Taksim Parkı’nda tek başına

Geçen perşembe sabahı Taksim’deki Gezi Parkı’na gittim. Salı günü buldozerler ağaçları sökmek üzere parka girmiş, göstericilerin direnciyle karşılaşınca faaliyet durdurulmuştu.

Haberin Devamı

Bu olayın hemen ertesinde çarşamba günü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da Üçüncü Köprü’nün temel atma törenindeki konuşmasında sözü parka getirip şöyle seslenmişti: “Birileri Taksim Gezi Parkı şöyle olmuş, böyle olmuş; orada gösteri yapacaklar, şudur, budur, vesaire... Ne yaparsanız yapın, biz kararı verdik. Verdiğimiz gibi bunu işleyeceğiz... Biz orada tarihi yeniden ihya edeceğiz...”

***
   
İnsanlar mekânlarla da vedalaşır. Benim ziyaretim, buldozerlerin girişi ve özellikle Başbakan’ın bu çıkışını yapmasından sonra bir tür vedalaşmaydı Gezi Parkı ile. Bir daha hiç görmeyeceğinizi bildiğiniz bir dostla son kez birbirinizin gözünün içine bakarak el sıkışıp ayrılmanız gibi. Küçük, mütevazı bir tören diyelim.
Kışla inşaatı başlamadan, içindeki alışveriş merkezi ve rezidanslar yükselmeden o mekânda bulunmak, çevreyi hissetmek, zamanın akışını orada parkın içinde izlemek, duymak istedim.
Çocukluğumdan beri muhtemelen yüzlerce kez içinden, yanından geçtiğim parka günün birinde böyle bir vedalaşma için adım atacağım aklımın uçundan bile geçmezdi. Taksim Meydanı’ndaki merdivenlerden çıktım, barikatlarla çevrili prefabrik polis merkezi ve zırhlı araçların bulunduğu bölümün sağındaki dar yoldan geçip parka girdim ve banklardan birine oturdum.
Hemen solumda çocuk parkında biri kız, diğeri erkek iki çocuk tahterevallide oynamaktaydı. Biri yükselirken, diğeri iniyor ve bu hareketi hiçbir aceleleri olmaksızın tekrarlayıp duruyorlardı. Bir ara tahterevalliden inip yerlerini değiştirdiler ve yeniden hareketlerine devam ettiler. Niye pozisyonlarını değiştirdikleri benim için bir muammaydı. Yanımdaki banklarda tek tük insanlar hareketsizce oturuyordu. Biraz ileride adamın biri ağacın gölgesi altında çimenlerin üstünde derin bir uykuya dalmıştı.
Uyuyan yalnızca o değildi. Çocuk bahçesinin yanındaki ağacın gölgesinin altında da kalabalık bir köpek grubu uyuklamakla meşguldü. Onların da pek hareket etmek isteyen bir halleri yoktu. Galiba parkın en çok tadını çıkaran, hakkını veren kargalardı. Yere konup ortalığı kolaçan ediyor, sonra yeniden havalanıyor, bir tur attıktan sonra yeniden çimenlerin üzerine konuyor, bir süre zıplayarak zemin üstünde yol aldıktan sonra yeniden yükseliyorlardı. Bir de hemen solumda kargaların olduğu tarafa geçmemeye özen gösteren serçeler vardı. 

***
   
Dışarıdan kentin uğultusu, arkadaki caddeden geçen taşıtların sesi, ağaçların filtresinden geçtiği için olsa gerek insanı rahatsız etmeyen bir uzaklık taşıyordu. Parktan içeri adım atmanızla birlikte zamanın daha dingin aktığı, gökyüzünün mavisiyle ağaçların, çimenlerin yeşilinin buluştuğu ayrı bir dünyanın içine adım atmış oluyordunuz. Bir parkın hayatımızın içinde nasıl ayrı bir pencere açabileceğini, doğrusu geçmişte hiç bu kadar yakından hissetmemiştim. Bunun için pencerenin kapanmaya başlaması gerekiyormuş. Evet, şimdi vedalaşma zamanıydı; bizim arkadaşlarla da, kargalarla, köpeklerle ve serçelerle...
Kalktım, Pangaltı istikametine doğru yürümeye başladım. Parkın Divan Oteli’ne bakan sınırına yaklaştığım sırada çevreye yayılmış insanların hareketlerinden bir olağanüstülük olduğunu anladım. Sabaha karşı 05.00 sularında polis baskın yaparak, geceyi burada ağaçların kesilmesine karşı nöbet tutmak üzere küçük çadırlarda geçiren insanları dağıtmış, çadırlar ateşe verilmişti. Yanan çadırlardan geriye kalmış olan kararmış paçavralar, kömürleşmiş gibi duran zemin burada tatsız bir şeyler olduğuna işaret ediyordu.
Bu arada, parka doğru bir hareketlilik başlamıştı. Sabaha karşı yapılan baskını duyan insanlar tepki içinde yavaş yavaş parka geliyordu. Bir pusuya, bir suikasta duyulan infial gibi bir ruh haliydi ortalıkta gezinmeye başlayan.
İtiraf etmeliyim ki, o noktada bu hareketlenmenin bir yere varabileceği konusunda çok da iyimser olamıyordum. Uç vermekte olan tepkinin parkın kaderini değiştirebilecek bir kritik yoğunluğa erişebileceği konusunda fazla bir umudum yoktu. Başbakan bir gün önce “Ne yaparsanız yapın, biz kararı verdik” demişti. Onun dediği olacaktı. Aynen Kars’ta “Ucube” deyip “Yıkın” talimatı verdiği heykelin parçalanıp aşağı indirilmesinde olduğu gibi...

***
   
O sabah Taksim Gezi Parkı’na bu karamsar düşünceler içinde veda ettim.
Tam iki gün sonra cumartesi gecesi hava karardıktan kısa bir süre sonra Taksim Meydanı’nı kaplamış kalabalığı yararak parkın girişindeki merdivenlere ulaştım. Merdivenlerin üzerinde yüzlerce genç insan oturuyordu. Yanlarından geçerek güç bela parka girebildim.
Aynı mekânda mıydım?
İki gün gibi kısa bir zaman diliminin içinde bir şey değişmişti. Tarihi ihya etmek üzere kıyılmasına karar verilen Taksim Gezi Parkı’nda ağaçlar tarihin çizgisinde artık yeni yapraklar açacaktı.

Yazarın Tüm Yazıları