemiz gazeteciliğinde böyle bir arıza var: Çoğu zaman yayımladığımız haberler gerçeğin sadece bir kısmını tam olarak karşılıyor. Büyük gerçeğin eksik kalan kısmını bazen gazetenin kendisi, çoğu zaman da yapılan imalar yoluyla okuyucu, varsayımlarıyla, kendi önyargılarıyla, kendi siyasi inançlarıyla, kendi bakış açısıyla tamamlıyor.

O yüzden defalarca yazdım, gazete ve gazeteci (buna köşe yazarı da dahil) ima etmez, yazar, diye.

Türkiye’de basın özgürlüğü üzerinde bir baskı olduğuna dair ciddi bir kanaat var. Bu kanaati çoğu insan paylaşıyor, sık sık da dile getiriyor.

Ben de aynı kanıdayım ama farklı sebeplerle. Basın üzerinde baskı olduğunu düşünenler, bu baskının ‘muhalif görüşlerin kısıtlanması’ndan ibaret olduğunu düşünüyor, o kısıtlılık bitse baskının da bitmiş olacağını sanıyor.

Bense, görüşler üzerindeki kısıtlamayı açıkçası önemsiz buluyorum. Çünkü kuvvetli ve sahiden anlamlı bir görüşün topluma duyurulmasının, toplum tarafından benimsenmesinin engellenemeyeceğini biliyorum.

Ayrıca zaten gazeteler ‘görüş’ iletme kurumu olmaktan çok bilgi iletme, doğru bilgi ileterek insanları haberdar etme kurumudur bana göre. Ve esas kısıtlamanın da, doğru bilgiye erişmekte olduğunu düşünüyorum.

Kısıtlanan şey köşe yazarlığı değil; muhabirlik bana soracak olursanız. Üstelik bu kısıtlama uzunca bir zamandan beri sistematik olarak yapılıyor. Son on yıldaki artışın bir alt yapısı var, geçmişten gelen.

Ahmet Altan ve Yasemin Çongar’ın ayrılmasını fırsat bilip Taraf muhasebesi yaparken, hangi ülkede hangi kısıtlılık şartlarında yaşadığımızı unutmamamız gerekir.
Yazarın Tüm Yazıları