Suna Kan'ın kemanı

SUNA Kan'ın kemanına ilişkin haberi gazetede okuyunca hem çok duygulandım, hem de düşüncelere daldım. Önce, okumayanlar için kısaca özetleyeyim.

Genç virtüoz son tahlilde orta halli bir ailenin evladı. Tünel'deki Papayorgiu mağazasından alınma nispeten doğru dürüst bir enstümanı dahi yok.

Dolayısıyla, birazdan uluslararası arenada da ün yapacak viyolonselistimiz konser vereceği zaman, çaresiz kendisine daha ehven bir keman kiralanmaktadır.

Alkış, bis, röbis falan, ardından tını kutusu gerisin geri iade ediliyor. Ve bir gün büyük mucize, ‘dahi çocuğa’, bir 18. yüzyıl İtalyan ustasının sihirbaz ellerinden çıkmış ve fiyatı paha biçilmez bir keman hediye alınıyor.

Kan da çok uzun süre bunun bedelinin devlet ödeneğinden çıktığını sanıyor. Ta ki, söz konusu enstrümanın aslında, isminin açıklanmaması kaydıyla, zengin bir hanımefendi tarafından kendisine hediye edildiğini öğrenene dek!

* * *

YUKARIDAKİ olguya Batı lisanlarında, Latince kökenden ‘mecenas’ denilir. Türkçe karşılığı yok! Zaten olamaz da.

Olamaz, çünkü dil diye tanımlanan canlı varlık düşünce, hissiyat ve hal ve oluş tarzlarını yansıtan bir araçtır. Eğer onlara uzaksanız, doğal olarak da karşılığı mevcut değildir. Kıyıdan köşeden yaklaşsanız bile özü ıskalarsınız.

Hayır, istediğiniz kadar çekip çekiştirin, ‘mecenas’ deyimi sanatseverlik, bilimseverlik, hayırseverlik, koruyuculuk sıfatlarına tam tekabül etmiyor. Divan şairlerimize, besmele hattatlarımıza, minyatür nakkaşlarımıza kol kanat germiş saray yönetici sınıfımız ‘mecenas’ sayılmaz. Sayılamaz.

Zira, velev ki kelimenin etimolojik kökeni Büyük Ogüstüs'ün Roma konsülü Moecenas'a uzansın, ‘mecenas’ çok, çok, çok daha modern bir şey ihtiva ediyor. Ve, bu modernite de burjuvaziyle özdeşleşiyor!

* * *

NİTEKİM, aralarında eski tür aristokratların da bulunması özü değiştirmez, önce, tacir ve tefeci Floransa Medicis'lerinin heykeltraş Donatello'ya kol kanat gererek İtalyan rönesansında ilk motor rolü oynamalarından başlayın. Sonra, altı yüzyıl boyunca hiç durmayın ve banker Salomon Guggenheim'nin Picasso'dan Warhol'a en ‘yadırgatıcı’ (!) tuvallerle donattığı müzelere çıkın.

Tüccar Diaghilev'in koltuğu altında ‘Bahar Ayini’ni besteleyerek tınıları dönüştüren Stravinski'den veya kartel devi Solvay'in mali desteğiyle mimariye‘art deco’ estetikler şırıngalayan Horta'dan bahsederek zaman kaybetmeyelim.

Evet evet, tarihin en devrimci, en önyargısız ve en cömert sınıfı olan modern burjuvazi sanata karşı da müthiş devrimci, müthiş önyargısız ve müthiş cömert davranarak, onu daha doğurgan, daha yaratıcı ve daha öncü kıldı. İşte, can-ı gönülden selamladığımız bu davranışa ‘mecenas’lık diyoruz!

* * *

NİTEKİM, kelime de Türkçede bunun için yok. Zira bizim burjuvazimiz yoktu. Zaten namevcut bir sınıfa ait bir varoluş tarzı, dilde hiç ifade edilemez. Fakat, bin şükür, ‘mecenas’ kelimesi hala yoksa da, şimdi burjuvazi var.

Muhtemelen, Suna Kan'a 17. yüzyıl İtalyan ustasının kemanını hediye eden o büyük hanımefendinin başlatmış olduğu modern ‘mecenas’lık çağı, burjuvazinin yavaştan yavaşa gelişmesiyle birlikte, işte ülkemizde de kök salmaya başladı.

Artık, avangard ressamlarımızın tabloları boğaz yalılarını süslüyor. Müzayede salonlarımızın çekiçleri gayet ciddi rakkamlar için vuruyor. Ünlü familyalarımızın adlarını taşıyan müzeler veya vakıflar da çoğalıyor. Ve büyük ihtimalle de, küçük virtüozlarımız uluslarası kariyere dandik enstrümanlarla değil, iyi tınılı piyano, viyolon ve çellolarla hazırlanıyor.

Varsın ‘mecenas’ karşılığı olmasın, artık anlamı duyumsayan ve kelimenin yükümlülüğünü yerine getiren devrimci, öncü ve cömert bir burjuvazimiz mevcut ki, bunu biraz da Kan'a keman hediye etmiş o büyük hanımefendiye medyunuz.
Yazarın Tüm Yazıları