Sigaramın dumanı!

BU köşenin düzenli okuyucuları, kapalı alanlarda sigara içme yasağını şiddetle desteklediğimi hatırlayacaklardır.

Arkadaşlarım, "Bunu nasıl yazabiliyorsun" diye soruyorlardı, "Hem fosur fosur sigara içiyorsun, hem de sigara yasağını savunuyorsun!"

Sebebi çok basit Sigaranın içmeyenler açısından zararlarını biliyorum. Sigara içen, bilerek kendisine zarar veriyor ancak onun kendine zarar verme isteği başkasını etkilememeli diye düşündüm hep.

Türkiye’de "yarım yasakların" uygulanamayacağını bildiğim için de katı ve kesin bir yasaktan yana oldum.

Geçtiğimiz hafta Madrid’e, sigara yasağı ile uygulamayı yerinde görmek üzere davet edildim.

Görüşlerim çok değişmedi. Bir salonun yarısını "sigara içilmez" diye ayırıp, gerisinde sigara içme serbestisi tanımak bana Nasreddin Hoca’nın türbesi ile ilgili fıkrayı hatırlatıyor.

Madrid’de gördüğüm bir tek örnek beni etkiledi. Aynı mekán içinde, ciddi bir bölme ve havalandırma düzeniyle ayrılmış iki alan var.

İsteyen içiyor, içmek istemeyen de sigara dumanına maruz kalmıyor.


Türkiye’deki lokanta ve bar işletmecileri, turistik bir ülkede sigara içme yasağının katı olarak uygulanmasının zararlı olacağını düşünüyorlar. Bilmiyorum, belki de öyledir.

Ancak Madrid’deki uygulama başkalarının varlığına ve haklarına saygı duyarak, bireysel hakların serbestçe kullanılması konusunda gerçekten ilginç bir tablo çiziyor.

Sanıyorum demokrasi dediğimiz şey de esasen bundan başka bir şey değil.

Sigara içme yasağı tam olarak uygulanmaya başlanmadan önce İspanyol deneyimini milletvekillerimizin de görmesinde ve yasaya bir de bu gözle bakmalarında yarar var!

Çarşı, her şeye karşı, ben de yeni çarşıya karşıyım!

BEŞİKTAŞ çarşısına uzun süredir gitmemiştim. Burası İstanbul için gerçekten çok özel bir yerdir. Sadece insanları, dükkánları ile değil. Orada bir tarih vardır ve Kara Kartalların yuvasıdır ki dünyanın önde gelen kentlerinin çoğunda böyle bir yer bulmak mümkün değildir.

Arkadaşlarımla geçen gün Beşiktaş çarşısındaki meyhanelerden birinde, Ahtapot’ta buluşmaya karar verdik.

Barbaros’ta otomobilden indim ve çarşının içine daldım. Daha önce belki yüzlerce kez gittiğim yeri bulana kadar göbeğim çatladı.

O meydanın özelliği balıkçılardı. Batılıların "unique selling position" dedikleri, o yerin tekilliğini vurgulayan bir durum yani.

Kırmızı, yuvarlak tablalarda kuzu gibi yatan çinekoplar, lüferler. Harman gibi istif edilmiş hamsiler. Kenarlarda yemyeşil kıvırcıklar, rokalar. Sapsarı limonlar. Kırmızıları göz alan domatesler, turplar. Tepelerinde insanın içine neşe veren, gri gökyüzünü bir bayram yerine çeviren yüzlerce mumluk ampuller.

Şimdi hiçbiri yok! Başka bir yere gelmemi zannetmeme yol açan da bu oldu zaten.

O güzelim balıkçılar yok edilmiş, yerine "be-te-be" ile kaplanmış yeni bir çarşı yapılıyor. Bir tür anıtkabir yani, çarşının ruhu için yapılmış bir anıt kabir! İçimin nasıl acıdığını anlatmama bu köşe yetmez, bir gün meyhanede karşılaşırsak sizlere de anlatırım.

Bir kentin tarihine bu kadar ihanet etmesinin bizde yüzlerce örneği var, bu da onlardan biri. Belki de en önemlisi.

Gelecek seçimi de kazanacağına inandığım Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’a bir teklifim var: Burayı eski haline getirelim.

Benim orta yaşlı arkadaşlarım, bunun maliyeti neyse ödemeye de hazırız. Beşiktaş çarşısını bize geri verin. Çocuklarımız, torunlarımız da o şahane yeri görme ve yaşama olanağı bulsunlar.

Merak ediyorum. "Her şeye karşı olan Çarşı" bugüne kadar buna nasıl sesini çıkarmadı?

Versin Tanrı istemeden!

ISSIZ Adam filmi, müzikleriyle içimdeki "45’lik canavarını" uyandırdı.

Artık 45’lik dinleyebileceğim bir pikabım yok ama i-podum aynı işi görüyor.

Ayla Dikmen’in "Anlamazdım" şarkısı, Issız Adam ile birlikte yeniden hayatımıza girdi.

Dün baktım, filmdeki müzikleri içeren bir CD de piyasaya çıkmış.

Günümüzün şarkılarıyla kıyaslandıklarında benim gençliğimin şarkıları çok naif kalıyor.

Mesela Ayla Algan’ın bir şarkısı dilime takıldı bu aralar: "Ah demeden, vah demeden, versin Tanrı istemeden!"

Başına beklemediği bir aşk gelmiş genç bir kadının "çığlığı" bu.

Geçmişte bir besteye Türkçe söz yazma deneyimi yaşamış bir insan olarak o şarkıların sözlerindeki çelişkileri yadırgamıyorum. Ayla Algan’ın bu şarkısında, kız hem başına gelen bir aşktan yakınıyor hem de "Tanrı istemeden versin" diye de yalvarıyor!

Özellikle rahmetli Fecri Ebcioğlu’nun yazdığı sözlerde var bu tür durumlar.

En romantik şarkı bile bir bakıyorsunuz absürd bir cümleyle bağlanıyor.

Düşündüm, bunun tek bir suçlusu var: TRT Denetim Kurulu!

Prozodi hatası, detonasyon filan diye besteci ve şarkı sözü yazarlarını o kadar terörize ettiler ki, şarkı sözlerinin anlamı, denetim kurallarına uyma kaygısının altında ezilip yok oldu.

Bir gün yine bu konuya döneriz.

O zamana kadar Ayla Dikmen’i, Ayla Algan’ı, Lale Belkıs’ı tekrar tekrar dinleyin siz de.

O eski masumiyet günlerinin hatıralarının, burnunuzun direğini sızlatmasına hazırsanız tabii.
Yazarın Tüm Yazıları