Siyasi sorumluluk hesap vermeyi gerektirir

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Oslo’daki PKK görüşmesinin sızmasından sonra “Bazılarının Hakan Bey’i hedef aldıkları malum, hatası olsa da onu harcamayız, kolay kolay adam yemeyiz” dedi.

“Adam yeme” meselesini bilemem. Yolu AKP ile kesişmiş ama sonra kendini dışarıda bulmuş çok insan var, onlar değerlendirsin bu sözü.
MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın zaten bu konuda bir hatası da yok.
Siyasi otorite kendisine talimat vermiş, o da o talimat çerçevesinde elinden geldiğince temaslar kurmuş, toplantılar yapmış.
Bu neden bir hata olsun ve bu yüzden cezalandırılması beklensin?
Görüşmenin gizlice kaydedilmesinden ve servise konulmasından da elbette sorumlu tutulamaz. Böyle görüşmelerde karşınızdakinin namusuna güvenmek zorundasınız.
Zaten gazetelere yansıyan haberlere bakılırsa ortada Hakan Fidan’ı suçlayan da yok.
Böyle bir durum olmadığı halde Başbakan acaba neden konuyu Hakan Fidan’ın hatasına ya da “yenilip, yenilmeyeceğine” çekiyor acaba? Çocukluğunda Teksas-Tom Miks okuyanların iyi bildiği bir durum bu! Eski bir “Kızılderili numarası” yani!
“Düşmanın dikkatini dağıtmak, ana sorun ile ilgilenmesini önlemek” diye tanımlayabiliriz.
Konuştuğumuz konu PKK ile görüşmelerin, bazı memurların inisiyatifi ile mi olduğu yoksa arkasında bir siyasi karar mı bulunduğu konusu.
Nitekim Başbakan da “Emre Bey’i de, Hakan Bey’i de gönül rahatlığıyla İmralı’ya gönderdik” dediğine göre bu siyasi bir karar.
Yani olması gerektiği gibi olmuş, “devlet” denilen mekanizma kendiliğinden harekete geçmemiş, Başbakan’ın bu konuda onayı alınmış.
Öğrenmemiz gereken, bu siyasi iradeyi gösteren bir Başbakan’ın şimdi neden bundan vazgeçtiğidir.
Demokrasi dediğimiz rejimde işler böyle yürür. Seçilmiş siyasetçinin yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmesi ve tutumunun nedenlerini açıklaması beklenir.
Bizim ülkemizde epeyce yabancısı olduğumuz bir durum bu.

150 karaktere şiir sığmadı tabii

SOSYAL medyanın yaşamımızın bu kadar içinde olmasından hoşlanmadığımı daha önce yazmıştım.
Adı “sosyal medya” ama kullanmaya kendini kaptıranları da asosyal tiplere dönüştürüyor.
Bütün gece arkadaşlarıyla yemek masasında oturup kafasını telefonundan kaldırmadan twit’leşenler bile var, artık bu nasıl bir sosyalleşme ise!
Geçen gün gazetelerin magazin eklerinden birinde ilginç bir haber okudum.
Ünlü kişilerin birbirleriyle Twitter üzerinden ağız dalaşı yaptıklarını okuyordum da böylesine ilk kez rastladığım için dikkatimi çekti.
Şarkıcı Niran Ünsal, geçen hafta iki yıldır birlikte olduğu sevgilisinden ayrılma kararı almış ve bu kararını Twitter’dan duyurmuş!
Neden bir telefon açmamış, neden bir kafede buluşup bu meseleyi doğrudan sevgilisine söylememiş anlayamadım.
Bunu insanın sevgilisinin de herkesle birlikte mi öğrenmesi gerekiyor?
Artık bir sevgilisi olmadığını Twitter’dan herkesle aynı anda öğrenen sevgili de Radyo Turkuvaz’da Hopdedik Ayhan Show’a cep telefonundan attığı bir kısa mesaj ile katılmış.
“Konuyla ilgili olarak yazdığı şiirin radyodan okunmasını” rica etmiş, Hopdedik Ayhan Bey de bu ricayı kıramamış. Günaydın’da şiirin metni de var ama bu nasıl şiir bilemedim. “Nesir” daha doğru bir tanımlama olurdu bence.
Kısaca “madem başka bir hayat istedin, tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna” tadında bir metin bu.
O niye Twitter’ı tercih etmemiş de, radyoya yönelmiş derseniz, büyük olasılıkla “karakter sayısının sınırlı olmasındandır” diye düşündüm.
Hayatı Twitter üzerinden yaşamanın böyle sıkıntıları da var işte!

Temiz futbol özlemimiz sürüyor!

LİG başladı ve ilk hafta yayımlanan maçları televizyondan izledim, aynı saate denk gelenlerin de kayıtlarını! Maçları izlerken, şike sorgulamalarında zanlılara sorulan sorular aklımdaydı.
Şunu söyleyeyim: Şike soruşturması, futbolumuzu nerede bıraktıysa hâlâ oradayız, bir ilerleme yok!
Mesela Fatih Tekke! Ordusporlu bu oyuncu, bütün yorumcuların birleştiği gibi atılmaması daha zor olan bir pozisyonda topu avuta vurdu! Acaba bunu nedeni maçı satmış olması mıydı?
Benzeri bir golü Almeida da kaçırdı, yoksa o da mı bu işlerin içinde? Bir de Eskişehirspor sanki “mamalanmış” gibiydi, şampiyon olacakmışçasına maça asıldılar, tuhafıma gitti doğrusu.
Ya Galatasaray kalecisine ne demeli? Tuttuğu bir topu elinden kaçırıp, İBB’nin gol atmasını sağladı. Tıpkı Sivas kalecisi Korcan gibi bir-iki kurtarışı da var ama rakibe bir kere avantaj verdikten sonra gol kurtarsan neye yarar? Bu Muslera, Lugano’nun milli takımdan arkadaşıydı, acaba Lugano’nun bir telkini oldu mu, “Galatasaray’ın yenilmesini sağla” diye!
Hakem Yunus Yıldırım da “bir yerlerden” talimat almış olmalıydı. Fenerbahçeli Caner için çalmadığı pozisyonun penaltı olduğunda bütün hakem hocaları hemfikir. Üstelik o pozisyondan daha hafiflerini faul diye iki taraf için de sahanın başka yerlerinde çaldı. Mutlaka birisinden talimat almış olmalı ki o penaltıyı çalmadı.
Şike mi yaptılar, yoksa çok sevilmesini “hatalar oyunu” olmasına bağladığımız futbolda her zaman olduğu türden “hatalar” mı yaptılar?
Ne dersiniz?
Yazarın Tüm Yazıları