Tahminlerle yazmak yanıltır

Güncelleme Tarihi:

Tahminlerle yazmak yanıltır
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 09, 2011 01:11

PKK’nın Ilgaz Dağı’ndaki saldırısıyla ilgili haber, Hürriyet’te, “Konvoya pusu” başlığıyla yer aldı.

Haberin spotunda, “Çankırı yolunda, Başbakan Erdoğan’ın seçim otobüsünde olduğunu zanneden teröristler konvoyu çapraz ateşe aldı” deniliyordu. Abdullah Küçükyaylı adlı okur, bu spottaki “Teröristlerin Erdoğan’ın otobüste olduğunu zannettiği” ifadesini eleştirdi: “Bugünkü başlığınızı hayretler içinde okudum. Nereden biliyorsunuz öyle zannettiklerini? Daha kimse yakalanmadı, buna dair bir açıklama yok. Hayır aslında onlar zannetmemiş, siz öyle zannettiklerini tahmin etmişsiniz.”

Okur haklıydı. Zaten haberin içinde “zannetme”ye neden olacak en küçük bir veri yoktu. Dolayısıyla neye dayanarak “Başbakan’ın otobüste olduğunu zannettikleri” sonucuna ulaşıldığı anlaşılamıyordu. Zaten saldırıda otobüs hedef alınmamıştı, otobüse isabet eden tek bir mermi bile yoktu!

Saldırının Başbakan Erdoğan’a yönelik bir suikast girişimi olmadığı konusundaki resmi açıklama da bir gün sonra geldi. Kastamonu Valisi Erdoğan Bektaş’a göre, saldırganlar, bırakın Erdoğan’ın otobüste olduğunu zannetmeyi, o konvoyun AKP’ye ait olduğunu bile bilmiyorlardı:

“Teröristler saldırmak için bir polis aracı bekliyorlardı. İlk gördükleri polis aracını silahla taradılar ve önce aracın şoförünü hedefleyerek atış yaptılar. Olay, ‘Başbakan’ın konvoyuna saldırı’ şeklinde yansıdı. Ama bizim değerlendirmemiz, bu olayın Başbakan’ın konvoyu niyeti ve bilgisiyle olmadığı şeklinde.”
Dahası, Vali Bektaş’ın bu sözleri, PKK’nın saldırıyı üstlenirken yaptığı açıklama ile de doğrulandı. PKK açıklamasında, saldırının “seyir halindeki polis aracına yönelik olduğu” vurgulanırken, “Eylem, sadece polislere yönelik olarak gerçekleştirilen bir eylemdir. Ne sivillere, ne de Başbakan’a yönelik bir girişimimiz olmamıştır” denildi.

Sanırım durum yeterince açık. “Başbakan Erdoğan’ın otobüste olduğunun zannedilmesi” gibi bir durum yok. Bu örneğin de gösterdiği gibi, haber yazarken, somut verilere, bilgilere dayanmamız gerekli. Tahminlere dayanarak ne haber, ne de spot yazılabilir. Yazılırsa da işte böyle bir gün bile geçmeden yalanlanır; bir gazetecilik yanlışı olarak arşivlerdeki yerini alır.

Araştırmalara güvenmenin koşulları

SEÇİMLER yaklaştıkça gazete ve televizyonlarda hemen her gün farklı bir kamuoyu araştırması ile karşılaşıyoruz. Partilerin seçimlerde alması beklenen oy oranları hepsinde farklı çıkıyor. Bu araştırmalar ister istemez, amaç kamuoyunu bilgilendirmek mi, maniple etmek mi sorusunu akla getiriyor. Her medya mensubu bu soruya farklı yanıtlar verebilir.

Geçmiş seçimlere bakarsak, bu ülkede hem araştırma şirketlerinin çok büyük bir çoğunluğunun araştırmalarının doğru çıkmadığını, hem de partiler ve kimi medya kuruluşlarının bu araştırmalarla seçimleri yönlendirmeye çalıştığını görebiliriz. Öyle olmasaydı, her seçimden sonra “Hangi araştırma şirketi seçim sonuçlarını bildi?” diye araştırma gereği duymaz, sonuçlara biraz olsun yaklaşan şirketi “En iyi bilen” diye baş tacı etmezdik.

Elbette Türkiye’de araştırma yapmanın, sosyolojik ve siyasi koşullardan gelen zorlukları var. Araştırma ne kadar bilimsel ölçütlere uyarsa uysun gerçeğe uygun bir sonuç elde etmek kolay değil. Araştırmanın niteliğini geçelim, bir de yüzer gezer oyların sayısının fazlalılığı nedeniyle seçimlere yaklaştıkça oranların hızla değişebilmesi ya da siyasi gelişmelerin bu oylarda ani değişikliklere neden olması gibi ihtimalleri de hesaba katmak gerekiyor. Bütün bu nedenlerle son derece iyi niyetle yapılmış olsa da anket sonuçları yayınlamak hayli riskli olabilir. Yine de genel seçmen eğilimlerini, partilerin yaklaşık oy durumlarını kamuoyunun öğrenebilmesi açısından araştırmaların yayımlanmasında yarar olduğuna inanıyorum. Araştırmaların ortaya çıkardığı veriler, kuşkusuz seçmeni yönlendirebilir. Ama aslına bakarsanız her bilgi biraz yönlendirme içerir. Bu yönlendirmenin kötü niyetli, manipülasyon amaçlı olmaması açısından araştırmaların güvenilir yöntemlerle yapılması ve bu yönteme ilişkin verilerin de ilan edilmesi gerekir. Mesela bir araştırmayı kimin yaptırdığı önemlidir. Bir araştırmayı diyelim AKP yaptırmışsa farklı yorumlarsınız, CHP yaptırmışsa farklı.

