Sofya Park Hotel Moskva’da bir gece

Bulgaristan, Komünist Partisi’nin yönetimde bulunduğu dönemde Sofya’nın Moskva Park Hotel’inin dünya edebiyat ve düşünce tarihinde çok önemli bir yeri vardı.

Dünya Edebiyatçılar Kongreleri, Bulgar Edebiyatı Dostları Kongreleri, Bulgar Yazarlar Birliği Kongreleri, Dünya Barış Parlamentosu toplantısı hep bu otelde yapılmıştır. 1978 ile 1987 yılları arasında her yıl birkaç kez bu otelde kaldım.
Otelin önündeki dev boyutlu dökme demir Barış Çanı üzerinde benim de kabartma imzam var...
Kongrelerin hepsine konuşmacı ve oturum yöneticisi olarak davetliydim; 13 Eylül 1982 günü başlayan Dünya Barış Parlamentosu’na Aziz Nesin, Kemal Özer ve Ataol Behramoğlu ile birlikte ve “Barış Milletvekili” sıfatıyla katıldım.
Bulgaristan Cumhurbaşkanı yardımcısı şair Georgi Cagarov ağabeyim gibiydi; Bulgar Yazarlar Birliği Başkanı şair Lubomir Levçev kardeşimdi, kardeşimdir. Georgi Cagarov öldü, toprağı bol olsun! Lubo yaşıyor, bir dergi ve yayınevi yönetiyor. Ömrü uzun olsun
***
Bir gece, yemekten sonra, karısı İstanbullu, yakın dostum Ermeni asıllı Fransız şair Rouben Mélik yanıma gelip benim odaya konuk gelip gelemeyeceklerini sordu. Gelebileceklerini söyledim. İçki ve çerez tedarik ettim. Ve Kemal Özer’i çağırdım.
Rouben’in yanında getirdiği toplantı konukları şunlardı: Pierre GAMARRA: Fransız şair; Europe dergisi yazı kurulu başkanı; Charles DOBZYNSKİ: Polonya asıllı Fransız şair, Nazım’ın çevirmeni, Europe dergisi yazı kurulu başkan yardımcısı; Emmanuel ROBLES: Fransız romancı ve oyun yazarı. (“Monserrat”nın yazarı.) Roubén MELİK: Ermeni asıllı Fransız şair; Europe dergisi yazı kurulu üyesi. Adını unuttuğum bir Ermenistanlı yazar...
Ermenistanlı Ermeni yazar dışında hepsi yıllardır, yakından tanıdığım insanlar. Hepsi Fransız Komünist Partisi üyesi.
***
Konu: Ermeni Soykırımı iddialarının kabul edilmesi.
Yahu kardeşim, dedim, 1820’den itibaren ayaklanıp Osmanlı devletinden ayrılan azınlıkların yarattığı psikilojik ortamı unutmamak gerek; vatanın bütünlüğünü sağlamak için ölen 90 bin neferi unutmamak gerek; Ermenilerin Çarlık Rusya ile işbirliğini unutmamak gerek; Rus üniforması giyip askere ve sivile saldıran Ermenilerin Osmanlı vatandaşı olduklarını unutmamak gerek; zorunlu iskan için yapılan tehcirin Soykırım olarak tanımlanamayacağını unutmamak gerek dedim. 1915 yılında olanlar Soykırım tanımına uymuyor, dedim.
Bunların hepsine “Olabilir!” dediler. Ama Osmanlı-Ermeni karşılıklı kıyımını Ermeni Soykırım’ı olarak tanımlamadan ve bunu kabul etmeden kurtuluş yoktu.
“Yok canım?!” dedim. Bu “Yok canım”ın yanıtını Rouben Mélik verdi:
“Bak Özdemir, dedi, diasporanın birinci, ikinci kuşakları ekmek kavgası, ayakta kalma kavgası içinde yakın geçmişte başına gelenleri pek düşünmedi. Şimdi üçüncü kuşak var. Dedelerini, babalarını suçluyorlar. Kendilerine bir vatan ve bir kimlik istiyorlar.”
“Vatanları var, başkenti de Tiflis! Kimliklerini gidip devletlerinden istesinler!” dedim.
“İyi de vatanlarının bir parçası Türkiye’de, ailelerinin kökeni Anadolu’da. Türkiye, Ermeni Soykırımı’nı resmen ve yasal olarak tanımadan Ermenilerin kimlik sorunu çözümlenmez, diken gibi topuğa batar!”
“Vallahi pek akıllısınız! Türklerin kesesinden kimlik sahibi olmak iyi fikir! Peki Türkler, Ermeni gençler kimlik ve kişilik sahibi olacaklar diye yüzlerce yıl Soykırım utancını mı taşısınlar?” diye sordum.
“Ben bilemem” der gibi kollarını iki yana açtı. Bunun üzerine,
“Bak Baron Rouben, dedim. Sana durumu iyi anlatmak için şöyle söyleyeyim. Bugünkü hükümet sağcı bir hükümet. Kimilerine göre de faşist! Ama bir gün Türkiye komünist olsa, komünist bir hükümet iktidara gelse, bu hükümet bile “Ermeni Soykırımı”nı kabul etmez, edemez.”
Bunun üzerine bir süre sustu Rouben Mélik, sonra:
“Siz Türklerin en komünistiniz bile Kemalist. Nâzım da yıllar önce senin gibi konuşmuştu Moskova’da. ‘Türk Komünist Partisi’ne soykırımı kabul ettiremezsiniz!’ demişti. Komünist Parti’niz bile Kemalist! Bu ne iştir iki gözüm?”
***
Rouben Mélik hayatımda tanıdığım en yumuşak, en sakin, en makûl insanlardan biridir. 1986’da Paris’te gördüğümde gırtlak kanseri ameliyatı olmuştu. Dilerim ki hayattadır. İşte böyle bir insan bile istekleri yerine getirilmediği zaman Kemalizmi suçluyordu.
“Türkler, Ermeni Soykırımı’nı kabul edecekler ama ah şu Kemalizm olmasa!”
Fransa’da yaşayan bir yazarımız da “Türkiye’yi dekemalize etmeden (kemalizmden arındırmadan) AB’ye kabul etmeyin” demiyor mu?

Yazarın Tüm Yazıları