Cesur yürek Iraz

Güncelleme Tarihi:

Cesur yürek Iraz
Oluşturulma Tarihi: Ekim 15, 2006 00:00

Hayatı tam bir roman. Tekvandoyu Türkiye’ye getirdi. Ülkemize yüzlerce madalya kazandırdı. Eli ile demir kırdı, kafasıyla mermer parçaladı. Ormanlar kralı aslanla boğuşmaya kalktı. Piyano çalıyor, 5 vakit namaz kılıyor.

YAŞLANIYOR muyuz ne? Son zamanlarda biraz nostaljik takılıyoruz. İşte, karşımızda İsmet Iraz. Yolun yarısını geçen her vatandaşın, mutlaka tanıyacağı bir isim. Spor camiasının İsmet abisi. Tekvandonun babası. Şimdiki gençler pek bilmez, İsmet Iraz bir efsaneydi. İnanılmaz popülerdi. Televizyonların, evlerimize yeni yeni girdiği yıllarda, ekran başına dikilirdik, kendisini hayranlıkla izlerdik. Yüreği ve bileği kuvvetliydi. Vurduğunu devirirdi. Racon da keserdi. Aradan yıllar geçti. Mütevazı yapısından hiç bir şey kaybetmeyen İsmet abi, biraz hüzünlü, biraz da gururlu bir şekilde, bize dünü ve bugünü anlattı. Okumak ister misiniz?

- Tekvandoyu Türkiye’ye sizin getirdiğinizi biliyoruz.

- Doğrudur. 70’li yıllara kadar Türkiye’de sadece judo yapılıyordu. Karateyi öğrenebilmek için Japonya’ya gittim. Aylarca Japonya’da kaldım. Sonra Korelilerin milli sporu olan tekvandoya merak sardım ve Kore’ye geçtim. Kurslara katıldım. Oradan da başta Çin, Taiwan, Hongkong ve Tailand olmak üzere, tüm Uzak Doğu’yu gezdim. Aralıklarla 3-4 yıl Uzakdoğu’da kaldım.

- 35 yıl öncesi için büyük heyecan.

- Ne diyorsunuz, o tarihler için en uzak yer, bizim Doğu Anadolu idi. Çoğu insan, Ankara’dan Erzurum’a gidemezdi.

- Nereden aklınıza geldi bu macera?

- İdealist bir insanım. Her işin en iyisini yapmak isterim. Eğer iyisini yapamazsam, hiç uğraşmam. Uzakdoğu’da kurslara her milletten yüzlerce insan katılıyordu. Onlardan biri, bir hareketi 30 kere yapıyorsa, ben 100 kere yapıyordum. Tüm zorluklara katlanıyordum. Sonunda aç bile kaldım. Ama nihayetinde siyah kuşak sahibi oldum. 1973 yılında İrlanda’da yapılan dünya tekvando şampiyonasında birincilik kürsüsüne çıktım.

- Belli ki çok hırslısınız.

- Kesinlikle. Hayatta her zaman kuvvetli olmak gerekiyor. Ot gibi yaşayacağınıza, korkusuz, inançlı ve bilinçli bir şekilde yaşamanız gerekiyor. Bunun için de eğitim şart. Örnek vereyim, İngilizce öğrenebilmek için gecemi gündüzüme kattım. Tıraş olurken bile ders çalışıyordum. Gece yatarken teybe İngilizce kaset koyuyordum, bu şekilde uyuyordum. Ablama da ’kasetin ön yüzü bittiğinde, arka yüzünü çevir’ diye ricada bulunuyordum. Yani uyumak üzereyken, hatta uyurken bile bilinçaltımda İngilizce oluyordu. Amerikan üssündeki askerlere ise ben tekvando öğretiyordum, onlar da bana İngilizce. Ankara Koleji’nde de aynısını yaptım. Haliyle başta Uzakdoğu’da olmak üzere dünyanın her yerinde İngilizce’nin faydasını gördüm.

- Özellikle tekvando milli takım teknik direktörlüğü yaptığınız dönemlerde çok otoriter olduğunuz söyleniyor. Örnek verir misiniz?

- Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çağdaş disiplin anlayışını en iyi şekilde uygulardım. Öyle ki Kenan Evren bana, "Bizde bile bu kadar disiplin yok" derdi. Kampa girdiğimizde sporcularımıza diş fırçalamadan tutun da, yemek yemeye kadar her türlü alışkanlıkları ve kuralları öğretirdik. Aile ocağı gibiydik. Bu disiplin doğrultusunda ülkemize yüzlerce kupa ve madalya kazandırdık. Tabii biz, spor salonlarını da mabet gibi görürdük?

- Nasıl yani?

- Kulağı çınlasın, Spor Bakanı Şükrü Erdem’i rugan ayakkabıları ile salona almadım. Ayağına galoş taktı da, içeri öyle girebildi. Hatta kendisine, "Bakansınız ama, size ayrıcalık tanıyamam" dedim. Salonların temizliğini mutlaka biz yapardık. Sporcularım yerde topluiğne büyüklüğünde bile yabancı madde bırakmazdı. Ortalık pırıl pırıl olurdu. Temizlik ve inanç, başarının alt yapısını oluşturur.

Aslanla boğuşacaktım

- Hocam konuyu değiştirelim, gençliğinizde çok çılgın olduğunuzu duydum.

- Biraz öyleydim. Allah korkusundan başka korku bilmem. Gücümü kanıtlayabilmek için herkesin gözü önünde arabayı üzerimden geçirdim, el darbesi ile demir kırdım, kafamla mermer parçaladım. Hatta bir gün, ormanlar kralı aslanla boğuşmaya kalktım.

