Sokaktaki dostlarımız

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

SOKAKTAKİ köpeklerle ilgili herkesin ne kadar çok sözü varmış meğer?

Salı günü bu köşede sokak köpekleri üzerine düşündüklerimi yazmıştım. Bir de Kadıköylü okurumun görüşlerini ilettim aynı köşeden.

Ardından neler geldi neler...

Bugün konuya devam etmek şart oldu.

* * *

Söze girerken, sokaktaki kedi ve köpeklerin aslında bizim dostlarımız olduğunu söyleyim. Onlarla bir dünyayı paylaşıyoruz. Bu yaradılışın, doğanın içinde var. Samimi fikrimi söyleyeyim, dünyayı Yahudilerden, Çingenelerden, kendi ahlak yargılaramıza göre 'sapıklık'la suçladığımız insanlardan temizlemek (!) isteği ne kadar alçak ve budalaca ise, hayvanlardan temizlemek isteği de bir o kadar alçak ve budala bir görüş.

Sorun aslında bir bakış açısı sorunu.

Çevremize dostluk ve sevgi penceresinden bakarsak başka bir dünya görürüz.

Çevremizi düşmanlarla çevrili görürsek, ruhsal bozukluklarla dolu bir cehennemde yaşamaya başlarız.

(Türkiye’nin son elli yılına bakın, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Ama konumuz siyaset değil. O yüzden bu yorumu dallandırıp budaklandırmayacağım.)

* * *

Bizde eksik kalan şey sevgi.

Köpekleri, kedileri sevmeyenler aslında sevgiden yoksun oldukları için denizin üzerinde uçan martıları da sevmiyorlar, etrafımızda dolaşan serçeleri de sevmiyorlar, nasılsa bir yerlerde oluşturulmuş çimenleri sevmiyorlar, bir bahçevanın dikip suladığı ve baktığı çiçekleri sevmiyorlar.

Nereden mi biliyorum? Çünkü martıları ve serçeleri görmekten ve duymaktan hiç hoşlanmadıklarını yüzlerinden okuyorum. Çimenlerin ve çiçeklerin hepsini vahşice bir zevk alarak yoluyor, kopartıyor, eziyorlar.

* * *

Bence bu insanlar diğer insanları da sevmiyor.

Onlara adeta zorla katlanıyor. Başkalarıyla zoraki bir beraberliği sürdürüyorlar.

Ama en vahimi, bu insanlar kendilerini de sevmiyor.

Belki sevecek, ama sevmesini bilmiyorlar.

Sevginin kozmik boyutlarını algılamaktan çok uzaklar...

* * *

Bazen bunlar insan mı, yoksa Kafka’nın Değişimîndeki hamam böceği mi diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Köpeğin duası

Bu köşenin bana olduğu kadar okuyuculara da ait olduğunu yazmıştım.

Söylenen sözün gereğini yerine getirmeye kararlıyım.

Argun Alkan sokaktaki dostlarımızla ilgili deneyimleri ve görüşlerini elektronik postayla gönderdiği bir mektupta dile getirmiş.

Tümünü çok ilginç bulduğum için okuyucumun mektubunu -ufak tefek düzeltmelerle- aynen yayınlıyorum.

* * *

Köşenizde okuyucu görüşlerine yer vermeniz benide kendi düşüncelerimi paylaşmak adına harekete geçirdi.

Ancak bunlara geçmeden önce geçmiş bir olayı aktarayım.

1984 senesi... Lisan kursu için, ABD, Louisiana eyaleti Başkenti Batonrouge’dayım.

Dairemizde kedi besliyoruz. 'Besliyoruz' diyorum, zira Simon uyumak ve yemek dışında hep sokaklarda. Tabii bütün sağlık şartlarını taşıdığını gösteren boynunda pire gibi asalaklara karşı koruyucu tasmasına bağlı küçük bir plaka taşıyor.

Birgün Simon kendisini ürküten bir arkadaşımın elini tırmaladı ve biz hemen doktorun yolunu tuttuk. Durumu izah edip kuduz aşısı olmasını beklerken doktor bize sadece tetanoz aşısı olacağını ve -sıkı durun- Louisiana eyaletinde kuduz olmadığını söyledi.

İşte size medeniyet, işte size insanlık.

* * *

Oradaki uygulamalar konusunda Hıncal Bey doğru söylüyor.

