GeriSeyahat Tanrıların Dağı
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Tanrıların Dağı

Tanrıların Dağı

Kuzey Ege'de yaptığım gezinin üçüncü ve son durağında şimdiki adıyla Kaz, antik dönemdeki adıyla İda Dağı vardı. Dağın her köşesi ayrı bir antik söylenceye konu olmuştu. Bu söylenceleri okuyarak dağı gezmek, insanı bir başka boyuta taşıyordu adeta.

Assos'tan istemeye isteme ayrılıp, sahile paralel uzanan yoldan, İda Dağına (Kaz Dağı) doğru telaşsız bir tempoyla ilerlemeye başladım. Yol zeytinlikler arasında kıvrılarak ilerliyordu ve arada bir önüme çıkan traktörlerden başka etrafta kimsecikler yoktu.

Küçükkuyu'da ara yoldan ana yola çıktım. O andan itibaren de zeytin ormanları, yerini şekilsiz bina ormanlarına terk etti. Hele Altınoluk'taki kötü yapılaşmayı görünce, buralardan bir an önce kaçmak gereğini duydum. Tahtakuşlar tabelasından sapıp, çirkinleri arkamda bıraktım. Soluklanmak için bir yer ararken kendimi ‘Dost’ adlı kahvede buldum. Bir zeytin ağacının gölgesinde demli bir çay içtim. Kahvenin sahibi Hacı Bey'e, saf zeytinyağı aradığımı söyledim. Benim aradığım, değirmen taşlarının arasında ezilerek pelte haline gelen zeytinin, sıkılmadan önce üstünde biriken saf yağ idi. Eski usül sıkım yapan yerler azaldığı için, bu yağı bulmak artık neredeyse olanaksızdı. Umutsuzdum ama şansımı bir denemek istemiştim.

Hacı Bey, ‘sen burun yağı istiyorsun’ deyince gözlerim parladı. Hacı bey bu zeytinyağından elinde biraz bulunduğunu, ilaç olarak kullandığı için veremeyeceğini söyledi. Hacı üşütünce, bu yağı karabiberle karıştırıp sırtına sürdürüyormuş. Ayrıca her sabah yarım fincan içiyormuş. Onun için de hiçbir zaman grip olmazmış. Yalvar yakar ikna ettim. Oğlunun peşine düşüp köydeki eve gittim. 1,5 litrelik su şişesini güç bela doldurttum. Şimdi bu zeytinyağını kıyıp da yiyemiyorum.

KÖY MÜZESİ

Köyün çıkışında bir müzeyle karşılaştım. Ali Kudar'ın kurduğu bu özel müzede, Alevî kültürünün yok olmaya yüz tutan giysilerini, takılarını, üretim aletlerini, başlıklarını, keselerini ve daha birçok eşyayı seyrettim.

Tahtakuşlar Köyü'nden sonra yine anayola çıkıp, bu kez Zeus Altarı'na doğru saptım. İda Dağı aslında tek bir dağ değildi. Edremit Körfezi'ne paralel uzanan ve kuzeyde Baba Burnu ile son bulan bir silsileydi. Sicilyalı Diodore'a göre İda Dağı bu adı, Girit Kralı Melissee'nin kızı İda'dan almıştı.

Altar olduğu iddia edilen koca bir taş blokun üstüne tırmandığımda nefes nefese kalmıştım. Bulunduğum yerden neredeyse bütün Edremit Körfezi'ni görebiliyordum. Söylencelere göre Tanrı Zeus, Truva Savaşı'nı buradan seyretmişti. Sırtımı bir taşa yaslayıp, Antik çağdaki İda Dağı'nı düşündüm.

Okuduklarıma bakılırsa bu muhteşem dağ, bir sürü oyunun oynandığı bir tiyatro sahnesi gibiydi. Tanrıça Kibele, Zeus'u bu dağda doğurmuştu. Zeus karısı Hera ile bu dağda evlenmişti. Yağmur toprakla ilk kez bu dağda buluşmuştu. Ayrıca sularının sihirli olduğu kabul edilen Skamandros Nehri (Küçük Menderes) bu dağdan doğmuştu. Söylenceye göre, Truva'nın bakireleri düğünlerinin arifesinde, Skamandros nehrinin sularında yıkanıp, ‘Ey Skanmandros, bekaretim senin olsun’ diye bağırırlardı. Bu suda yıkanan kadınların saçları altın sarısına dönüşüyor, ciltleri ise bir ipek gibi pürüzsüz oluyordu.

