Sonra mağdure olurmuş!

Tufan TÜRENÇ
Haberin Devamı

Çiller yandaşları hiç canlarını sıkmasınlar, hiç üzülmesinler...

Ne yapılırsa yapılsın, Hanımefendi öyle kolay kolay mağdure filan olmaz.

Onun için merak etmesinler. Ama niyetleri bu tip cinliklerle Çiller'e hesap sorulmasını önlemekse, o başka.

Zaten dillerinin altındaki bakla da o.

‘‘Aman üzerine gidilmesin, yoksa mağdure durumuna düşer ve kahraman olur!''

Ne yani, Hanımefendi kahraman olmasın diye yaptıklarını, ülkenin başına ördüğü çorapları unutalım mı?

Yediğine, içtiğine, hesabı verilmeyen malına mülküne, ülkeyi babasının çiftliği gibi yönetmesine, örtülü ödenek rezaletine, yolsuzluk iddialarına sünger mi çekelim?

Kişisel çıkarları uğruna laik, demokratik cumhuriyeti tehdit eden kafayı iktidar yapmasını, devletin kurumlarını birbirine düşürmesini sineye mi çekelim?

Dünyanın neresinde var bu bolluk!

‘‘Aman ha sonra mağdure olur.''

Olmaz, olmaz... Siz gönlünüzü serin tutun. O ve eşleri beyefendi, bu konuda şerbetlidirler. Onlara hiçbir şey olmaz.

Tam dört yıl ülkenin başına açmadıkları bela kalmadı.

Söyleyin, hangi vicdan sahibi onların hesap vermemesine razı olabilir?

* * *

DYP'nin eski yöneticilerinden biri anlatıyor:

‘‘Özer Bey her sabah Konut'taki faksın başına oturur, bakanlara talimatlar geçerdi.

Bütün bakanlar, o talimatları anında yerine getirirlerdi. Aksi takdirde altlarındaki koltuk çekiliverirdi.

Devleti Tansu Hanım değil, Özer Bey yönetiyordu. Tansu Hanım'ı da o yönlendiriyordu. Kısaca, o ne derse o oluyordu.

Örneğin, akşam bir karar alıyorduk, ama ertesi gün Çiller o kararın uygulanmasını istemiyordu. İlk zamanlar bunu yadırgadık, ama sonra alıştık.

Çünkü Özer Bey, Başbakan'ın aklını çeliyordu.

Sonra, parti içinde ne kadar güçlü olursanız olun, bir tek atama bile yaptıramazdınız. Yani bir şube müdürünün atanmasına bile Enişte karar verirdi.

Her şey Enişte'den geçerdi.''

* * *

DYP'nin eski bir Genel Başkan Yardımcısı anlatıyor:

‘‘Bir gün genel merkeze Başbakanlık Konutu'ndan bir faks geldi. Türkiye'nin büyük sanayi gruplarından birine karşı savaş açılacağı duyuruluyor, bu konuda kamuoyuna açıklanacak bildiriyi okumamız isteniyordu.

Merakla ekteki bildiriyi okuduk. Bir felaketti. Partinin hiçbir kurulunda bu konu konuşulmamış ve bir karar alınmamıştı. Belli ki Tansu Hanım ile Enişte, kendi kendilerine karar vermişlerdi.

Biraz sonra Özer Bey beni aradı. Aynen şöyle dedi:

‘Ben bir bildiri hazırladım. Senden başka kimse olmadığı için bir basın toplantısı düzenleyip bildiriyi basına okuyuver.'

Gerçekten de her zaman bu tip basın toplantılarını yapan Genel Başkan Yardımcısı arkadaş o gün yoktu. Onun için iş bana düşüyordu.

Kabul etmedim ve Enişte'ye şu yanıtı verdim:

‘Ben yapamam. Böyle bir savaş açılmasını doğru bulmuyorum. Sonra ben bildiriyi okursam, bir daha bu insanların yüzlerine nasıl bakarım? Benim de sanayiciliğim var. Kusura bakmayın ben okuyamam.'

Bunun üzerine basın toplantısı ertesi gün yapıldı ve o ünlü bildiri okundu.

Tabii kıyamet koptu. O grup, o arkadaşı dava etti.''

Çiller iktidarı döneminde bu ülkede bunlar gibi yüzlerce olay yaşandı, devletin ana ilkeleri çiğnendi, gelenekleri paramparça edildi.

Şimdi söyleyin Tanrı aşkına, bu işin hâlâ ‘‘mağdure''liği mi kalmış?

Yazarın Tüm Yazıları