GeriSeyahat İstanbul’dan Nemrut Dağı’na Türkiye’deki Dünya Mirası
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
İstanbul’dan Nemrut Dağı’na Türkiye’deki Dünya Mirası

İstanbul’dan Nemrut Dağı’na Türkiye’deki Dünya Mirası

İnsanlığın ortak kültür hazinelerini, yeryüzünün en nadide doğal oluşumlarını belirleyip korunmasını sağlamayı hedefleyen Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) 1972’de, Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması Sözleşmesi’ni kabul etti. Ardından insanlığın ortak mirası listelendi. Dünya Mirası Listesi’ndeki 911 yerden 9’u Türkiye’de. Yaz başında dünya miraslarımızı tanımak için yolculuğa çıkacaklar için bir rehber hazırladık.

İSTANBUL’UN TARİHİ ALANLARI

Listeden çıkarılma riskiyle karşı karşıya

Türkiye’de Dünya Mirası Listesi’ne alınan ilk yerlerden biri İstanbul’da Theodosios Surları’yla çevrili tarihi bölge olduğunu tahmin etmek için elbette kahin olmak gerekmiyor. Suriçi ya da Tarihi Yarımada olarak geçen bu bölge dünyanın önemli üç imparatorluğuna başkentlik eden, eski adıyla Bizans ve Konstantinopolis olarak geçen bölüm. Tüm dikkatler Sultanahmet’teki muhteşem anıtların (Ayasofya, Topkapı Sarayı, Sultanahmet Camii, Yerebatan Sarnıcı) üzerinde toplanmış ama aslında bu bölge muhteşem Süleymaniye Camii’ni ve hatta Vefa gibi semtlerin arka sokaklarında bulunan ahşap evleri de kapsıyor. Ne yazık ki eski İstanbul bugün nüfus baskısı, endüstriyel kirlilik ve kontrolsüz şehirleşmeden kaynaklanan büyük bir tehlikenin altında yaşıyor. Özellikle antik surların bazı yerlerinde yapılan restorasyon çalışmaları ise ciddi eleştirilere maruz kalıyor. Marmaray’ın tarihi bölgeden geçmesi ve belediyenin üzerine düşenleri yapmaması geçen yıl İstanbul’un listeden çıkarılması riskini getirmişti. İstanbul şimdilik listedeki yerini muhafaza ediyor. Gelecekte ne olacağını birlikte göreceğiz.

TROYA ARKEOLOJİK ALANI

Akhaların Truva atı 2800 yıl sonra bilgisayar virüsüne ismini verdi

Troya’yı duymayan var mıdır acaba? Hani İzmirli kör şair Homeros’un ünlü destanı “İlyada”da anlatılan, surlarını aşamayan Akhaların tahta ata sakladıkları askerlerle ele geçirdiği muhteşem şehir. Alman asıllı Heinrich Schliemann tarafından 1870’de gün ışığına çıkarıldığında uzmanlar onun en az Atlantis kadar heyecan verici olduğunu söylemişti. Eğer Efes ya da Afrodisyas’ı gördüyseniz bu antik şehri gezerken lütfen kıyaslama yapmayın. Aksi takdirde hayal kırıklığına uğramanız kaçınılmaz. Oysa ki Troya’nın Dünya Mirası Listesi’nde yer almasının nedeni sadece İlyada’nın sanatsal değeri ile açıklanamaz. Şehir, aynı zamanda Akdeniz ve Avrupa dünyasının Anadolu ile olan en eski ilişkilerinden birini ispat etmesi bakımından da çok önemli. Tek şehir değil Troya, üst üste yığılmış dokuz ayrı medeniyetten oluşuyor. 1996’da Milli Park ilan edildi, 1998’de UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girdi. Şehrin tarihi MÖ 3000’e kadar uzanıyor ama girişte gördüğünüz çirkin tahta atın doğum tarihi 1970’li yıllar. Troya döneminin en güçlü ticari konumlarından birine sahip; Mezopotamya, Mısır ve Anadolu’yu birbirine bağlayan kavşakta yer alıyor. Bu nedenle de kendini savunmak zorunda kalan şehir güçlü surlarla çevrilmiş. Troyalılar, kalelerini inşa ederken diğer coğrafyalarda bilinmeyen demiri kullanmış. Bilinen ve beklenenden daha büyük bir alana yayıldığı saptanan şehirde MÖ 1600’lü yıllarda beyin ameliyatı yapıldığı da ele geçen bulgularla ispatlanmış.

