Sivil tarihe doğru

İNKÁRI mümkün değil, 1918 - 1922 Mütareke dönemini esas olarak, Kurtuluş Savaşı ertesinin muzafferleri tarafından yazılmış bir ‘resmi tarih’ aracılığıyla biliyoruz.

‘Resmi’ derken, ilkokuldan itibaren öğretilen; devlet tarafından tekrarlanan; sorgulanması tabu, háttá ‘suç’ (!) addedilen, ‘empoze’ bir tarih anlayışını kastediyorum.

Ancak, hafta sonundan beri vurguladığım gibi, yukarıdaki türden ‘resmi tarih’ sırf bize özgü değildir. Çoğu ülkenin, özellikle de devrimlerin ‘meşruiyet kültürü’ böyle oluşur. Dolayısıyla, çok ‘sisli’ Mütareke dönemi dahil, yakın geçmişimizin belirli bir süre boyunca o muzafferlerin yorum ve süzgeciyle yansıtılmış olmasını asla eleştirmiyorum.

Tersi tasavvur dahi edilemezdi ve bunu ummak da hayalciliğin daniskası olurdu.

* * *

ÖYLE ve nitekim, başta Fransa, iki gündür Mütareke süreciyle benzerliğini çizdiğim 1940 - 1944 Avrupa’sı da Alman işgali bittikten sonra bizimkinden farklı bir tarih yazmadı.

De Gaulle’de simgeleşen o Fransız muzaffer kesim, gerçekte pek az insanın katıldığı ‘direniş hareketi’ hepten şişirdi ve efsane kıldı. Buna karşılık, çok yoğun bir destek kazanmış olan Vichy hükümetini Hitler işbirlikçisi; yandaşlarını da ‘vatan haini’ ilán etti.

1945 sonrasındaki İtalyan ‘resmi tarih’i ise aslında Nazizmle ilgisi olmayan ve kendi açısından ‘devrimcilik’ içeren faşizmin olağanüstü geniş bir taraftar topladığını; bu yüzden de ülkenin 1943’ten itibaren yığınsal bir iç savaş yaşadığı gerçeğini göz göre göre tahrif etti.

Aynı şeyi üç aşağı, beş yukarı, Belçika, Hollanda, háttá Norveç için de sırayabiliriz.

Peki, madem muzafferlerin yazdığı böylesine ‘resmi tarihler’i olağan karşılıyor ve de üstelik Türkiye’dekini başka örneklerle pekiştiriyorum, o halde neyi eleştiriyorum?

Birbirlerine bağımlı olarak iki şeyi eleştiriyorum!

* * *

BUNLARDAN ilkini ‘zamanaşımı’, diğerini de ‘tabu dokunmazlığı’ oluşturuyor.

Zira, başta belirttiğim gibi, ‘resmi tarih’lerin ‘süre’si sınırlıdır. Öyle olması gerekir.

‘Oturmuşluk’ sağlandıktan, ‘olgunluğa’ erişildikten, ‘feráha’ çıkıldıktan sonra, o tarihi artık mümkün mertebe nesnelleştirmek; tabir caizse, ‘sivilleştirmek’ dönemine gelir.

Láf olsun diye değil, ‘kendini tanımak’ ve ‘kendinle barışmak’ için gerçekleştirir.

Uluslar dahil tüm insan toplulukları ancak maziyi bilerek sağlıklı geleceğe yürürler.

Ve şüphesiz, Mütareke’den 87, Cumhuriyet’ten de 82 yıl sonra o vakit çoktan geldi.

* * *

EVET geldi ve nasıl ki geçen ‘süre’nin bizden 20 yıl az olmasına rağmen söz konusu Fransa ‘resmi tarihi’ni sorguladı; nasıl ki ‘direniş’ efsanesi gibi ‘vatan hainliği’ni de nesnel temele oturttu; nasıl ki dün bahsettiğim bazı işbirlikçilerin cezalandırılması konusunda ‘iade-i itibar’a gitti, işte aynı saatin yelkovanı hanidir ve hanidir Türkiye için de bekliyor.

Mütareke ‘sis’ini kaldırmaktan, dolayısıyla ‘tabu’yu yıkmaktan niye korkuyoruz?

Bir bölüm Anadolu, her halükárda da Dersaadet ahalisinin Milli Mücadele’ye uzak, hatta hasım durduğunu söylemek; Ermeni Tehciri duruşmasındaki doğru payını kaydetmek; Mustafa Kemal’in Sultan Vahideddin vasıtasıyla Samsun’a çıktığını ve Meclis-i Mebusan’daki ‘Ahd-ı Milli’nin gökten zembille inmediğini saptamak; Adıvar’lar gibi çok önemli aydınların demokrasi çelişkisinden Ankara’ya ters düştüğünü açıklamak; bu arada, Ali Kemal’in tüm suçlarına rağmen pisi pisine gittiğini belirtmek için ‘zamanaşımı’ hálá dolmadı mı?

Oysa, ‘resmi tarih’in böylesine ‘sivilleşmesi’ ne Kurtuluş Savaşı’mızı değersiz; ne Büyük Kemal’imiz küçük, ne de ‘Cumhuriyet İnkılábı’mızı fos kılar.

Aksine, hem artık bizi tamamen bizle barıştırarak geleceğe sağlıklı yürüteceği; hem de dokunulmazlık tabuları arkasındaki maskeleri indireceği için, daha çok yüceltir!

Yoksa o ‘resmi tarih’, o tabular o geleceği reddettiği için mi hálá ‘sivilleşemiyor’?
Yazarın Tüm Yazıları