GeriSeyahat Kitaplarımın izinde Güney Amerika
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Kitaplarımın izinde Güney Amerika

Kitaplarımın izinde Güney Amerika

Kırık dökük İspanyolcam ve elimde Eduardo Galeano’nun “Latin Amerika’nın Kesik Damarları” kitabıyla başladığım ‘Latin Amerika’da Militarizm’ konulu tezimi 1988’de verdikten yıllar sonra Amerika’nın güneyini, okuduğum-yazdığım satırların yaşandıkları yerleri görmek bu şubat ayına kısmet oldu. Bu gezi benim için bir tanıklıktı. Çantama kitaplarımı koyup çıktım yola.

Şili’nin başkenti Santiago’da şehir turlarının önemli bölümünü siyasi tarihten kalanlar oluşturuyor. Gezinin ilk kitabı ‘Sürgündeki Şili’, 11 Eylül 1973 öncesini, darbe gününü ve sonrası yaşananları sokak sokak anlatır. Kitaptan hatırımda kalan en çarpıcı sahne Santiago’nun ortasından geçen Mapocho Nehri’nde yüzen, ölmüş, parçalanmış, işkence görmüş bedenler ve onları gülerek izleyen bir grup ihbarcı kadına tanık olan yazarın ifadeleriydi. “Ürkmüştüm” diyordu, “Ama darbeden değil, bu insanlardan...” Kitapta bu bölümü yeniden ararken gözlerim Mapocho Nehri’ni zapt eden duvarlardaki yazılara takıldı: “Solo la lucha nos hara libres” (Yalnızca mücadele bizi özgürleştirecek)...

Kitaplarımın izinde Güney Amerika


1973’te Marksist Devlet Başkanı Salvador Allende
’ye ve ülkenin soluna yapılan kanlı darbenin simgelerinden Moneda Sarayı da siyasi turizmin bir parçası. Allende’nin, Pinochet’nin askerlerine teslim olmayarak kendisini vurduğu ofisin camları dışarıdan gösteriliyor. Modena Sarayı hâlâ başkanlık ofisi olarak kullanılıyor. Bahçede bir Allende heykeli var.

Kitaplarımın izinde Güney Amerika

Pablo Neruda

Kitaplarımın izinde Güney Amerika

Neruda, Nâzım Hikmet’in arkadaşıydı. Nâzım için “Biz onun yanında şair olamayız” dediği söyleniyor.


Dünyadaki Allende heykellerinden biri de Ataşehir’de bulunuyor, Atatürk’le beraber. Sarıyer Belediyesi de Santiago Belediyesi ile önümüzdeki günlerde ‘2 Şehir 2 Şair’ projesiyle Pablo Neruda ile Nâzım Hikmet’i buluşturacak. Neruda, Nâzım Hikmet’in arkadaşı. Hatta Nâzım için “Biz onun yanında şair olamayız” dediği söyleniyor. Nâzım Hikmet’in ölümünün ardından yazdığı bir şiir de var. “Neden öldün Nâzım, senin türkülerinden yoksun ne yapacağız şimdi?” diye başlıyor.

NERUDA’NIN EVLERİ

Kitaplarımın izinde Güney Amerika

Neruda’nın Santiago’daki darbe döneminden kalan evi ‘La Chascona’.

Santiago’nun bohem mahallesi Bella Vista’da, Neruda’nın darbe döneminde bir hayli tahrip edilen ve kitaplarının yakıldığı ‘La Chascona’ adlı evi var. Zaten Neruda’nın Şili’de bulunan dört evinin hepsinin bir adı var. Mesela Santiago’ya bir buçuk saat uzaklıktaki liman ve sayfiye şehri Valparaiso’daki evinin adı La Sebastiana. Roberto Ampuero’nun “Sıcak bir şubat günü Valparaiso’da” diye başlayan Neruda Vakası adlı kitabında Neruda’nın La Sebastiana’yı, Sebastian isimli bir İspanyoldan satın aldığı, Sebastian’ın da çatıya bir kuşluk, bir de uzaylıların inmesi için pist yaptığını belirtiyor. Pablo Neruda ülke turizminin önemli bir figürü olmuş. Neruda’nın en sevdiği yemek bile turistlere öneriliyor. Sopa de Marisco bol deniz ürünlü bir yemek.

RENKLİ KITANIN RENKLERİ

Kitaplarımın izinde Güney Amerika


Aynı isimli kitaba göre, Valparaiso 1900’lerin başında zengin bir liman şehri, hatta entelektüellerin ve sanatçıların uğrak yeri. Önemli sanatsal gösterilere sahne oluyor. Ancak 1906 depremi göçe neden oluyor. İkinci büyük darbe ise Panama Kanalı’nın açılışıyla geliyor. Paula Moore’un ve Sting’in aynı adlı şarkılarının öznesi olan Valparaiso rengârenk boyalı evleri ile ünlü. Valparaiso’ya gelen gemiler, ellerindeki fazla boyaları bırakırlarmış. Yoksul halk da bu boyalarla evlerini boyarmış. Hepsi farklı renk olurmuş. Bugün ise bu renkler UNESCO korumasında. Bir de kot farkı nedeniyle insanlar evlerine asansörler ve fünikülerlerle çıkıyor. Bir hayli eski olan bu ulaşım sistemi turistlerin ilgisini çeken bir hal almış. 

