Tabiat dayakla terbiye eder

Sevgili;

Hani geçen gün sormuştun ya, ‘Gazetede ne yazıyorsun? Burayı da yazıyor musun?’ diye... Yazıyorum. Meselá işte şimdi, işte sana yazıyorum.

Yan odadaki birine mektup yazdın mı hiç? O yaşların gelmiş olabilir mi? Sen matematik seviyorsun, yazıyla çiziyle pek işin yok, sıkılıyorsun gerçi... Bir tarafı salakça romantik kimi tipler vardır, evet, teyzen gibi; işte onlar, durduk yerde oturur, yan odadaki birine mektup yazarlar. Hatta o salak romantiklerin kimileri, evet, teyzen gibi, gazeteci olurlar ve bir de o mektubu, açık mektup şeklinde gazetede yayımlarlar.

Neyse işte...

Gelecek yaz, külliyatını kafana fırlatmayı planladığım bir yazar var; ismi Çetin Altan... Her iki dedenden de daha yaşlı, fakat ruhu sen yaşlarda gezinen bir adam... İşte o, sık sık -onun adına bu kadar kesin konuşmak haddimi aşar ama, sanki kendine de telkin edercesine sık- bir cümleyi tekrarlar: ‘Enseyi karartmayın; insanlık hiçbir zaman kötüye gitmez.’

Bu cümleyi en içinden zikretmeni tavsiye ederim minikom. Zira insan bazen, hatta ruhu depresyona karşı her daim aportta olan -evet, teyzen gibi- insanlar sık sık, karamsarlığa kapılabilir. Ahir zamanlarda kötümserlik çok kolaydır zira, şıpınişidir, umudun omurgasını dik tutmaksa, zor, çok zor zenaattir.

Metin Altıok’un bir sonesinde dediği gibi: ‘Sen gel bu işin kuralını değiştir / Mutsuzluk kader değil ehven bir iştir.’ Altıok’u da tanımıyorsun henüz. Şiirlerinde sık sık otellerden bahseden, iyi bir şairdi rahmetli. Cilve demeye dilim varmıyor, kaderin hunhar bir kahpeliği sonucunda, Sivas’ta, bir otelde, yobazlar yaktılar.

Eylül’de Çeşme ne güzel değil mi bebeğim; böyle vahim bahislerin yakışmayacağı kadar...

Gel gör ki geçen hafta Umut’un attığı SMS mesajı hálá cep telefonumda kayıtlı ve mesajı aldığımda mevzuun kakara kikiri geyiğini çevirmiştim, şimdiyse fena hálde tırsıyorum.

Umut, Miami’de olduğunu, rüyasında bana, Çeşme’ye gelmeye çalıştığını ama bir türlü ulaşamadığını yazıyordu.

Benim o sırada kasırgadan masırgadan haberim yok tabii... Dalga geçmiştim. ‘Kaba etini Miami’de yaymayı tercih ettiğinden olmasın?’ demiştim.

‘Yok be abi’ diye cevap gelmişti; ‘acayip bir fırtına var, köşedeki bakkala bile gidemiyoruz.’

Sonradan çıktı kokusu. O ‘acayip fırtına’ yüzünden, cazın mabedi New Orleans yerle bir şimdi. Koca şehir: Yok.

Allah’ın sopasının olmadığı gibi... Maymunlar sevimli ve zeki hayanlardır, maymunları harcamış olmayalım ama maymunların hakkını teslim ederek söyleyecek olursak, maymun suratlı bir lideri var New Orleans’ın da haritası dahilinde olduğu Birleşik Devletler Cumhuriyeti’nin.

New Orleans’taki feláketin olduğu sırada Teksas’taki çiftliğinde, tatil yapıyordu lavuk; yazık, kısa kesmek zorunda kaldı. Hatta hayatta yapmayacağı şeyi yaptı, tarihinde ilk kez, ABD halkını, benzin almamaya, benzini tasarruflu kullanmaya çağırdı.

Başkanlık uçağı Air Force One ile güvenlik duvarını delip, 762 metreye kadar alçalıp New Orleans’ın üzerinde turlamış ve gördüğü manzara karşısında şoka girip başını maşını sallamış. Sonra da dudaklarını titretip; ‘Tamamen yok olmuş’ buyurmuş.

Muhalefetteki demokratlar, yaşanan feláketle ilgili baştan sona onu suçluyorlar. Zira Katrina Kasırgası’nın New Orleans ve çevresini vuracağı geçen cumartesiden beri belliymiş, bu yüzden şehrin boşaltılmasına dair emir verilmiş.

Buna rağmen, Bush, Teksas’ta tatil olduğu için olaydan kopukmuş ve kurmaylarının durumun ciddiyetini kavraması da iki-üç gün almış.

Bunlar zaten her yere okyanus mesafesinde bir kıtaya yayıldıkları için dünyada olan biten olaylardan biraz kopuklar... Hadiseleri kavramaları da genelde biraz rötarlı tarifeden oluyor.

Eleman Washington’a, Beyaz Saray’a kasırgadan üç gün sonra dönmüş velhásıl.

Bunun yanında eski başkan adaylarından, muhafazakár politikacı Pat Buchanan, binlerce ulusal muhafız gücü askerinin Irak’ta olmasından dolayı afet bölgesindeki asli işlerin yapılamadığını söylemiş. Doğrudur minikom... Askerlerin, helikopterlerin, şunların bunların daha ‘mühim’ işleri var; Irak’ı işgál ediyorlar.

