Tamam mı, devam mı?

TÜRKİYE’nin Gümrük Birliği’ni yeni on üyeye teşmil eden protokolü imzalarken bunun ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımak anlamına gelmediğini belirten deklarasyonuna karşı tepkisini, AB, uzun pazarlık ve tartışmalardan sonra, nihayet bir karşıt deklarasyon şeklinde saptadı.

Bu deklarasyonun Türkiye için kabul edilebilir bir nitelikte olması amacıyla dönem başkanı İngiltere’nin sarf ettiği yoğun çabalara rağmen sonucun tatmin edici olduğunu söylemek imkánsız. Nitekim Dışişleri Bakanlığı, deklarasyonun Türkiye’ye haksızlık ettiğini ve yeni unsurlar içerdiğini vurgulamakta gecikmedi.

Ancak, bu satırların yazıldığı ana kadar, hükümet deklarasyon metnini 3 Ekim’de müzakerelerin başlamasına bir engel olarak gördüğünü ifade etmiş değil.

***

AB’nin karşıt deklarasyonunun altını çizdiği birinci nokta, Türk deklarasyonunun protokolün bir parçasını teşkil etmediği ve Türkiye’nin yükümlülükleri üzerinde hukuki bir etkisi olmadığıdır. İkincisi, AB, protokolün tam ve ayrımsız uygulanmasında ve malların serbest dolaşımı üzerindeki kısıtlamaların, ulaşım üzerindeki kısıtlamalar dahil, tam olarak kaldırılmasında ısrarlıdır.

AB, Türkiye’nin tutumunu yakından izleyecek ve 2006 yılında değerlendirecek. Türkiye bu taahhüdünü yerine getirmediği ve limanlarını Kıbrıslı Rum gemilerine açmadığı takdirde konuyla ilgili başlıklar üzerinde müzakereler başlamayacak. Ayrıca müzakerelerin tamamında ilerleme kaydedilemeyecek.

Üçüncü nokta, tanımayla ilgili. Deklarasyon, tanımayı üyelik sürecinin bir gereği olarak görüyor. 2006 yılında bu konudaki ilerleme de izlenecek. Deklarasyon metninin sonunda ise BM Genel Sekreteri’nin çözüm çabalarına destek verilirken çözümün BM Güvenlik Konseyi kararlarına ve AB’nin temel prensiplerine uygun olması gerektiği belirtiliyor.

***

AB deklarasyonu, müzakerelerin başlaması arifesinde Türkiye’yi kolay kolay kabul edemeyeceği koşullarla karşı karşıya bırakmaktadır. Deklarasyonun hukuki değil, politik bir belge olması fazla bir şey değiştirmez. Uluslararası ilişkilerde politik belgeler bazen hukuki belgelerden bile fiilen daha bağlayıcı olabilir.

Deklarasyon, Türkiye’den Kıbrıs hakkında spesifik taleplerde bulunmakla kalmıyor, AB ülkelerini ortak bir politika etrafında birleştiriyor. Türkiye’nin bir çıkış yolu bulması lazım. Limanların Kıbrıs Rum gemilerine açılmasını, KKTC limanları üzerindeki kısıtlamaların kaldırılmasıyla irtibatlandırmakta ısrar edebiliriz; fakat sonuç alabileceğimiz çok şüpheli.

Tanımaya gelince, çözüm olmadan tanımayı kabul edemeyiz; çünkü böyle bir tanıma en kötü çözüm demektir. Gerçek bir çözüm perspektifi ise ufukta gözükmüyor. Deklarasyondaki AB temel prensiplerine atıf, Annan Planı’ndaki gibi Kıbrıslı Türklerin lehine öngörülebilecek derogasyonların, örneğin Kuzey Kıbrıs’a Rumların yerleşmelerini kısıtlayan düzenlemelerin artık kabul edilmeyeceği anlamına gelir.

Çözüm için müzakerelerin başladığı varsayılsa bile KKTC halkının referandumla kabul ettiği son Annan Planı’ndaki avantajların önemli bir kısmından feragat gündeme gelecek.

***

AB deklarasyonunu KKTC Cumhurbaşkanı da olumsuz karşıladığına göre Türkiye artık 3 Ekim’den önce bir tercih yapmak mecburiyetinde.

Hükümet, ya 3 Ekim’de müzakerelere başlamayı kabul eder ve 2006’da karşılaşacağı açmazları aşmasını sağlayacak bir politika geliştirmek iradesini ortaya koyar veya bunu yapabileceğine inanmıyorsa, gereken politik ve kurumsal destekten emin değilse, şimdiden ipleri koparır.

Olabileceği kadar zor bir karar. Kaldı ki müzakere çerçevesine yeni koşullar getirilip getirilmeyeceğini daha net olarak bilmiyoruz. Önümüzdeki hafta hükümeti çok çetin bir sınav bekliyor.
Yazarın Tüm Yazıları