Su gibi bir albüm ateş gibi bir tutku

Güncelleme Tarihi:

Su gibi bir albüm ateş gibi bir tutku
Oluşturulma Tarihi: Şubat 16, 2017 14:55

Caz piyanisti olup da Türkiye’de geniş kitlelere erişebilmeyi başarabilmiş ender isimlerden Kerem Görsev, müzikteki 50’nci yılını ‘Spring Water’ adlı görkemli bir albümle taçlandırıyor. Görsev’le İstanbul Caz Festivali’nin direktörü Pelin Opcin konuştu.

Haberin Devamı

Türkiye caz sahnesinin kitlelere erişebilmeyi başarmış, gözde duayeni Kerem Görsev müzik hayatının 50. yılını kutladığı 2017’de bizlere yine görkemli bir albüm hediye ediyor; ‘Spring Water’. Görsev’in albümdeki bestelerinin yaylılar için düzenlemelerini uzun soluklu yol arkadaşı, Grammy ödüllü piyanist-besteci Alan Broadbent yapmış. Kerem Görsev’e albümde, davulda Joe LaBarbera, kontrbasta Darek Oles ve 24 kişilik LA Strings topluluğu eşlik ediyor. Büyük orkestralarla çalmayı ‘gökyüzünde asılı ipek bir hamakta salınmak’ gibi tasvirleyen Kerem Görsev’in bu albümü, dünyanın gidişatındaki tüm kasvete rağmen içimizde bu hissi uyandırıyor.

‘Spring Water’ albümünden yola çıkarak, büyük orkestralarla çalma serüvenini tattığın son 20 yılı da bir hatırlamak isteriz. Ama önce bu albümdeki parçaların hikâyelerini dinleyelim...
Bugüne kadar var olan bütün şarkılar bir gizli kahraman, bir hikâyeden birleşerek oluşuyor. Bu albümde de hikâyeler var. Aralarında üzücü hikâyelerden çıkmış parçalar da var. Mesela ‘Requiem for Soma/ Soma için Ağıt’. Soma’daki talihsiz maden kazasının olduğu anda televizyon başından saatlerce ayrılamadım. Toprağın metrelerce altında çaresiz insanları hayal etmenin karamsarlığıyla, piyanonun başında o gece yazdım parçayı. Yalın bir melodiydi. Hemen Alan Broadbent’i aradım, anlattım. Ağıt gibi bir eser çıktı ortaya. ‘Mistrust’ı ihanete uğradığımız bir anda yazdım. Umut dolu parçalar ağırlıkta elbette. ‘Innocence’, Nisan’ın çocukluğundaki masumiyetini anlatan bolero gibi parça. ‘Lady Misty’ 4 yaşındaki, beyaz Bolonez köpeğimiz. Eğlenceli bir köpektir, ona bir caz-vals yazdım. Devamlı bir süreç yaşıyorum ve bu da bana nota olarak, melodi olarak geliyor. Bu albümü de tıpkı 20 yıl önceki ‘I Love May’ albümü gibi, eşim Pınar Görsev’e ithaf ettim.

Haberin Devamı

Su gibi bir albüm ateş gibi bir tutku
Fotoğraf: Levent Kulu

Alan Broadbent sizin hikâyelerinizi, hislerinizi alıp orkestranın büyük sesiyle dile getiriyor. Sizce o nasıl bir tercüman?
Alan Broadbent tıpkı benim gibi akustiği, trio müziğini çok seviyor. Yaylılara yazmayı çok seviyor, Bill Evans gibi ortak tutkularımız var. Benim armoni sistemim onu andırıyor. Birlikte çalışmalarımızı şöyle ifade etmişti: “Kerem bana siyah-beyaz bir resim yapıyor. Ben de renkli boyama kalemlerimle renklendiriyorum.”

Haberin Devamı

Ortak noktalarınız dışında farklı dünyalarınız var ama bir yandan da müzikal bir yoldaşlık gibi. Parçaları yaylılarla yazıp size geri gönderdiğinde, sürprizlerle karşılaşıyor musunuz?
Alan benim piyanistliğimi de, ruh yapımı da biliyor. Alan’a yazıp yolladığım bestelerin hepsini ona kendim çalarım. Piyanonun başından kalkınca bir de o çalar ve beste bambaşka yerlere gidebilir. Ama Alan şuna çok dikkat eder; bestelerimin ritimlerini, armonilerini bugüne kadar değiştirmedi. Sadece zaman zaman nazikçe, “Kerem, şurada şu armoniyi biraz değiştirebilir miyim?” gibi öneriler sunar. Çok nazik, entelektüel, klasik müzikten de beslenen çok yönlü bir müzisyen.