- Noldu, korktunuz mu?

- Yok, aslan korktu (Gülüyor). Tekvandonun en iyi biçimde yapılması ve yayılması için, bu çılgınlığı yaptım. Yani tekvandoyu popüler hale getirmek istiyordum. Bu doğrultuda bir kafes içinde, aslanla boğuşacaktım. Ya aslan beni boğacaktı, ya da ben aslanı. Gerçekçi konuşmak gerekirse, benim şansım yüzde 10 falandı.

- Hocam, yüzde elli olsa ne yazar! Sonuçta ölme ihtimaliniz var.

- Her şeyi göze almıştım. Aslanla yapacağım bu boğuşma için, yabancı televizyon kanallarına haber verecektik. Tahminimize göre 6-7 milyon dolar gelir sağlayacaktık. Ben gecekondu çocuğuyum. Bu gelirle de büyüdüğüm mahalleme, yani Atıfbey’e fabrika kuracaktık. Fabrika vardiya usulü tam gün çalışacaktı ve mahallemin garibanları iş sahibi olacaktı.

- Onlar iş sahibi olurken, Allah korusun, siz de Karşıyaka ya da Cebeci taraflarında ebedi istirahata çekilecektiniz.

- Her şey planlanmıştı. Aslan da kazansa, ben de kazansam, Guinness rekorlar kitabına girecektim. Ama engel olarak karşıma, Hayvanları Koruma Derneği’nin bayan yöneticileri çıktı. Başlarında da ünlü sanatçı Ayten Alpman vardı. Bu hanımlarla Marmara Oteli’nde buluştuk. Hepsi birden bana ’Vahşi adam, çirkin adam’ diye bağırmaya başladı. Ben de onlara ’Siz kendinize bakın, asıl vahşi sizsiniz, üzerinizdeki kürkleri üretebilmek için, kaç hayvanın heba edildiğini biliyor musunuz’ diye sordum. Sonra da ’Size inat olsun, o aslanı iki bacağından ayıracağım ve afiyetle yiyeceğim" dedim. Beni Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e şikayet ettiler. Korutürk de haber yolladı ve bu işi yapmamamı istedi. Ben de, devletime olan saygımdan dolayı, vazgeçtim.

- Aslan ucuz kurtulmuş. Hocam, duyduğuma göre gençliğinizde çok hızlıymışsınız. Söyleyenlerin yalancısıyım, kadın ve kıza çok düşkünmüşsünüz. Ayrıca bir oturuşta, bir büyük rakı içermişsiniz. Şimdi ise Allah kabul etsin, beş vakit namaz kılıyorsunuz.

- Bu kadın ve kız olayı, muhalefetin çirkin dedikodusu. Hayatımda da ağzıma içki koymadım. Beş vakit namazımı ise gençliğimden beri kılarım.

- Size inanıyorum hocam. Konumuzla pek alakası yok ama, din tacirlerine çok öfke duyduğunuzu biliyorum.

- Sahte şeyhler ve şıhlar, oldum olası beni müthiş sinirlendirir. Zaten piyasaya son olarak cüppeli bilmem kim çıktı. Bu tipler, gerçek Müslümanları üzüyor. Bu cüppeli ya da cüppesizler, kral gibi yaşıyor, müritleri ise sefalet içinde yüzüyor. Bu sahte şeyhlere kimse inanmasın. Ne verirse Allah verir.

- Kendinizi geliştirmeye devam ediyor musunuz?

- Sürekli kitap okurum. Gazeteleri noktası virgülüne kadar takip ederim. Her gün piyano çalarım. Chopen, Bach ve Schubert’in çoğu bestesini de bilirim.

Mahkeme başkanıydım

- Hep duyarım, gençliğinizde siz, mahkeme heyeti oluşturuyormuşsunuz. Doğru mu?

- Evet. Ama benim mahkemelerim bağımsızdı. Hakim, savcı, müdahil avukat, mübaşir, her şey vardı. Ama hepsi de bendim.

- Nasıl yani, böyle bağımsız mahkeme mi olur?

- Bal gibi oluyordu. Ortada bir şikayet, bir haksızlık, bir namussuzluk olduğu zaman, devreye benim girmem gerekiyordu. Hemen davalıyı ve davacıyı bulurdum. İki tarafı da iyice dinlerdim. Yani hakka, hukuka ve adalete dikkat ederdim. Suçluya hak ettiği cezayı verirdim.

- Ne gibi ceza?

- Diyelim ki, birisi, diğer birine terbiyesizlik yaptı. Bu da şahitlerle ispatlandı. O terbiyesiz, herkesin önünde, mağdurdan özür dilerdi. Mecbur dilerdi. Ya da olay parasal ise, mağdur olan kişi, parasını geri alırdı. Aldırırdım.

- Benim duyduğum kadarıyla daha fazla şeyler de yapardınız. Ama neyse. Yani çok mu adildiniz?

- Kesinlikle. Eğer suçlu, mahkeme kararını beğenmezse, temyize bile gidebilirdi. Böyle bir hakkı vardı. Bunun için de kendisine 5 dakika süre verirdim. Bu temyiz sonrası nihai kararı açıklardım.

- İlginç. Böyle ne kadar davaya baktınız?

- Çook. Ama bunun için mahkeme başkanının, komplekssiz olması gerekiyor. Ayrıca yüreği ve beyninin, sağlam olması şart. Yoksa sizi kim dinler.

- Mahkemelerinizi nerede kurardınız?

- Her yerde. Evde, dağda, bayırda. Mekan, hiç önemli değil.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!