TROYA KASABI SCHLIEMANN

Tarihi şehirdeki kazıları yöneten Schliemann’ın zekası tartışılmaz. Alman işadamı, amatör arkeolog Schliemann, genç yaşta Kaliforniya’da altın işine girip çok zengin oldu, savaşlardan gelir elde etti, satılabilen her türlü ürünün ticaretini yapıp para kazandı. Çocukluğundan beri ilgi duyduğu İlyada Destanı’nda sözü edilen hazinelerin Çanakkale yakınlarındaki Hisarlık Tepesi’nde olabileceği ihtimali üzerine harekete geçip, Osmanlı’ya kazı izni için başvurdu. Bulacağı kıymetli eserlerin yarısını devletle paylaşmak üzere anlaşma imzaladı. Hazine bulma umuduyla tarihi kenti talan etti, tarihi duvarlar, evler, sanat eserleri tahrip oldu. Hazineyi bulduğunda ise, hepsini yurtdışına kaçırdı. Osmanlı Devleti derhal yasal işlem başlattı. Fakat her nasılsa birkaç bin altın karşılığında uzlaşma kabul edildi. Schliemann “İlyada hakkında hiçbir bilgileri yok. Müzelerindeki tarihi eserler dünya için bir kayıptır” dediği Osmanlı’dan Troya hazinelerini kurtardığını ve bilim adına bundan da gurur duyduğunu söyledi her yerde. Bulduğu mücevherlerin çoğunu karısı Sophia’ya hediye etti, eşinin mücevherli fotoğraflarını basına dağıttı. Hazineler 1945’e kadar Berlin’de saklandı. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Sovyetler Birliği, Hitler’in ülkelerine verdiği zararın tazminatı olarak hazineye el koydu. Uzun yıllar nerede gizlendiği bilinmedi. Bu şahane eserler 1996’dan beri Moskova’da sergileniyor. Gördüğümde ülkemizden kaçırılan onca eser aklıma gelmişti ve içim acımıştı. Çocukluk rüyasını gerçekleştirip dünyanın en değerli hazinelerinden birini ele geçirmiş Schliemann ama arkasında şehrin harap olmuş katmanları ile telafisi mümkün olmayan zararlar bırakmış.

HİERAPOLİS/PAMUKKALE

2200 yıllık SPA merkezi

Batı Anadolu bölgesinde kalsiyum zengini suların akarken bembeyaz travertenler meydana getirdiği, sıcak suların yine kalsiyumun oluşturduğu havuzlarda toplandığı, Denizli yakınlarındaki Pamukkale ilginç bir yerdir. Burası tarihin ilk dönemlerinden itibaren pek çok kavim için çekim merkezi olmuş ve MÖ 190 yılında Bergama Kralı 2’nci Eumenes bir kaplıca merkezi inşa ettirmiş. Bu kaplıca yıllar içinde Yunanlılar ve Romalılar tarafından defalarca elden geçirilmiş. Tepenin kenarına kurulan Hierapolis şehrinin içine doğru genişletilmiş. Günümüzde ziyaretçiler çoğu zaman travertenleri görmenin telaşı içinde Roma döneminden kalma orijinal yolları ve büyük bir mezarlığın da olduğu bu muhteşem şehir kalıntılarını gözardı edebiliyor. İsa’nın havarilerinden Aziz Philippos burada öldürüldüğü için Hıristiyanlar kente dini bir önem atfetmiş. Adı “Kutsal Şehir” anlamına gelen Hierapolis’un tiyatrosunda sahne ile seyircilerin oturduğu bölüm arasındaki yükseklik farkı yapının gladyatör dövüşleri için yapıldığını gösteriyor.