Aslında kıtada gemilerden bırakılan renkli boya kültü tüm liman şehirlerinde var. Bunlardan biri de Buenos Aires’in liman semti ve aynı zamanda şu anda turistik mahalle, Boca. Maradona’nın yaşadığı ve futbol oynadığı Boca Mahallesi’nin ünlü takımı Boca Juniors’ın sarı-mavi renklerinin hikâyesini de, rehberimiz Faruk Gündoğdu tarafından şöyle anlatıldı: Takım kurulduğunda renk arayışı başlıyor ve “İlk gelen geminin bayrağının renklerinde olsun” deniyor. Ve ilk olarak bir İsveç gemisi geliyor Boca’ya.

JUAN – EVA’DAN NESTOR CHRISTINA’YA

Kitaplarımın izinde Güney Amerika

Arjantin’in Boca Mahallesi’ndeki rengârenk boyalı evler UNESCO korumasında.


Geniş caddeleri, uçsuz bucaksız yemyeşil, bol ağaçlı parkları, heykelleri ile Buenos Aires’te Juan Luis Borges’in Arjantinli şair Evaristo Carriego’yu anlattığı kitabını okuyorum. Kitapta bahsedilen Palermo semti 1800’lerin sonunda tasvir edilen haliyle büyükbaş hayvan çiftlikleri, ekili alanlar, pazaryerlerinden oluşuyor. Hatta sulak bir bölge. Böyle bir manzara beklerken, karşıma villaları, geniş bahçeleriyle elçiliklerin de bulunduğu varlıklı bir semt çıkıyor. Buenos Aires’in de şehir turlarının odağında kıtanın siyasi tarihinin ikonları var. Peron çiftinin balkon konuşması yaptığı Pembe Ev yani Başkanlık Sarayı; darbe dönemindeki faili meçhullerin annelerine kucak açan Mayıs Meydanı; Eva Peron’un ve Arjantin’in ünlü isimlerinin yattığı mezarlık.

Kitaplarımın izinde Güney Amerika

Jorge-Luis Borges


Bölgeyi izlemeye çalışan biri olarak, son dönem birbiri ardına devlet başkanlığı yapan Neston – Cristina Kirchner çifti ile, efsanevi Juan – Eva Peron çiftinin bu denli özdeşleştirildiğini doğrusu bilmiyordum. Biz orada iken, Başkanlık Sarayı’nın önündeki Mayıs Meydanı’nda, tutuklu kadın aktivist Milagro Sala’nın serbest bırakılması için gösteriler vardı. Sala’nın yeni seçilen sağ iktidarı eleştirdiği için tutuklandığı ifade ediliyor. Forumların ve etkinliklerin düzenleyicileri arasında Peronist Gençlik, Evita Hareketi gibi platformlar vardı. Milagro Sala’nın annesinin Eva Peron’a mektup yazdığı ve yoksul dostu Evita’nın annesine Singer marka bir dikiş makinesi gönderdiği anlatılıyor. Meydanda aktivist örgütlere destek amaçlı satılan tişört, kupa, çanta vb. eşyaların çoğunda Peron ve Kirchner çiftlerinin aynı şekilde birbirlerine sarılmış görüntüleri var. Peronların ardılı Kirchner’ler gibi... Parkta alışveriş ettiğimiz bir kadın eylemci, yeni gelen sağcı yönetimden son derece tedirgindi ve bundan sonra her şeyin çok kötü olacağını söylüyordu. Öte yandan ülkede yıllar süren Kirchner iktidarında ekonomik gidişatın pek de iyi olmadığı görüşü yaygın. Son olarak, gösteriler ile Başkanlık Sarayı arasında polis barikatlarıyla çevrilmiş yaklaşık 20 metrelik bir uzaklıktan başka bir engel olmadığını da belirtelim.

 

KESİK DAMARLARIN TOPRAKLARI

Kitaplarımın izinde Güney Amerika

Neruda’nın Santiago’ya bir buçuk saat uzaklıktaki liman ve sayfiye şehri Valparaiso’daki evinin adı ise La Sebastiana.


Uruguay – Arjantin
arasında feribotlar çalışıyor. Beş saatlik bir nehir (aslında körfez ama onlar nehir demeyi tercih ediyorlar) yolculuğu sonunda, Uruguay’ın UNESCO Kültür Mirası Listesi’ndeki kolonyal şehri La Colonia’ya ulaşıyorsunuz. Eduardo Galeano’nun kitabındaki kesik damarlardan kanın aktığı topraklar... İspanyollar ve Portekizliler’in güç mücadelesine sahne olan Colonia’nın yerli halkı ne yazık ki vahşice katledilenler arasında. İspanyollar ve Portekizliler ise bu küçük şehre imza bırakma yarışına girmişler. Yere döşedikleri taşlar, yaptıkları evler arasındaki bariz farklılık bugün turistlerin ilgisini çekiyor.