Başıboş hayvanlar yukarıda bahsettiğim tasmalarına takılı sahipli olduklarını belirten plakası olmayanlar toplanıyor ve bir süre bakım evlerinde muhafaza edilerek birilerinin onları sahiplenmesini bekliyor.

Aksi halde 6 ay sonra iğneyle uyutuluyorlar.

Hayvanlarına kötü muamele yapanların hapise düştüğü bir ülke için bile bence üzücü bir son.

* * *

Bu örneklerle lafı sulandırmadan sadede geleyim.

Bizim ülkenin hayvanları da insanları gibi gariban.

Düşkünlerin bakım evlerinde soyulup dövülüp hatta bazen yanarak öldüğü; yoksulların lokanta camlarında iç geçirip kış günü bir tenhada bu dünyadan göçtüğü; ya da yaralıların sokaklarda ambulans beklerken, dahası pislik içindeki acil servislerde can verdiği bir ülkede hayvanların lafı mı olur?

* * *

Etrafımız bacakları sakat,bir gözü çıkmış,derisi uyuz olmuş karnı açlıktan sırtına yapışmış çöpleri eşeleyen yüzlerce hayvanla dolu.

Vahşet, hainlik ve acımasızlık bu toplumun temel besini gibi.

Yavrularını besleyen dişi köpeği saçmalı tüfekle öldüren belediye milenyumda daha medeni, artık onları önce uyuşturucu tabancasıyla etkisiz hale getirip sonra kemerburgaz çöplüğünde üstüste yığıp ateşe verenleri de biliyoruz.

Bir okurunuz kamuoyu yaratarak sokak köpeklerine karşı harekete geçeceklerini belirtmiş.

Kadıköy, Bağdat caddesi, sahil yolu ve bütün ara sokaklar ezilmiş hayvan leşleriyle dolu.

Minibüsçüler, taksiler, özel araç sahiplerini gözlerimle görüyorum. Resmen hayvanların üzerine sürüp öldürüyorlar.

İnsaların yaya geçidinde yürüyen türlerini öldürdükleri bir

ülkede yaşıyoruz.

Bu türden katliam yapan bir toplumda yaya geçidinde ve otobüs duraklarında ezilmeler çok doğal bir sonuç.

* * *

Çocukken güney beldelerimizde turist çocuklarının boylarından büyük köpeklerini minicik elleriyle okşayışlarını hatırlıyorum.

Amerika’da üniversite kampüsünde sincaplar için yaya geçidini hatırlıyorum.

Viyana’da barda birasını yudumlayan adamın yanında duran köpeğini hatırlıyorum.

* * *

Hep yurt dışını hatırlıyorsun derseniz ülkemde de sapanla kedilerin gözlerini çıkarıp güvercinlerin döşlerini delen geleceğin hain namzeti çocuklar hatırlıyorum.

Köpekleri tekmeleyip kuyruklarını çektikleri için ısırılınca feryat eden anne,babalar hatırlıyorum.

Onların yetiştirdiği bu çocuklar bugünlerde kedi adaklarıyla yetinmeyip ya kız arkadaşlarını

doğruyorlar ya da trafik canavarı olup caddelerde insanları eziyorlar.

Bunlar eğitimliler... Cahilleri de sokaklarda pompalı ile insan katlediyorlar.

(Belediye itlaf ekiplerinin hakkını yemiyelim)

Aslında sorunun temeli de, çözümü de sanırım şu atasözümüzde yatıyor:

Köpeğin duası kabul olsa, gökten kemik yağardı!

* * *

Okuyucum, mektubunun sonunu, 'Tuğrul bey , ben de size katılıyorum . Bütün bunların bir çözümü var. O da sevgi!' diye bitirmiş.

Bitirmiş ama, mektup ciddi suçlamalar içeriyor. Sokaktaki dostlarımızın iğneyle uyuşturulup çöplüklerde yakılması gibi...

Bir de üzülerek katıldığım bir yargı var. Okuyucum, 'vahşet, hainlik ve acımasızlık bu toplumun temel besini gibi' demiş. Ne yazık ki, giderek bu yargı daha geniş ölçekte doğrulanıyor.

* * *

Biliyorum, insan hep kötü şeyleri duyarak, görerek yaşayamaz. En azından, bu şartlar altında, sağlıklı bir ruh halini sürdüremez.

Ben de iyi şeyler söylemek, iyi şeyler yazmak istiyorum ama şartlar aksine zorluyorsa bunda benim ne suçum olabilir dersiniz?

Yazarın Tüm Yazıları