XANTHOS-LETOON

Heredot tarihinin en kanlı sayfası Xantos’ta yaşanmıştı

Likyalıların bu iki şehri Fethiye ve Patara sahilleri arasında kurulmuş. Kınık’ın arkasındaki bir tepede bulunan Xanthos, en eski ve en büyük Likya yazıtı, tiyatrosu ve mezarlarıyla dikkat çekiyor. Xanthos, Likya’nın en büyük şehriydi. Ticaretle zenginleşen, yine bu sayede diğer kültürlerle tanışıp sanat, mimari anlayışlarını geliştiren Likyalılar şehirlerini birbirinden güzel anıtlar yaptılar. Heredot Tarihi’nden öğrendiğimize göre, gurur duydukları şehir MÖ 540’ta Persler tarafından kuşatıldı. Yenileceklerini anlayan Likyalılar teslim olmak yerine akropolisi yıktı, eşlerini, çocuklarını, kölelerini öldürdü. Sonra Perslerin üzerine intihar saldırısı düzenledi. 1838’de şehir bir başka felaketi yaşadı. Charles Fellows kalıntıların büyük kısmını Londra’daki British Museum’a götürdü. Eğer Londra’ya giderseniz müzedeki Likya Eserleri Bölümü’nü ziyaret etmeyi unutmayın, burada ülkemizden çıkarılan pek çok eseri görmeniz mümkün. Bu alanda bulunan “ epigrafik yazıtlar, Likya uygarlığını ve onların Hint-Avrupa dillerini anlamak açısından çok büyük önem arz ediyor. Her iki şehir de Likya gelenekleri ile Helen kültürü karışımından oluşmuş. Bu karışımın etkilerini özellikle mezar ve gömü sanatı üzerinde görmek mümkün. Antik dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilen Halikarnas Mozolesi de Xanthos’taki Nereid Anıtı ile aynı aileden geliyor. Nereid Anıtı da ne yazık ki British Museum’da sergilenenler arasında. Kentte ele geçen en eski bulgular tarih sevenleri MÖ 8’inci yüzyıla kadar taşıyor. Letoon ise denize daha yakın bir yere kurulmuş ve başlangıçta Zeus’un sevgilisi Leto ile oğlu Apollo ve kızı Artemis için inşa edilen bir tapınakmış. Sık sık su altında kalan bu yer Xanthos gibi yaz kalabalıklarından kaçmak isteyen, sakinlik ve huzur arayanları bekliyor.