GÜZELLİK YARIŞMASI

Yine dünyada ilk güzellik kraliçeliği seçimi bu dağda yapıldı. Öykü kısaca şöyle gelişti: Nifak Tanrıçası Eris, elindeki altın elmayı şölen masasına fırlatır. Elmanın üstünde ‘en güzele’ yazısı vardır. Tanrıçalardan Hera, Afrodit ve Athena, elmayı kapabilmek için kıran kırana bir mücadeleye girişirler. Zeus ‘en güzeli’ seçme işini Paris'e bırakır. Paris, karar verebilmek için üç tanrıçayı İda Dağı'na davet eder. Halikarnas Balıkçısı'na göre, Athena dağa giderken her zamanki gibi zırhlara bürünür. Hera başına tacını takar, üstüne gerdanından beline dek düz kırmalarla inen bir çeşit bluz giyer. Afrodit ise vücudunun tüm hatlarını gözler önüne seren, mavi renkli incecik bir kumaşa sarınır.

Tanrıçalar altın elmaya sahip olabilmek için, Paris'e çeşitli vaadlerde bulunurlar. Hera, Avrupa ve Asya hükümdarlığını, Athena Akhalarla yapılacak savaşta zafer kazanmayı, Afrodit ise dünyanın en güzel kadınını vereceğini söyler. Paris uzun uzun düşündükten sonra, elmayı Afrodit'e verir. Hikayenin sonunda Paris, dünyanın en güzel kadını Helena'yı kaçırır. Ve tarihteki müthiş Truva savaşı çıkar.

Zeus Altarı'nın üstünde, tüm bu söylencelere dalıp gittim. Dağın görkeminden öylesine etkilendim ki, aşağıda kilometrelerce uzanıp giden, çirkin yapılaşmayı bile görmemezlikten geldim. Akşamın serinliği üşütmeye başlayınca arabaya binip, önce biraz ilerideki Adatepe Köyü'ne gittim. Daracık sokaklarında dolaştığım köyde, birçok evin, kentli yeni sahipleri tarafından restore edildiğini gördüm. Oradan akşamı geçireceğim Yeşilyurt köyüne doğru direksiyon kırdım.

SİYASETİN AZİZLİĞİ

Bundan 600 yıl önce, Oğuz boylarından biri olan Çepniler tarafından kurulan bu köyü görünce adeta ‘çarpıldım’. Kaz Dağı'nın yamacında, zeytin ve çam ağaçlarıyla sarmalanmış olan köyün taş evlerinin neredeyse tümünün, aslına uygun onarıldığına şahit oldum.

Taş evlerde ve parke döşeli daracık sokalarda, bir zamanlar Türkler'in ve Rumlar'ın barış içinde yaşadıklarını öğrendim. Gördüğüm kadarı ile, yapılaşmada Rumların etkisi daha fazla olmuştu. Örneğin Giritli Rum taş ustalarının yaptığı köy camiinde bile bir kilise havası seziliyordu.

Köyde birbirinden güzel birkaç tane otel, pansiyon ve devre mülk vardı. Ben daha önce bir fuarda tanıdığım Avukat Mehmet Öngen'in, tepede bir kartal yuvasını andıran ‘Öngen Country Hotel’in de karar kıldım.

Mehmet Öngen, köyün yerlisiydi. Bir zamanlar sosyal demokrat bir partinin Çanakkale İl Başkanlığı'nı yapmış, sonra siyasetteki vefasızlıklar yüzünden, hem avukatlıktan hem de siyasetten vazgeçmişti. Bence çok da isabet etmişti. Çünkü onun köye dönmesiyle birlikte, birçok güzellik de gün yüzüne çıkmıştı. Mehmet Öngen, çok ünlü bir mimarla işe başladığı otel inşaatını, daha sonra eşi Zühal Hanımla birlikte tamamlamıştı. Doğaya öylesine düşkündü ki, inşaat sırasında arazideki ağaçlardan hiçbirini kestirmemiş, binayı onlara göre şekillendirmişti.

Akşama kadar köyün daracık sokaklarında gezindim durdum. Güneş batışa geçince, zirvede bir kaleyi andıran otele döndüm. Terasa oturup, bir kadeh içki söyledim. Mevsim henüz açılmadığı için benden başka müşteri yoktu. Arabadan Miles Davis'in ‘Siesta’ adlı diskini alıp, disk çalara koymalarını rica ettim. Bir kadeh içki söyledim. Ege Denizi'ne doğru hayallere dalıp, İda Dağı'nın keyfinin en güzel buradan çıkarılacağına karar verdim.

Ertesi gün, gri bulutlardan dökülen yağmurla birlikte, istemeye istemeye İstanbul'un yolunu tuttum.
False