Tanya’nın tefrikası (II)

BAZI filmlerin jeneriğinde dendiği gibi, yer, şahıs ve olay itibariyle gerçekle hiçbir ilgisi bulunmayan ve tamamen benim tahayyül dünyamdan çıkmış olan ‘Tanya’nın Tefrikası'nda ikinci bölüme, kolayıma geldiği için birinci tekil şahsı kullanarak, geçen hafta kaldığım yerden devam ediyorum.

Yani, sanki bar kalabalığı beni tezgahın öte ucundaki kadına ve çocuğa sürüklüyormuş gibi yaparak, o yöne doğru seyirtmeye başladığım yerden...

* * *

İSKELE
sancak seyreden Haliç vapuru gibi sağa sola dümen kırarak yanlarına vardım ki, punduna getirip nasıl bir girizgah yapabileceğimi düşünüyorum...

Kadın birden, ‘size demin gülümsedim ama beni hatırlamadınız’ dedi.

Şaşırdım ve ‘özür dilerim, çıkartamadım’ cevabını verdim.

Devam etti: ‘Üç - dört hafta önce bir akşam buraya tek başıma gelmiştim, siz de tezgahtaydınız. Bana uzun uzun baktınız, fakat hiç konuşmadınız. Sonra, hesabı ödeyip tam giderken, ‘‘burada işiniz ne ? Sizin yeriniz değil’’ deyip, tek kelime söylememe izin vermeden çıktınız. Bütün gece, bunu düşündüm...’

O zaman, olayı aniden, geriye çakan bir ‘flash back’ şeklinde anımsadım. Palamar atmak fırsatı doğduğundan da, ‘tekrar özür dilerim. Unutkanlığımı affettirmek için sizlere ne ikram edebilirim’ dedim. Kendimi takdim ettim.

Bu arada da, erkek mi, kız mı olduğunu hala anlayamadığım on bir - on iki yaşlarındaki çocuğa döndüm. İkisi de ‘henüz içkimiz var’ diye yanıtladılar.

Kadın isminin Tanya olduğunu, bir derginin reklam bölümünde çalıştığını söyledi ve çocuğu gösterek, ‘oğlum Antuvan. (adı Antuvan olsun) Cizvit kolejinin orta ikinci sınıfında okuyor’ dedi.

‘Merhaba küçükbey, bendeniz de fi tarihinde böyle bir okulun rahle-i tedrisinden geçmiştim. Derslerden n’aber' diyerek oğlanın elini sıktım.

Efemine hal ve oluş tarzı itibariyle bana ‘Venedikte Ölüm’ filminde Luchino Visconti'nin Tadzio rolünü oynattığı Björn Andressen'i hatırlatan çocuk çok terbiyeli bir sesle ‘öyle mi efendim. Derslerim iyi sayılır’ dedi.

Anne, ‘bilgisayar oyunu oynamayı biraz azaltsa iftihara geçecek ama bir türlü caydıramıyorum’ diye müdahale etti.

Ben, ‘aman, benimkiler de öyle. Zamane çocukları’ diye işi şakaya vurdum.

Bu kadar ‘aile gailesi’ (!) yeter de artar, Antuvan zaten köşede yer kaptı ve çizgi roman okuyor, şimdi Tanya'yla gerçekten ilgilenmeye karar verdim.

* * *

‘AİLE gailesi’
(!) yeter ya, bir defa ‘benimkiler de’ demiş bulunduğumdan Tanya, ‘kaç çocuğunuz var ? Benim biri on altı, biri on sekiz yaşında iki de kızım var. Onlar da rahibe kolejinde okuyorlar. Sizinkiler nerede ?’ dedi.

Konuyu değiştirmeye çalışmama rağmen ister istemez yanıt verdim.

Gerisi de geldi: ‘onlarla beraber mi yaşıyorsunuz?’

Baktım olacak gibi değil, kesin bir ‘hayır’ yapıştırdım ve karşı taarruza geçerek, ‘niye böyle ahret suali soruyorsunuz ? Tamam, ikimizin de çocuklarını Allah bağışlasın ama esas olarak sizinle ilgilendiğimin farkında değil misiniz ? Zaten, geçen gün de dikkatimi çekmişsiniz ki size o lafı söylemişim’ dedim.

Bozuntuya vermezmiş gibi göründü ve ‘galiba bar tezgahında kur yapmanın üstadısınız’ demekle yetindi. Fakat ‘elektriğin geçtiğini’ (!) farkettim.

Ardından hemen, bir Ortadoğu ülkesinin adını zikrederek, kocasının orada bulunduğunu söyledi. Makina gibi de, zaten o ülke kökenli mimar kocanın çok zengin ve meşhur bir aileden indiğini, dünyanın dört bir yanında planlar çizdiğini, farklı akademilerde dersler verdiğini ve de üstelik en iyi mağazalardan giyindiğini sıraladı. Anlatıyor da, anlatıyor...

Fesüphanallah, bana ne !

Sonra, o sırada tekrar yanımıza gelmekte olan çocuğu gösterek birden ekledi: ‘ama, hayatımdaki tek erkek, oğlum...’

* * *

ANLADIM
, biraz irasyonel konuşmasıyla nedense şimdi beni daha çok cezbeden sarışın anneyi fethetmeye çalışmanın yöntemi mutlaka oğlundan geçecek.

‘Antuvan, bir meyva suyu daha ister misin ?’ dediğimde çocuk yine nazikane şekilde reddetti. Bilgisayar üzerinden denemeye karar verdim ve ‘internette çok geziniyor musun, yoksa benim gibi şöyle bir mi bakıyorsun ?’ diye sordum.

Olta nasıl da tuttu ! Oğlan pırıltılı gözlerle, ‘annem, derslerimize engel olur diye internete bağlanmamıza izin vermiyor. Halbuki pek seviyorum’ dedi.

O zaman, yine Antuvan'a hitap ederek ama bar uğultusunda Tanya'nın da duyabileceği sesle ‘saat daha çok erken ve yarın da okulun yok. Hadi, anneni kandır da hep beraber bana gidelim. Ekranda istediğin kadar gezin’ dedim.

Mest olmuş çocuk melul melul annesine baktığında, Tanya'nın ‘ne münasebet’ reaksiyonuna rağmen artık işin çantada keklik olduğunu farketmiştim.

Bu defa kadına dönerek, ‘canım zaten çok yakında oturuyorum. Eh, her halde de ‘‘Karın Deşen Cak’’ olmadığımı anlamışsınızdır. Oğlunuzu sevindirin’ diye üsteledim. Ve, olurdu, olmazdı; geçti, erkendi; hesap benimdi, onundu; kısa bir müddet sonra üçümüz birden dairemin giriş kapısından içeri giriyorduk.

* * *

YER
, şahıs ve olay itibariyle gerçekle hiçbir ilgisi bulunmayan ve tamamen benim tahayyül dünyamdan çıkmış olan ‘Tanya’nın tefrikası'ndaki üçüncü bölüme gelecek pazar devam edeceğim.
Yazarın Tüm Yazıları