NEMRUT DAĞI

Dev heykellerin zirveye taşındığı bir muamma

Nemrut Dağı’nın “Dünyanın Sekizinci Harikası” olduğunu söylemek bir alışkanlık haline gelmiş. Dağa, Güneydoğu Bölgesi’nde, Malatya ve Adıyaman arasında. Zirvesindeki Antiochus’un (MÖ 69 - 34) muhteşem gömü alanını, höyüğün etrafını çeviren dev boyutlardaki kartal başları, arslan ve insan heykellerini görüp de hayran kalmamak elde değil. Burası tarihe dokunmak isteyen herkese tavsiye edilecek bir yer. Gezinizi daha keyifli hale getirmek için bir de ipucu verelim; şafakta ya da gün batımında akın eden kalabalıklardan kaçınmak, kendinizi bu antik harikaların sahibi gibi hissetmek istiyorsanız gün ortası saatleri tercih edin. Eğer dünyaki en güzel şafak ve günbatımlarından birine tanık olmak istiyorsanız, kalabalığa katlanmanız gerekiyor. Seçim sizin. Bir de uyarı; Türkiye’den Dünya Mirası Listesi’ne giren yerler arasında en zor ulaşılanı Nemrut. Antiochus mozolesi 2 bin 150 metre irtifada, Fırat Nehri’ne ve obalara hakim bir tepede yapılmış. Helenistik dönemin en büyük ve azametli yapılarından biri olarak kabul ediliyor. Dağ yürüyüşüne uygun ayakkabılarınızı yanınıza almayı unutmayın. Burası bir yerleşim alanı değil, sadece Kommegene Kralı Antiochus Teos tarafından kendisi için yaptırdığı bir mezar ve Yunan ile Pers tanrılarının devasa heykellerinin olduğu bir kutsal alan. Heykellerin boyu 10 metre kadar. Buradaki eserlere bakıldığında iki büyük medeniyetin, Yunanlılarla Perslerin kaynaştığı ve bu krallığın kültürünü oluşturduğu görülüyor. Bu büyüleyici mekanda, 2002’de Akbank Oda Orkestrası, ertesi yıl zirveye taşıdığı piyanosuyla Tuluyhan Uğurlu birer konser vermişti.
İlk kez 1882 yılında araştırılmaya başlanmış Nemrut. Bir sonraki yıl Arkeoloji Müzesi’nin kurucusu Osman Hamdi Bey ekibine okuldaki heykeltraş Osgan Efendi’yi de alarak Nemrut Dağı’ndaki eserler üzerinde çalışmaya başlamış. Rüzgarın ve depremin etkisiyle devrilmiş dev heykeller ayağa kaldırılmış, zarar görenler onarılmış, yeni eserler ele geçirilmiş. Osman Hamdi Bey, buradaki çalışmaları anlattığı “Nemrut Dağı Tümülüsleri” adlı kitabını Fransızca yazdı. Avrupa’daki müzeler ve sanat okullarına gönderilen kitap bilim dünyasında büyük bir heyecanla karşılandı. Kitap, Türk arkeolojisinin ilk yayınlarından biridir.

USTA RESSAM, ÖNCÜ MÜZECİ OSMAN HAMDİ BEY

1842 - 1910 yılları arasında yaşayan Osman Hamdi Bey, Osmanlı sadrazamı İbrahim Ethem Paşa’nın oğlu. Paris’te eğitim gördü, sanatla tanıştı, gönül verdi. Paris’teki öğrencilik yıllarından arkadaşları Şeker Ahmet Paşa ve Süleyman Seyyid’le beraber Türk resim sanatının başlamasına öncülük etti; o zamana kadar kullanılmayan insan figürlü kompozisyonları resimlerinde kullanan ilk Türk ressamı oldu. En tanınmış eseri Kaplumbağa Terbiyecisi. 1882’de Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi’nin (günümüz Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi) kuruluşunda önemli rol oynayan Osman Hamdi Bey, çağdaş Türk müzeciliğinin de öncüsü. Kurduğu ve uzun yıllar müdürlüğünü yaptığı İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni dünyanın en prestijli kurumları arasına sokmayı başardı. Bir devrimci aynı zamanda. Osmanlı topraklarından çıkarılan eserlerin, yine bu topraklarda kalmasını savundu. Karl Humann’ın sultanın izniyle Bergama’dan Zeus Sunağı’nı yurt dışına götürmesi, Schliemann’ın da Troya’dan hazineleri kaçırması en çok onu üzdü. Dönemin güçlü ve zengin ülkelerinden büyük tepki alacağını bilmesine rağmen hazırladığı “Âsâr-ı Âtika Nizamnamesi”nin 1884’de padişah tarafından onaylanarak yürürlüğe girmesini sağladı. Bu kanunla birlikte Osmanlı topraklarında bulunan bütün tarihi eserlerin devlete teslim edilmesi, yabancıların yürüttükleri kazı çalışmalarına bir müze görevlisinin refakat etmesi ve bulunanların her gün kazı defterine işlenmesi zorunluluk haline geldi. Dünya ayağa kalktı; Londra, Paris ve Berlin müzeleri bu uygulamayı protesto etti. Artık hiçbir Batılı bilimadamının Osmanlı topraklarında kazı yapmak istemeyeceğini, bunun da Osmanlı’da tarihi çalışmaların sonunu getireceği yönünde açıklamalar yaptı. Lübnan’da Sayda Kral Mezarlığı kazılarında bulduğu dünyaca meşhur İskender Lahidi’ni Kayzer 2’nci Wilhelm’e hediye etmek isteyen 2’nci Abdülhamid’in bile karşısına dikilme cesaretini gösteren Osman Hamdi Bey’in çıkarttığı kanun 1960’a kadar yürürlükte kaldı.

