Soru sorma yasağı!

Yapılan inanılmaz medya bombardımanı ve beyin yıkama işlemleri, insanlarımızın büyük çoğunluğunu bu çizgiye getirmişti. İş bulamayan, işinden çıkarılan, evladının geleceğini endişe ile düşünen herkes bu etkinin altına alınmıştı. Bir de şimdi çıkın sokaklara ve sorun bakalım! Bu düşüncenin çok büyük ölçüde değişmiş olduğunu göreceksiniz.Şimdi büyük çoğunluk ‘Yeter artık’ diye bağırıyor...Çünkü insanlarımız incitilmekten, ülkemizin aşağılanmasından bıktı. * * *Türkiye’nin bir AB üyesi olması, ilke olarak elbette uygundur. Ama bu koşullarda değil. Şimdi gelinen şu son noktaya bakalım. Bize yaşatılanlar sonrasında medyadaki en hızlı AB yandaşları bile şaşkın durumda. Köşelerinde yazılar yazıyorlar: ‘Yeter artık bu AB’nin yaptığı... Ama moralinizi bozmayalım... Biz sakin olalım... Sakın haaa, duygusal davranmayalım!’ Üstelik sadece onlar değil, hükümet ve Dışişleri Bakanlığı şaşkın. Hiç kimse ne yapılması gerektiğini bilmiyor. İşin nereye varacağını bilen de yok! Köşeye sıkışmış durumdayız. Başbakan farklı şeyler söylüyor, Dışişleri Bakanı ayrı telden çalıyor. Dışişleri Bakanlığı’nın diplomatları farklı düşünüyor. Yumurta kapıya dayanmış, 3 Ekim’e birkaç gün kalmış, hükümet ne yapılacağını, bundan sonra neler olacağını bilmiyor. Önceki gün Dışişleri Bakanlığı’nda Abdullah Gül’ün bir yabancı ile görüşmesi vardı. Enformasyon Dairesi her zaman olduğu gibi bu kabulleri basına bildirdi. Ancak bu kez bir uygulama vardı: ‘Muhabirler alınmayacak, sadece görüntü çekilecek!’Yani sadece kameralar ve foto muhabirleri girip görüntü alacak! Niçin?.. Çünkü muhabir arkadaşlarımız içeri alınırsa, onlar Bay Abdullah Gül’e AB konusunda sorular soracak ve kendisi yanıt veremeyecek. Nasıl versin ki, işin nereye varacağını o da bilmiyor! Bunlara ilk kez tanık oluyoruz. Fakat işin ilginç yanı, Bay Gül önceki gün Irak İslam Partisi yetkilisini kabul ettikten sonra bir kameraman kendisine AB sorusu sordu. Bakan’ın yanıtı bir tek cümle: ‘Biz burada ne konuşuyoruz, sen ne soruyorsun!’Bunlar Türkiye’nin ne durumlara düşürülmüş olduğunun, nasıl çaresiz kaldığının somut ibret belgeleri. Zaten Dışişleri Bakanlığı tarafından önceki gün yapılan yazılı açıklamada da ‘Bize şimdilik AB konusunda soru sormamanızı, sorularınızı daha sonraya bırakmanızı rica ediyoruz’ deniliyordu. Bu cümle boşuna konulmamıştı! * * *AB ile müzakereler 3 Ekim günü göstermelik olarak başlasa bile, karşımıza bir sürü sinir bozucu konu getirilecek. Hepsi şimdiden belli. - Ermeni soykırımını tanıyın. (1915 yılında Ermenileri kestiğimizi kabul edeceğiz!)- Kıbrıs Rum Kesimi’ni tanıyın. Türk havaalanları ile limanlarını Rum uçaklarına ve gemilerine açın. Rum yönetimi ile diplomatik ilişki kurun. Sonra Patrikhane var! Sıra daha sonra Güneydoğu’ya gelecek. Şu anda bu konuyu gündeme açıktan getirmiyorlar. Bunu biraz daha sonraya saklıyorlar. Bu konuda vereceğimiz ödünler ülkemizin bölünmesine giden yolu açacak. * * *Şimdi dikkat ediniz: Hükümetten bu konularda bir tek sözcük duyuyor musunuz? Başbakan, Dışişleri Bakanı veya herhangi bir yetkili ortaya çıkıp ‘Bizim bu konularda verilecek daha fazla ödünümüz yoktur’ diyebiliyor mu? Hayır!Kurbanlık koyun gibi boynumuzu uzatmışız, geleceğimizi ve onurumuzu başkalarının eline, insafına bırakmışız. Günlerden beri bekliyorum ki, Başbakan veya Dışişleri Bakanı ortaya mertçe çıksın ve hiç değilse bir tek konuda şöyle desin: ‘Sayın AB, biz Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak Ermeni soykırımı olmadığını belgelerle kanıtladık. Bu masalı bizim önümüze AB ile bağlantılı bir koşul olarak herhangi bir aşamada getirirseniz, bu konuda şu veya bu biçimde tepemize binip ısrar ederseniz, biz bu işte yokuz.’ Ama bizimkilerin derdi başka! Ne olursa olsun, müzakereler bir başlasın. Bunun sonucu olarak borsa coşsun, özelleştirme satışları hız kazansın ki, hükümet birkaç ayı daha kurtarsın. Ermeni soykırımı, Kıbrıs mıbrıs, Güneydoğu’ya özerklik falan filan, Allah kerim! Binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete.
Haberin Devamı

Yazarın Tüm Yazıları