Irak’a demokrasi getirmek için hiçbir fedakárlıktan kaçınmıyorlar. O kadar kaçınmıyorlar ki geçen hafta, korkunun başlı başına tahrip gücü tarifsiz bir bombaya dönüştüğü Irak’ta, izdiham yaşanan bir anma töreninde, bomba olduğuna dair çıkan asılsız bir söylenti üzerine, ölümcül bir panik koptu. İnsanlar canlarını kurtarmaya çalışırken, birbirlerini çiğneyip köprülerden atladılar. Bine yakın insan öldü. Demokrasinin başı sağolsun.

Tabiat, ABD modeli demokrasiden pek anlamıyor bebeğim. Tabiatın, kendine has bir adalet anlayışı var.

Dayakla terbiye metoduna itibar ediyor biraz. ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer Dairesi’nin açıklamasına göre, bu sezonda dördü Katrina’nın şiddetinde olmak üzere, 12 yeni kasırga daha bekleniyormuş; iyi mi!

Son 11 yılın kasırgalar açısından en aktif sezonuymuş bu. 12’si Karayip kıyılarını vurması beklenen 21 Tropik kasırga bekleniyormuş.

G8 zirvesinde ‘Kyoto’ydu mıyotoydu, küresel ısınma bizi bağlamaz, Amerikalılar gönlünce tüketebildiği müddetçe no problem’ şeklinde dile gelen Süper Güç başkanı, önümüzdeki günlerde esas süpergücün kimin elinde olduğunu belki düşünür diyeceğim ama Allah yaratırken malzemeyi bol tutmamış, IQ hafiften düşük, algılama biraz kıt...

İnsanoğlu biraz tuhaf bebeğim. Kontrol edebilsin, edemesin, hemen her şeye bir isim takıyor, bir kimlik yüklüyor.

Meselá, nedendir bilinmez, kasırgalara pembe, savaşlara mavi giydiriyor. Kasırgalar genellikle isimlerini kadınlardan alıyor.

Benimse aklımda senin ödev için yazdığın o küçük hikáye var şu an. Hani şu sihirli yüzükleri olan, beş kızdan oluşan grubun hikáyesi...

Hani şu mor yüzüğünü bir kullansan diyorum. Hayat bayram olsa...

Her şey ama, bir yana, benim sihirli mor yüzüğüm sensin işte. Sana bakmak bir sihir, seni öpmek bir sihir...

Böyle işte mor yüzüğüm, kara muçom, canımın içisi minik farem...

Bunca kasvet kusmuşken gülücüğü aşmış bir suratla sırıtıyorsam, bil ki sebepsin.

Gibi arabeski aşan bir geyikle bağlar, az sonra seni ısıracağımı bilgilerine sunarım.

Seni seviyorum minikom; anlat bir şeyler de gülelim...

‘Hastasıyım uleeen!’ diye haykırma kıvamına geldim

Ziya Doğan bir röportajında söylemişti. ‘Teknik direktörlük karizmayla olsaydı, Kadir İnanır’ın Türkiye’nin en iyi teknik direktörü olması gerekirdi’ diye...

Kadir İnanır’la ilgili bir cümle kurulsun da içinden karizma kelimesi geçmesin, vaki değil, mümkün değil...

Türk erkeğinin karizmasından mı bahsedilecek, konunun içinden Kadir İnanır geçmesin, vaki değil, mümkün değil...

Ben bir zamanlar Kadir İnanır için çok başka kelimeler kullanırdım oysa. Yakışıklı meselá, diyebilirdim. Bıyıklı, diyebilirdim. Allah için çok iyi oyuncu, diyebilirdim.

Karizmatik? Bilemedim...

Her daim etrafa tek kaş havada kanlına bakar gibi bakmayı, kendini bir -izm’e dönüştürmeyi, her konuda leyyyn’li layyyn’lı esip gürlemeyi, karizmatikten ziyade komik bulduğumdan olsa gerek...

Gelin görün ki marazdan ve

-izm’den hayır doğar mı, doğuyormuş...

İlk kez Komser Şekspir’de kraliçe kostümü giydiğinde ‘karizmayı çizdirmekle’ itham edildiğinden beri Kadir İnanır’ı öyle karizmatik buluyorum ki öyle böyle değil.

Valla... Bonus peruk takıp, karizmayı bir kez daha çizdirdiğinde, kendilerine eni konu hayranlık beslemeye başladım.

Pis bakışlarıyla beyaz eşyacının camını çerçevesini indirmek suretiyle kendisiyle dalga geçtiğinde, ‘Hastasıyım uleeen!’ diye haykırma kıvamına geldim.

Şimdilerde de ‘Asarım, keserim, yıkarım’ teaser’larının ardından çamaşır yıkayıp perde asmaya başladı ya, kendime ‘Kadir İnanır’ı seviyorum’ tişörtü yaptırabilirim.

Kendini hafife alacak kadar ciddiye almak, mühim iştir. Ve evet efendim, en karizmatik erkek, kendisiyle dalga geçebilecek kudrete sahip erkektir.

Bakmalara doyamıyorum yemin ederim. Benim nezdimde Kadir İnanır, o bin yıllık saçmasapan maço imajını muhteşem bir şekilde temize çekmiştir.
Yazarın Tüm Yazıları