GÖREME MİLLİ PARKI VE KAPADOKYA

Peri bacalarına gizli 2300 yıllık sırlar

Göreme Milli Parkı, 1985’te UNESCO’nun ilk kez Türkiye’den Dünya Mirası Listesi’ne aldığı iki yerden biri. Tek özelliği bu değil elbette. En önemli özelliklerinden biri rüzgarın ve yağmurun zaman içinde yumuşak volkanik taşlar üzerine etki ederek oluşturduğu doğal güzelliklere bir örnek teşkil etmesi. Diğeri de kayalara oyularak inşa edilmiş kiliseler, şapeller ve yeraltı şehirlerine tarih sahnesinde atfedilen büyük önem. Geniş bir alana yayılmış Göreme Açık Hava Müzesi, Dünya Mirası Amblemini taşıma onuruna sahip. Bunun en önemli nedenlerinden biriyse Açık Hava Müzesi’nde göreceğiniz kiliselerde bulunan ve ikonakırıcı dönem sonrası Bizans sanatındaki gelişmeleri gözler önüne seren önemli kanıtlar.

HATTUŞA

Tarihin ilk antlaşmasını bu şehrin halkı imzalamıştı

Ankara’nın kuzey doğusunda, Çorum sınırlarındaki gözlerden ırak muhteşem bir yerleşim birimi Hattuşa. Son zamanlarda başlatılan yeniden yapılandırma çalışmaları uzman olmayanların gördüklerini daha kolay yorumlamasını sağlamış. Ancak diğer taraftan da sadelik yanlısı mükemmelliyetçileri rahatsız edip yapılanları eleştirmelerine neden olmuş. Bu bölgenin tarihi Hititlerin Orta Anadolu’da geniş bir alana hükmettikleri döneme, yani MÖ 2’inci binyıla kadar uzanıyor. İbadet ettikleri tanrıların kabartmaları ise şehrin çok yakınlarındaki Yazılıkaya’da görebilirsiniz. Hitit İmparatorluğunun M.Ö. 13. ve 17. yüzyıllar arasındaki başkenti.
Hititlerin büyük bir olasılıkla Kafkasya’dan geldiği, Orta Anadolu’ya yerleştikleri ve yerli halk Hattilerle kaynaştıkları sanılıyor. Hititler zamanının süper gücü. Bir diğer süper güç olan Mısır ile kıyasıya rekabet ve savaş içindeydi. MÖ 1269 yılında imzaladıkları Kadeş Barış Antlaşması günümüze ulaşan en eski yazılı antlaşma olma özelliğini taşıyor. Kendi zamanındaki uluslar ile kıyaslandığında insan haklarına saygılı bir uygarlık. Kölelerin, hatta ağaçların bile haklarının olması, kadınların saygı görmesi dönemin uygarlıklarında rastlanmayan sosyal hukuk özellikleri.
Şehir, “Hattilerin şehri” anlamında yerli halktan almış adını. Şehir yaklaşık 2 kilometre karelik alanı kaplıyor. Başkent olduğu için sadece kralların ikamet ettiği idari bir yer değil, aynı zamanda bir dini merkez. Ele geçirdikleri her ülkenin tanrısını, gazabından korunmak için kendi tanrıları arasına katan Hititler bu nedenle bin tanrılı uygarlık olarak biliniyor. O dönemin dinsel mitolojisini, ritüellerini kavramak için Hattuşa pekçok ipucu içeriyor. Hititler yapılarının temelini taş, üstünü kerpiçten yaptıkları için bugüne ulaşan sadece yapıların temelleri. Yine de çok sayıda sanat eseri ve mimari eser var. Ele geçirilen 30 binden fazla kile yazılı devlet kaydından (tabletlerden) devletin yapısı, çalışma şekli ve kanunlar ile ilgili bilgiler elde edilmiş. Yapılan kazılarda bir tahıl silosu ve büyük toprak kaplar ortaya çıkarılmış.