Kitaplarımın izinde Güney Amerika

Eduardo Galeano


Şehirde gezerken bir kitapçıda Galeano’ya dair bir şey var mı diye baktım. Kitapçı bana “Latin Amerika’nın Kesik Damarları”nı gösterdi. “Bende Türkçesi var” dedim. “Bende de Türkçe bir kitabı var” dedi. Şaşkınlıkla sordum. Galeano’nun eserlerinin dünyada çıkmış çeşitli dillerde kopyalarını topladığını söyledi. Derken Can Yayınları’ndan çıkan ‘Gölgede ve Güneşte Futbol’ çıktı karşıma. Yanıma Türkçe kitabımı almadığıma üzüldüm, zira ben Montevideo’ya gideriz tahminiyle Mujica’nın ‘Saraysız Başkan’ını götürmüştüm. Bu arada adı geçmişken, Devlet Başkanı Mujica da turistik bir obje olmuş. Volkswagen’inden inerkenki haliyle magnetleri, kupaları var.

 

TÜRKİYE’NİN ONUR’U

Kitaplarımın izinde Güney Amerika


Gezdiğimiz dört ülkede de Türkiye’den geldiğimizi söyleyince 7’den 70’e ilk tepki “Onur” oluyor. Binbir Gece dizisinin Onur’u ve Şehrazat’ı kıtanın en ünlü Türkleri. Öyle bir ilgi var ki Halit Ergenç ve Bergüzar Korel çifti mart ayında kıtaya gidip hem hayranlarıyla buluşacaklar hem de Türkiye tanıtımı yapacaklarmış. Uruguay’da terlik aldığımız satıcı kadın ise Sıla’yı seyrediyormuş ve Midyat’ın gerçekten Türkiye olup olmadığını sordu. Güney Amerikalılarla diziler dışında futbolcu isimlerini sayarak da diyalog kuruyorsunuz. Zaten pasaport görevlisi de ülkenize bakıp “Fenerbahçe mi Galatasaray mı?” diye soruyor. Muslera’dan dolayı Galatasaray popüler. Ayrıca Brezilya’yı yendikleri kupa maçının anısına bir sürü magnet, kupa yapmışlar.

KIRMIZI PELERİNLİ KENT

Aslı Erdoğan’ın Rio de Janeiro’nun acılarla dolu yüzünü yazdığı Kırmızı Pelerinli Kent’te, ilk izlenimlerinizi hem okuyup hem yaşamanız mümkün. Şehrin tepelerinden güzel görüntüler var. Tepelere öbek öbek kurulmuş favela denen gecekondu semtlerinden ise turistleri uzak tutuyorlar. Çok dehşetli suç hikâyeleri anlatılıyor. Şehir turunda Maracana Stadyumu, festivalin yapıldığı yer gösteriliyor. Şilili sanatçı Jorge Selaron’un dünyanın dört bir yanından seramik toplayarak yaptığı merdivenler ise görmeye değer. Bir de plajlar var. Copacabana, Ipanema... Her biri bir şarkıya esin vermiş. Güzelim kumlarda güneşlenip, denizde 5 metrelik mesafede gelen dalgalarda ‘çimiyorsunuz’. Yüzmek yasak. Aslı Erdoğan’ın kitabında yazdığı yüzülebilen deniz özlemini, Atlantik’in dalgalarına boyun eğerken hissediyorsunuz. Bir de tarihin ve yaşamın yok edilmesini, kıtanın servetinin Avrupa’ya taşınırken geriye nasıl sade ve sadece ölüm bırakıldığını. Ben ise geri dönerken kitaplarımı rehberimiz Faruk’a bırakıyor; hep yarım kalmış duygusu yaratan Latin Amerika’da ‘Militarizm’ konulu tezimi şimdi tamamladığımı hissediyorum.

DÜNYANIN GÖBEĞİNDE

Kitaplarımın izinde Güney Amerika


Arjantin ve Brezilya doğal sınırını oluşturan Iguazu Milli Parkı uçsuz bucaksız şelaleleri, her bir şelalenin altında gökkuşağı, yırtıcı kuşları, tucanları, maymunları ve turistlere kedi gibi yaklaşan koatileri ile cennetten bir köşe; dünyanın göbeği deniyor. Çok büyük yüzdesi Arjantin’de olmasına rağmen en güzel görüntünün Brezilya’dan Arjantin tarafına bakmak olduğu, biz gezerken sıcaklığın 52 dereceye vurduğu, şelalelerin cazibesine kapılıp umursamadan sırılsıklam olduğunuz bir yer. Meyve dolu ağaçlara elinizi uzatamıyorsunuz, “Onlar maymunların hakkı” diyorlar. Havaalanında “Koatileri beslemeyin, ısırırlar” uyarısı yer alsa da, son derece obur ve arsız koatilerden kurtuluş yok. Kafeden dondurma aldığınızı görüp uzaktan fırlıyor ve elinizden kapıyorlar. Sonra kapış kapış ciyak ciyak dondurma yeniyor yerde. Görmelik.

 

False