Haberin Devamı

Haberin Devamı

Siz uzun süredir büyük orkestralı kayıtlar yapıyorsunuz. Bu serüven nasıl başladı? Bu konuda Kamil Özler’in kulaklarını övgüyle çınlatalım...
‘For Murat’ albümündeki iki parça ile St. Petersburg Filarmoni’yle ‘November in St. Petersburg’ ve ‘Theraphy’ albümlerindeki bestelerin düzenlemeleri TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası’nın şimdiki şefi Kamil Özler’e ait. Dünya çapında bir aranjördür Kamil Özler. Alan Broadbent de Kamil’in yazdığı parçaları hayranlıkla dinliyor. Benim gurum Bill Evans ama herkes bilir bir tane bile Bill Evans parçası çalmam sahnede. Kendi kendime evde çalarım. Ona saygımdan, kendime saygımdan. Hepimiz bunları aşıp kendimize bir yol çizeceğiz. Müzikte bir renk bulmaya çalışacağız. Hangi tür kalbine dokunup tebessüm ettiriyorsa o müziği çalacaksın. Zaten müzik seni kendine davet edecek ama kendi yorumunu katacaksın. Ben, Red Garland’lar, Bud Powell’lar, Kenny Barron’lar dinleye dinleye tebessüm ettim. Şimdi de bu yolda kendi rengimi nasıl bulurum ona çalışıyorum. Bu renk hemen bulunacak bir şey değil çünkü dünyada keşfedilmemiş renk kalmadı. Coltrane’den Charlie Parker’a, Oscar Peterson’dan Danilo Perez’e birçok büyük müzisyen yaylılarla albümler kaydetmiş. Ben de çok arzu ettim. O güzelliği ben de yaşamak istedim. Yaylılarla çalmak güneşli bir havada, gökyüzüne asılı bir hamakta uzanmaya benzerdir dedim. Ben bunları böyle yaşayarak tecrübe ediyorum.

Haberin Devamı

Hayalleri gerçekleştirmek paha biçilmez ama bildiğim kadarıyla bu albümlerin ardında büyük özveriler de var...
Bunlar maliyetli projeler. Önceki albümü New York’ta kaydetmiştik, ‘Spring Water’ı ise Los Angeles’ta United Stüdyoları’nda. Duke Ellington, Frank Sinatra, Dean Martin o dev stüdyoda kayıtlar yapmışlar. Stüdyoya girince, akustik bir sihir diyor ki “Hadi bakalım Kerem, dök taşlarını”. Bu hissi yaşamak güzel ama bu imkânlara erişmek için başka birçok şeyden taviz vermek gerekiyor. Ben bu albümü yapmak için evimdeki tam kuyruk piyanomu ve arabamı sattım. Şimdi yine de 2019’da kaydetmeyi planladığım albümün hayallerini kurmaya devam ediyorum. O da çok büyük bir orkestra ile olacak. Ama bu hayalleri finanse etmek için de hiçbir zaman çalmak istemediğim müziği, çalmak istemediğim mekânlarda çalmadım. Müzisyen arkadaşlarımla hep bir gönül bağım oldu. En iyi müzik dostla çalınır. Kalbi aynı vibrasyonda, ruhu aynı yerde çarpan insanlarla samimi müzik ortaya çıkar, bir masala dönüşür. O masalı çaldığın zaman güzel insanlara ulaştırıyorsan, etkileyip evine öyle yolluyorsan o zaman caz müziği yayılır. Son 11 yıldır Ferit Odman ve Kaan Yıldız ile bu duyguyu yakaladık. Grup müziğinde seni aşağı çeken müzisyenle çalarsan hiçbir şey yapamazsın. Senin gibi içindeki aşk ve ateşi hissedebilen insanlarla çaldığın zaman bir dinamizm olur. Bizim en büyük şansımız Ferit’in de Kaan’ın da içindeki o ateşin böyle sıcak olması. Birbirimizi iyi yöne itiyoruz. Önceki trio’lardaki arkadaşlarımla (Ateş Tezer, Cengiz Baysal) ve çalıştığım uluslararası müzisyenlerle de bu bağı kurmak gibi bir şansım oldu.

Sahnedeki bu dost meclisleri, dünyanın bu karanlık zamanlarında müziğin iyileştirici gücüne aracı oluyor. “2019’u planlıyorum” dediniz. Bu motivasyon ve umut, sahnedeki enerjinize de yansıyor mu? Bunu konserlerde seyircilerle etkileşimde hissediyor musunuz?
‘94 yılında, Hands & Lips albümüyle İstanbul Caz Festivali’nde hayatımdaki ilk büyük festival konserini çaldım. 95’te Almanya’dan davet ettiler. İzleyici ne bekleyeceğini bilmiyordu. Türlü önyargıya maruz kaldık. Ancak biz sahnede çaldıkça izleyicinin tavrı, oturuş pozisyonu bile değişti. Marsilya konserinde Mezzo çekim yaptı. Yayının ardından birkaç kez daha davet edildik. Umbria Caz Festivali’nde bizden ne bekleyeceğini bilemeyen izleyici konserin sonunda ayakta alkışladı. Müziğin elçilik görevi görmesiyle, kültürel klişeleri kırmasıyla birçok sanatçı arkadaşımızın başardığı iyi örnekler var. Bu umuda ihtiyacımız var.
NOT: Katkılarından dolayı Zeynep Güldiken’e teşekkürler.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!