DİVRİĞİ ULU CAMİİ VE DARÜŞŞİFASI

Evliya Çelebi, onun güzelliğini övmek için sözcük bulamamıştı

Divriği’de Ahmet Şah için 1228 - 1229 seneleri arasında inşa edilen muhteşem külliye, Türkiye’den Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilen yerler arasında en az bilineni ve Nemrut’tan sonra ziyaret etmesi en meşakkatli olanı. Sivas’ın doğusuna doğru yapacağınız yaklaşık üç saatlik bir yolculuk sonrasında kalabileceğiniz doğru dürüst bir otel bulabilmeniz bile ne yazık ki zor. Sivas şehri Selçuklu mimarisine ait birbirinden güzel örnekler barındırıyor. Bu eserlerin ortak özelliği ise tüm süslemelerin giriş bölümünde yoğunlaşmış olması. Oysa ki oymacılık sanatının farklı türlerine ve her seviyeden örneğine rastlayabileceğiniz Divriği’de süsleme tutkusu yapıların dışına da taşmış durumda. Bu özelliği onu mimari meraklıları arasında vazgeçilmez kılmış. Evliya Çelebi kapı ve duvarlardaki süsleme sanatının güzelliğini “methinde diller kısır, kalemler kırıktır” diye ifade etmiş. Hamam, şifahane ve camiden oluşan Anadolu’nun bu en eski külliyesi kabartma sülus yazıları, yıldız ve geometrik motifleriyle eşi benzeri olmayan bir yapı. Süslemeler hiç bir motife bağlı kalınmadan yapılmış ve motifler asla tekrar edilmemiş. Caminin kapısına güneş ışığı vurduğunda ortaya Kuran okuyan insan silüeti çıkıyor. Türkiye’den Dünya Mirası Listesine alınan ilk mimari yapı olma özelliğine sahip.

SAFRANBOLU

Her köşkü bir sanat eseri
 
İstanbul Ankara arasında bulunan ve 19. yüzyıldan bugüne ulaşan en bozulmamış şehir hayatının izlerini bulabileceğiniz Safranbolu’ya muhakkak gidin. Burada küçük ama şirin Arasta Çarşısı etrafında yayılmış muhteşem Osmanlı evlerine hayran kalacaksınız, Otele dönüştürülmüş bu evlerde konaklamanın tadını da çıkarın. Safranbolu adını burada yetiştirilen safrandan almış. Sokakları geçmişin görkemine şahitlik ediyor. Yakınlarında da ilginç yerler var. Yörük Köyü bunlardan biri ve Safranbolu gibi çok sayıda tarihi evi bünyesinde barındırıyor.

