Sosyalleşmenin bedeli...

Geçen hafta gündemdeki olimpiyat haberlerini hatırlayın: İngiltere’nin kule atlamadaki medar-ı iftiharı Tom Daley’e Twitter üzerinden “Babanı hayal kırıklığına uğrattın, umarım bunu biliyorsundur” diyen bir kullanıcı, gözaltına alındı.

Haberin Devamı

Söz konusu kullanıcı, geçen sene babasını kanserden kaybetmiş Daley’i nereden vuracağını biliyordu.
Olimpiyat yarışları esnasında başına gelmesini istediği en son olumsuzluk, performansını etkileyecek bir ruh hali içine girmesiydi şüphesiz...
Toplum tarafından tanınan ve çok takipçisi olan birçok kişi gibi, Daley de bu sözü ciddiye aldı, “gurur meselesi” yaptı ve moral bozukluğu yaşadı.
İnternetle birlikte, toplum önünde iş yapan insanları aşağı çekmek için en büyük araç da icat edilmiş oldu esasında.
Bir “can istemesi” ile “vurmak” istediğin adama ulaşabiliyorsun. Görüntüsü yüzünden fişlenen insanlar, birilerinin zevkine hitap etmiyor diye sevmeyenleri tarafından hunharca eleştirilen müzisyenler, ne yazdığından haberi bile olmayan insanlar tarafından eleştirilen yazarlar, annesi, karısı ve çocuğu üzerinden ağır küfürlerle psikolojik olarak alaşağı edilmeye çalışılan futbolcular, başarı söz konusu olduğunda bağra basılan, yenildiğinde hayatı eşelenen, iftiraya uğrayan tüm sporcular...
Sosyal medya çağı öncesi, evine, ofisine, antrenman yapacağın yere kapanıp tüm gücünü işe vermek nispeten daha kolaydı.
Gerçi önyargı, insan fişleme, dedikodu gibi “sosyal yaşama dair zevkler” her zaman vardı. Arkadan konuşma, tanımadığın insanları sahip olduğun sınırlı bilgilerden edindiğin taraflı fikirlerin ışığında yerden yere vurma, kara çalma...
Tüm bunlardan “bir yerlere kapandığın” zaman kurtulurdun.
İşinde tam performans sağlayabilmek, arkandan atıp tutanların, sebepli-sebepsiz fikir beyanında bulunanların, kısaca “nefret kültürü”nden uzak kaldığın zaman mümkün olabiliyordu.
Şimdi ne yapıyorsun? Bir yerlere kapanmak yetmiyor. Gerçekten bağı koparman lazım.
Sadece insanlardan değil, telefonundan, tabletinden, bilgisayarından da kaçman lazım...
Bu koşullarda “İngiltere’nin şöhretli sporcusu Tom Daley’nin elinden, sosyal medyaya ulaşım imkanı alınsaydı, daha başarılı olabilir miydi?” sorusu dahi sorulabilir...
Canı istediğinde tokat/çamur atmak bu kadar kolayken, mesleğinde başarıyı uzun zaman sürdürebilen isimlerin azalması sizce tesadüf mü?
Facebook, Twitter gibi siteler ve sözlüklerin sağladığı “psikolojik yıpratma” imkanı ile birlikte gerçek başarı, zor bir sınav veriyor.

Haberin Devamı

Buyrun kanıtı...

Haberin Devamı

Çinli sporcular sayesinde, yarışlarda fiziksel yeterlilik ve performans açısından “Çinli seviyesi” diye bir “mükemmellik seviyesi” ortaya çıktı.
Sporcular, çocukluklarından itibaren, birçok kişi için “insani koşulların eksik kaldığı” kamplarda yetiştiriliyor. Bırakın insanlarla ilişki kurmayı, aileleriyle bile görüşmüyorlar hazırlık sürecinde.
Bu “insaniyet namına” iyi bir örnek sayılmaz, fakat sanal ya da gerçek ortamlarda sosyalleşmenin, sporcuların ruh hallerini etkilediğini bilen Çinliler, başarıyı izolasyonda arıyor. (Ve buluyor.)
Peki gururumuz Aslı Çakır Alptekin yarışlara nasıl hazırlandı?
Öğrendiğimiz sistem, “sosyallikten uzaklaşma”nın başarının anahtarlarından biri olduğunu doğruluyor.
Dün Fatma Aksu’nun haberinde, Aslı’nın, boş vakitlerinde iki ay boyunca sinemaya gitmek ve bowling oynamak dışında hiçbir sosyal etkinlikte bulunmadığını öğrendik...
Aslı bir açıdan çok şanslıydı: o antrenman yaparken henüz başarı gelmemişti, toplumdan bir beklenti söz konusu değildi, dolayısıya yıpratanı da yoktu.
Artık işi çok zor. O tarihe geçen bir olimpiyat şampiyonu.
Ve biliyoruz ki, başarı her zaman güzel şeyler getirmiyor. Şimdi, işine çomak sokanı, sırf yıpratmak için onu sosyal medyada “psikolojik testten geçireni” çok olacak.
İnsan, en çok duyguların yönettiği anları hatırlar. En iyi ve kalıcı öğrenme, duyguların dahil olduğu öğrenme süreci sonunda söz konusudur.
İşte tam da bu yüzden, en çok sizi destekleyenleri, iyi niyetli insanları değil, kalbinizi durduk yere kıran, hakkınızda asılsız, yalan konuşanları, önyargılarıyla şekillenmiş kötü kalpli insanları, yani “duygularınızla oynayanları” hatırlarsınız.
Hâl böyle olduğunda, fiziksel ya da ruhsal performansın etkilenmemesi için belli kanalları tıkamak şart görünüyor...

Yazarın Tüm Yazıları