Şimdi ne olacak?

Haberin Devamı

SEÇİMLER (şimdilik) bitti...
E maçların da eli kulağında.
Berberlerde, taksilerde, gün gezmelerinde, yemeklerde, kahvelerde, köşe yazılarında aldı mı milleti bir telâş; “Ne konuşacağız? Ne yazacağız? Nasıl vakit geçireceğiz?” diye.
Yaşamayı, sadece “hayatla itişmek” zanneden toplumlarda, tansiyonun zayıfladığı (?!) geçiş dönemlerinde işte böyle olur.
“Sudan çıkmış balık” misali veya “elinden oyuncağı alınmış çocuklar” gibi ne yapacağını şaşırır insanlar.
“Tarabya’da dedesinden devraldığı muhtarlık görevini, 50 yıldır sürdüren 81 yaşındaki Rafet Üstün’ün hikâyesi”ni, sinema perdesine taşımayı düşünmez kimse. Çünkü, para kazandıran Recep İvedik gerçeğidir.
Veya 1 oyla kazanıldığı söylenen yerel seçimin, 4 oy farkla el değiştirdiği Yalova’yı hep dillerde tutan, yarım asırlık “Kim takar Yalova kaymakamını?” deyişinin perde arkasını, hele hele o ayakkabıcıyı kimse merak etmez. Çünkü, deyimin bir aşağılama olarak kullanılması daha çok rağbet görmektedir.
Yine, bu köşe yazısını okuduğunuz gün olan 7 Nisan’da, takvimler 1948’i gösterirken, Birleşmiş Milletler’e bağlı olarak Dünya Sağlık Örgütü’nün kurulduğunu, buna karşılık nasıl olup da bu kez takvimler 1978’i gösterirken, “beldeyi kirleten Yatağan Termik Santralı’nın temel atma törenini aynı güne denk getirdiğimizi” hiçbir çevreci aktivist romanlaştırmayı düşünmez. Çünkü “efervesan ağlaşma” daha çok ses getirmektedir.
Bu sebeple, “150 senelik Tarihi İstasyon Binası Karşıyaka Müzesi Olsun” kampanyası”na sahip çıkmamanın “dayanılmaz hafifliği”ni de yadırgamaz kentli.
Onun için, ben size söyleyeyim ne yapacağınızı; “AVM’leri gezin aylak aylak...”
“Sanayi Devrimi”ni yaşamamış, felsefe okumamış, kendine boş ve faydalı zaman yaratmayı becerememiş, hayata tutunmak için “keyif üretmek” yerine “bir düşman yaratıp onunla savaşması gerektiği” öğretilmiş, “hobi geliştirememiş toplumlar”ın çocukları; kendileriyle olan kavgalarını, evde, işte, trafikte, siyasette, sporda, üniversitede, yargıda, köyde, kentte, mezrada, başkalarının da burnundan getirerek sürdürürler.
Bunlar, Abdülhamit’in Fîzan’a sürdüğü “Malumat”çı Baba Tahir’in, (cemaatin topladığı parayla) mezar taşına yazılan şu dörtlüğe dahi lâyık değildir:
“Ne kendi etti rahat / Ne âleme verdi huzur / Yıkıldı gitti cihândan / Dayansın ehl-i kubûr!”

Yazarın Tüm Yazıları