Frankfurt’ta telefonumdaki bir ses, bu tek cümleyle beni yasa boğdu.
Şiirini de, kendisini de sevdiğim, saydığım, hayranlık duyduğum ustaların ustasıydı.
Edebiyatta yeteneğe, Allah vergisine iman ederim.
İşte Dağlarca böyle biriydi.
Ne söylese şiirdi, ne yazsa yüksek edebiyat düzeyindeydi.
Şiirine, hakkındaki yazılarıma anılar karışıyor, üst üste görüntüler örtüşüyor.
Düzyazısı da şiirdi, çünkü ne yazarsa yazsın zengin imgeler havai fişekler gibi birbiri içinde patlar, renkler insanı şaşırtırdı.
Şakir Eczacıbaşı’nın anlattıklarından biri onun sınırsız yaratıcılığını simgeler. Bir gün, bir dost buluşmasında, "İşte üstat on kelime," demişler, "onlarla yazdığınız bir şiiri bekliyoruz."
On dakikada olağanüstü güzellikle bir şiir çıkmış ortaya.
Şiir üzerine konuştuğunda ben her zaman, bir poetikanın düzyazıyla değil, şiirle anlatıldığı duygusuna kapılırdım.
Onun şiirlerini okurken bazen ultra modern bir binanın, bir mimarlık yapıtının önünde bulurdum kendimi, bazen de çağını, zamanını bilemediğim bir duvar kabartmasının önünde...