Prof.Dr. Mikdat Kadıoğlu
Prof.Dr. Mikdat Kadıoğlu
Prof.Dr. Mikdat KadıoğluYazarın Tüm Yazıları

Tahminlerle kaygılanmayalım afetlere doğru dürüst hazırlanalım

Bugün 17 Ocak 1995’te Japonya’nın Kobe şehrinde yaşanan depremin onuncu anma yılı. 2003 yılının yazında bu şehrin deprem deneyimli yetkililerine ben de ‘deprem havasını’ sormuştum.

‘Sizce hangi mevsim, hangi saat, hangi gün, hangi hava şartları deprem olması için en tehlikelidir?’ Yanıt, ‘Sıcak bir yaz günü, hafta ortası ve öğlen saati.’

Günümüzde ise halk arasında farklı bir ‘deprem havası’na ilişkin söylentiler var. Örneğin, ‘depremler daima gece olur’, ‘Kuru ve sıcak hava, deprem habercisidir.’ Birkaç büyük şiddette depremin yazın sabahın erken saatlerinde meydana gelmesi, insanlarımızın böyle bir genelleme yapmasına neden oluyor. Böylece birçok insan depremlerin belli hava durumu koşullarında olduğuna inanıyor.

Aslında daha önce burada yazdığım gibi hava durumu ve depremler arasında doğrudan bir ilişki yok. Depremler yer kabuğunun kilometrelerce altında oluyor. Dünyanın her yerinde ‘deprem havası’yla ilgili hikayeler vardır ama onlar genelde o bölgeyi en çok etkileyen depreme ilişkindir. Ancak bunların bilimsel bir dayanağı yok. Olsaydı, meteorologların büyük bir kısmı şimdi işini gücünü bırakıp deprem tahminleri yapıyor olurdu...

Gerçekte ise depremler günün her saati ve yılın her mevsimi olabiliyor. Böylece, kayıtlara geçmiş ve Türkiye’de hasar yapan depremlerin yılın her ayında, diğer bir deyişle her türlü hava şartlarında oluştuğunu görmek mümkündür.

Afet yöneticileri, arama-kurtarma ekipleri de hava şartlarından farklı nedenlerden dolayı endişe eder. Şimdi Güney Asya’da olduğu gibi tsunami felaketinden geri kalanları, sıcak havalar nedeniyle kolera, susuzluk, sıtma ve humma gibi salgın hastalıklar tehdit ediyor. Enkaz altında belli bir süre kalan afetzedeler için serin havalar hipodermi tehlikesi oluşturur ama soğuk hava arama-kurtarma ekiplerinin ve gıda maddelerinin korunmasıyla birlikte salgın hastalık olmaması için tercih edilir.

ÇOCUKLARIMIZA ÇÖK-KAPAN-TUTUN’U ÖĞRETTİK Mİ?

Hafta sonu ve hafta başında insanlar daha çok evlerine yakın bir yerde olurken hafta ortasında evden uzakta bir yerde olma şansı daha fazladır. Benzer şekilde en fazla insanın dışarıda olduğu saat ise öğlene denk geliyor olmalı.

‘Bir arkadaşımın Kandilli Rasathanesi’nde tanıdıkları var. Dediğine göre yetkililer belediye başkanına büyük bir deprem olacağı haber vermiş...’ Her depremden sonra, ‘Kandilli’ ile başlayan ve yakında çok daha büyük bir depremin olacağına dair böyle söylentiler de var. Bu söylentiler resmi kurumlarca yalanlanınca da ‘halkın paniğe kapılmasını önlemeye çalışıyorlar’ denilir.

Halbuki ne Kandilli, ne de dünyanın başka bir deprem araştırma merkezi, depremin hangi gün ve ne büyüklükte olacağına dair kısa vadeli tahminde bulunacak bir teknolojiye sahip değil...

Bu nedenle, Türkiye’de resmi ve/veya bilimsel raporlarda görülen ‘Deprem Tahmini’ ya da ‘Deprem Erken Uyarı Sistemi’ vb ifadeler de sadece birer temenniden ibarettir ya da ‘Deprem Erken Müdahale Sistemi’ demek istemektedirler... Yoksa bu çevreler olmayan deprem tahmininden bahsederken, deprem tahmini yapanlara kızmaya hakları olmazdı!

Depremden önce başlayıp deprem anına kadar görülen ışımalar; deprem sırasında bastıran sis; depremden önce görülebilen çizgi bulutlar; renkli gökyüzünün 7’den büyük depremden bir-iki ay önce görülmesi; sönmüş ya da kırmızı renkli ayın depremden önce görülmesi; UFO olarak yorumlanan floresan ışığı parlaklığındaki ateş toplarının bir ay öncesinden görülmesi; yere çok yakın, çok sayıda ve çok parlak yıldızların depremden önce görülmesi; aniden çıkan, çok şiddetli rüzgarların depremden 10-12 saat önce ortaya çıkıp birkaç dakika kala kesilmesi; sıcak, nemli, çok sıkıcı havalar... Bunlar ya birer rastlantı ya da normal doğa olaylarıdır; deprem tahmininde henüz kullanılmamaktadırlar.

Bunlara bakarak kaygılanmayalım, ama afetlere doğru dürüst hazırlanalım.

Bunlar depreme hazırlanmak için yapmamız gerekenleri bize unutturmasın. Artık söylentilere değil, gerçeklere bakmak zamanı. Daha çök-kapan-tutun hareketini bile öğrenememiş ve tüm çocuklarımıza öğretememişken, Marmara depremlerinden altı sene sonra hálá olmayan deprem havası ve tahminiyle oyalanmamız akıl kárı değil. Gerçekten istesek yönetimler ve halk el ele verip bu işin altından kalkabiliriz. Daha önce bunu başarmışız!

İLK KAPSAMLI ÇALIŞMA 1509’DA BİZDE OLMUŞ

Örneğin, İstanbul’da kayda geçen en büyük depremin olduğu 1509’da afetlere hazırlık bakımından önemli şeyler yapmışız. Padişah II. Beyazıt sadece yara sarmamış; zarar azaltıcı tedbirler de almış. Olağanüstü durum ilan etmiş ve 14 ila 60 yaş arası bütün erkekleri inşaatlarda çalıştırmış. Evi yıkılan her aileye 20 altın yardımda bulunmuş. Depremden sonraki altı ay içerisinde iki bin ev yaptırarak depremzedelere dağıtmış. Ayrıca ilk defa inşaatlarla ve yapılanmayla ilgili bir ferman yayınlayarak ilerisi için de kalıcı tedbirler almış. Dolgu zeminler üzerine inşaat yapmayı yasaklamış. Ahşap binaları teşvik etmiş. Taş binalarla ilgili yeni esaslar getirmiş.

Yani, tarihteki ilk kapsamlı kentsel dönüşüm ve afet zararlarını azaltma çalışmasını biz yapmışız! Ne diyelim Allah tamamına erdirsin!

Bugün, on sene sonra Japonlar depremde kaybettiklerini nasıl anıyorlar, afetlere hazırlık için neler yapıyorlar ve neler konuşuyorlar? Bunları öğrenmek için ben yine Kobe’deyim...
Yazarın Tüm Yazıları