Hürriyet’in Yayın İlkeleri, kamuoyu araştırmalarının nasıl yayımlanacağı konusuna şöyle yaklaşıyor: “Bütün kamuoyu araştırmaları, araştırmayı yapan kuruluşun adı, kimin talebi ve finansmanı ile yapıldığı, tarih ve görüşülen kişi sayısı ve araştırma metodu açık olarak belirtilerek yayımlanır.”
Hürriyet’in bu ilkesi, Türkiye ve dünyada gazeteciliğin bugüne kadar yaşadığı deneyimlerden damıtılmış bir sonuç aslında. Bu ilkede soruna son derece doğru, önyargısız yaklaşılmış. Okurun araştırmaları doğru biçimde algılayabilmesini sağlayacak bu kurallara bütün medya kuruluşlarının uyması gerekli. Tabii bu sadece seçimlerle ilgili değil, bütün araştırmalar için geçerli.

Belki de en doğrusu, gazetelerin kendilerinin araştırma yaptırması. Gazetesine güvenen okur, araştırmanın tarafsızlığına daha çok inanacaktır. Gazeteler de yönteminden, hangi koşullarda elde edildiğinden emin oldukları verileri okuyucularına sunmuş olacaktır. Araştırma yaptırmak her zaman mümkün olamıyor elbette.

Akreditasyonun kırmızı çizgileri

HATIRLARSINIZ, Başbakanlık, Hürriyet muhabirleri Turan Yılmaz ve Hasan Tüfekçi’nin de aralarında bulunduğu yedi gazetecinin akreditasyonunu iptal etmişti. Kasım 2008’deki bu uygulama yargıya taşınmıştı.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, akreditasyonu iptal edilen gazetecilerden biri olan Evrensel Gazetesi Muhabiri Sultan Özer’in açtığı davada, “yürütmenin durdurulması” kararı verdi. Kararın gerekçesinde, Anayasa’daki “düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü” ve “basın özgürlüğü” ilkeleri ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki ifade özgürlüğü maddesine atıfta bulunulması dikkat çekici.

Kararda, “objektif ilkeler belirlenmesi ve haber alma hakkının kolaylaştırılması çerçevesinde akreditasyon kuralları konulabileceği” kabul ediliyor. Ancak bu kurallarla “basının bilgi edinme, haber yapma ve yorumlama hakkının yanı sıra toplumun bilgi edinme hakkının zedelenmemesi, basın özgürlüğünü kısıtlamaması gerektiği” de vurgulanıyor.

Demek ki neymiş? Subjektif kurallara bağlı akreditasyon, basın özgürlüğüne, kanunlara, Anayasa’ya, İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırıymış! “Senin gazeteciliğini beğenmedim, sen burayı izleyemezsin” diyerek akreditasyon iptal edilemezmiş. Bilumum akreditasyon uygulayıcılarına duyurulur...

Okurdan kısa kısa

Elif Çoban: Yazım konusunda çok hata gördüğümü bildirmek isterim. 28 Nisan tarihli Ankara ekini okursanız ilk sayfa manşetin sol tarafında “Sigorta” yazılması gerekirken “Sigirta” yazıldığını görebilirsiniz. Lütfen bu konuda daha dikkatli olunmasını rica ediyorum.

Zafer Korkmaz: Trabzonspor’a bakışınız maalesef hiç değişmedi. En fazla, “Aferin Trabzon’a, şampiyonluğu sonuna kadar kovaladı ve gönüllerin şampiyonu oldu” payesiydi hak ettiğimiz. İstanbul takımlarını yani öz evlatlarınızı hırslandırmak içindik biz. Trabzonpor’un Beşiktaş maçında verilmeyen penaltı sonrası o sert çıkışını itidal çağrıları ile sindiren, Gaziantep maçı sonrası Fenerbahçe adına silahı ilk çeken sizler oldunuz. TS başarılıdır ama şampiyon olamıyor ama sizler de sadece Türkiye’de pratiği yapılan standartlarda gazeteciler olarak başarılısınız!

Nezir Üstman: 6 Mayıs’ta çıkan “Çocuklara havai fişeklerle saldırdılar” haberinde o saçmalığı yapan iki gence mesela neden maganda değil de terörist dediğinizi anlayamadım. Ama zaten üç cümlelik haber de o kadar karmakarışık, cümleler kırık dökük ki, diyecek söz bulamadım.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!