Sistemin çareleri

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Parayla oynayarak para kazanma oyunları çöküp borsalar sarsılarak kâğıtların değeri düşer ve kredi faizleri fırlarken, hükümete önerilen şu çareye bakın: ‘‘Vergi reformunun bazı yönleri ertelensin!’’ Peşin vergilere ve stopajlara karşı oluşan cephe, bu fırtınayı fırsat bilip zaten istemediği bir reformun en can alıcı noktasını vurma peşinde.

Yakında, ‘‘Özelleştirme satışları hızlansın; devlet yüksek faizle iç borç aramak zorunda kalmasın!’’ türünden çare önerileri de duyabilirsiniz. Bu alanda yeni vurgunlar için sabırsızlananlar fırsat kaçırmak istemezler.

‘‘Küresel’’ diye yutturulmak istenen ve üretmek yerine tüketmek, düzeltmek yerine satıp kurtulmak, akıllıca planlamak yerine piyasa mekanizmalarına güvenmek üzerine kurulmuş olan sistem, Türk ekonomisini yönlendirmek isteyenleri böylesine çarelere ağırlık verecek kadar şaşkınlaştırmıştır.

Dikkat ederseniz, önerilen çarelerin hepsi, kriz karşısında devleti güçlendirmek değil, büsbütün zayıflatmak amacına yönelik.

Oysa böyle günler, kamunun elindeki ekonomik olanakların ve araçların en güçlü olmasını gerektiren günlerdir.

Clinton bile, dün Moskova Üniversitesi'nde Ruslar'a akıl verirken, ‘‘Daha az vergi alın!’’ demedi; aksine ‘‘Daha çok vergi verin!’’ dedi. Çünkü, oradaki krizin doğmasında devletin mali bakımdan zayıflatılmasının da rol oynadığını biliyordu.

Bu açıdan bakınca, hiç olmazsa, orada yaratılan krizin bir başka nedenini de Türkiye'de tekrarlamaktan kaçınmak gerekmez mi? Türkiye Devleti'ni, çöküşten sonraki Rusya Federasyonu gibi, elinde artık ekonomiye müdahale edecek araç kalmayacak kadar zayıflatmak akıl kârı mıdır? 1929 bunalımının bütün dünyaya öğrettiği ders, kapitalizmin en yalın biçimiyle uygulandığı ülkelerde bile, devleti ekonomiye yön verebilecek araçlarla donatmak değil midir?

Türkiye'deki devletçilik, hem o 1929 bunalımının verdiği bir ders, hem de Sovyet kalkınma modelinden alınan bir örnek olarak, iki yanlı bir etkiyle gelmiştir. KİT'ler bir yandan devletin ekonomiyi yönlendirme gücünü artırırken, bir yandan da sermaye kıtlığı yüzünden üretemeyen bir ülkenin kalkınmasında üreticilik rolünü üstlenmişlerdi.

Şimdi, benzer bir bunalım ufukta gezinirken, özelleştirmeyi hızlandırmak mı doğrudur, yoksa kamunun elindeki üretim olanaklarını saklı tutmak, düzeltmek ve geliştirmek mi? PETKİM, TÜPRAŞ, TEKEL gibi ekonominin devlerini tam da kârlı işletildikleri bir sırada elden çıkarmaya kalkışmak yahut THY'yi en verimli döneminde başkalarıyla kazanç paylaşımına zorlamak çok mu akıllıca bir iştir? Özelleştirme, hızlandırılmak şöyle dursun, hemen durdurulmalıdır.

Elbette, ‘‘Artık 1929'da değiliz; yeryüzünün çeşitli köşelerinde çıkan bunalımların yayılmasını önleyecek Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası kuruluşlar var; ülkeler arası dayanışma mekanizmaları çok gelişti; kapitalist ekonomi artık eskisi kadar gafil avlanmaz!’’ sözleri yine ortalıkta dolaşacaktır.

Ama, dikkat ederseniz, içte ve dışta bu sözleri piyasaya sürenler, son yıllarda çılgın piyasa ekonomisinin kremasını yemiş ve yemekte olanlardan başkaları değildir.













Yazarın Tüm Yazıları