Seyirci sakin olursa kazanabiliriz

MİLLİ Futbol Takımımız bugün Yunanistan ile önemli bir maç oynayacak.

Maçın önemi elbette sadece "futbol" açısından!

Bu maçı kazanırsak grubumuzdaki iddiamızı sürdüreceğiz, kaybedersek Avrupa Şampiyonası’na gitme ümidimiz çok azalacak.

Avrupa Şampiyonası’na gidersek futbol heyecanını önümüzdeki yaz aylarında da yaşayacağız, gidemezsek de bu ilk gidemeyişimiz olmayacak.

Hepsi bundan ibaret yani!

Yunanistan ile savaşa girmiyoruz, aramızdaki eski sorunlar artık çok gerilerde kaldı ve hálá bazı sorunlar varsa da bunun çözüleceği yer futbol sahası değil.

Terör nedeniyle yükselen milli hassasiyetleri de dikkate alırsak, bugün stadyuma gidip maçı seyredecek olanlara büyük bir sorumluluk düşüyor.

İsviçre maçı ile kaybettiğimiz itibarımızı yeniden kazanabilmek için bu maç bir fırsat olarak görülmeli.

Rakibin milli marşını ıslıklamanın, sahaya fiili müdahale anlamına gelecek hareketlerin bize yakışmayacak ve dünya gözündeki durumumuzu zorlaştıracak hareketler olacağını unutmayalım.

Öte yandan bu maçı kazanabilmemiz, sahadaki oyuncularımızın sakin kalabilmesi ile mümkün.

Seyircinin gerginliğinin oyunculara olumsuz yansıyacağını ve rakibi hırslandıracağını da aklımızdan hiç çıkarmamamız gerek.

Mahalle baskısı mı dediniz?

DÜN Milliyet’te ilginç bir araştırma haberi yayımlandı.

Ramazan boyunca Türkiye çapında yapılan bir araştırmanın sonucuna göre 42 ilde kamu kuruluşlarına ait bazı yemekhaneler kapatılmış.

Gerekçe yıllardır duyduğumuzdan farklı değil: Tadilat var, talep yok, personel izne çıktı vs.

Bazı illerde de "öğlen yemek yemek isteyenlerin isimlerini idareye bildirmeleri, rezervasyon yaptırmaları" gerekiyormuş.

Bu devirde, kaç kişinin buna cesaret edebileceğine artık siz karar verin.

Önceki hafta da Sabah’ın Pazar ekinde iki kadın muhabir "tebdili kıyafet ederek" İstanbul’da dolaştılar.

Türbanlı olarak dolaşanı Etiler, Nişantaşı, Levent gibi bölgelerde hiç yadırganmadığını, kimsenin kendisine ters bakmadığını, ev tutmak istediğinde de kendisine kolaylık gösterildiğini anlatıyor.

Mini eteği ve açık başı ile Üsküdar ve Fatih’te dolaşan muhabir ise kiralık ev ararken "Bu kıyafetle bu mahallede rahat edemezsin" uyarısı ile karşılaştığını, "yalnız kadına ev verilmediğinin söylendiğini" anlatıyor.

Bir süredir üzerinde çok konuştuğumuz "mahalle baskısının" nasıl bir şey olduğunun ve kimler açısından geçerli olduğunun ilginç göstergeleri bunlar.

Başkalarının giyim ve yaşam tercihlerinin kimleri rahatsız ettiğine bakarak, mahalle baskısının da nereden geleceğini kolayca bulabilirsiniz.

Vatanınızı gerçekten seviyor musunuz?

İÇİ kolayca boşaltılabilecek bir kavram "vatan sevgisi".Sokağa çıkıp sorsak, en tepedeki siyasetçimizden tutun da geçimini bu ülkede zar zor sağlayabilen insanlarımıza kadar herkesten aynı yanıtı alabiliriz: Vatanımı seviyorum!

Kolay bir şeydir yani. "Seviyorum" dersiniz ve seversiniz!

İhmal ettiğimiz şey sevmenin, aynı zamanda bir sorumluluk almayı da gerektiriyor olmasıdır.

Bu da sadece askere giderek ya da vergi ödeyerek olmaz.

Bunlar çoğu kez zorunluluktan yaptığınız şeylerdir, bir sevgi gösterisi olarak kabul edilemez.

Eğer vatanınızı gerçekten seviyorsanız, vatanınızın kuşlarını, böceklerini, vahşi hayvanlarını, ağaçlarını, dağlarını, taşlarını, insanlarını da seviyor olmanız gerekir.

Onlara karşı bir sorumluluk duymanız, onların üzerine titremeniz gerekir.

Bir süredir Türkiye coğrafyasının en güzel parçalarından biri olan, bir mücevher taşı niteliğindeki Kaz Dağları’nın altı üstüne getiriliyor.

Altında maden var diye, toprağın üstündeki gerçek zenginlik talan ediliyor.

Vatanını gerçekten seven herkesin bu katliama karşı sesini yükseltmesi gerek.
Yazarın Tüm Yazıları