LİSTE SÜRPRİZLERLE DOLU

Dünya Mirası Listesi hazırlama fikrinin geçmişi yarım asır öncesine uzanıyor. 1959’da uluslararası toplum bir araya gelmiş ve Mısır’daki Abu Simbel ile Philae tapınaklarının bakımı ve bu tapınakların Aswan Barajı’nın arkasında yapılan yeni gölün olası taşkınlarından korunması amacıyla daha yüksek bir yere taşınması için gereken parayı toplamayı başarmıştı. Bu çalışmaları kısa süre içinde yeni başvurular takip etti ama İtalya’daki Venedik, Pakistan’daki Mohenjo-daro ve Endonezya’daki Borobudur tapınakları için verilmesi gereken destekle birlikte önemli bir eksiklik de fark edildi. Kaybolmaları halinde dünyanın eskisi gibi olmayacağı konusunda fikir birliğine varılan eserleri kapsayan bir listeye ihtiyaç vardı. Dünya Mirası Listesi böyle hazırlandı. Günümüzde tam 187 ülke sözleşmeyi imzalamış durumda, hali hazırdaki son liste ise önemi tartışılmaz 911 bölgeyi kapsıyor. 151 ülkede bulunan bu yerlerin 704’ü kültürel, 180’i doğal ve 27’si de hem kültürel hem de doğal yerlerden oluşuyor. Bu son gruptakiler sayıca az oldukları için daha da önemli, onlardan biri de Pamukkale. Listenin tamamını internette, bulabilirsiniz. (www.whc.unesco.org/en/list)
Türkiye, Dünya Mirası Sözleşmesi’ni 1985’te imzaladı. Listenin en şaşırtıcı yönü İngiltere’den 28, Almanya’dan 33 yer belirlenmiş olmasına rağmen, onca uygarlığa ev sahipliği yapan Türkiye’den sadece dokuz bölgenin seçilmiş olması. Bu da bizim beceriksizliğimizi ve aynı zamanda listenin politik etkilemelerde kaldığını gösteriyor. Zeugma ve Antakya müzelerindeki mozaikler listede bile değilken Güney Kıbrıs’ta gördüğüm sıradan Paphos Mozaikleri’nin listeye girmesi bunun iyi bir örneği. Dünya Mirası Listesi ülkelere büyük maddi kazanım getirmiyor. Elbette ki UNESCO’dan bu yeri nasıl koruyacağına dair tavsiyeler alıyor. Ancak listelenen bölgenin, eserin restorasyon, bakım ve korunmasından tamamen kendisi sorumlu. Üstüne üstlük bunu yaparken BM’in onaylayacağı standartlara uymadığında listeden çıkarılabiliyor. Geçen sene İstanbul bu tehlikeyi yaşamıştı. Yine de listeye dahil olmanın prestij getirdiğini unutmamalı.
Dünya Mirası Listesi sürprizlerle dolu. Türkiye’den liste başına Efes’in yerleştiğini sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Onun yerine listeye Troya ve Pamukkale’deki daha az tanınan Hierapolis alınmış. Gezginler bazı yerlerin listeye dahil edilmedikleri için açık bir şekilde ihmal edildiğine inanıyor; Kars civarındaki Ani, Dicle’nin kıyısında kurulmuş ve bir baraja kurban edilecek olan Hasankeyf, Afrodisyas, Göbeklitepe, Çatalhöyük, Termessos ve Edirne’deki Selimiye Camii bu yerlerden sadece bazıları.

TÜRKİYE’DEN DİĞER ADAYLAR

* Alahan Manastırı (25/02/2000) * Alanya (25/02/2000) * Antik Likya Uygarlığı Kentleri (06/02/2009) * Afrodisyas Antik Kenti (06/02/2009) * Perge Antik Kenti (06/02/2009) * Sagalassos Antik Kenti (06/02/2009) * *Bursa ve Cumalıkızık Osmanlı ilk dönemi kırsal ve kentsel yerleşimleri (25/02/2000) * Edirne Selimiye Camii (25/02/2000) * Efes (01/02/1994) * Güllük Dağı Termessos Milli Parkı (25/02/2000) * Harran ve Şanlıurfa (25/02/2000) * İshak Paşa Sarayı (25/02/2000) * Karain Mağarası (01/02/1994) * Kekova (25/02/2000) * Konya Selçuk Medeniyetinin Başkenti (25/02/2000) * Mardin Kültürel Alanı (Eski Kenti) (25/02/2000) * Çatalhöyük Neolitik Kenti (06/02/2009) * Denizli Doğubeyazıt güzergahında Selçuklu Kervansarayları (25/02/2000) * St. Nikolas Kilisesi (25/02/2000) * St. Paul Kuyusu ve çevresindeki tarihi bölge (25/02/2000) * Sümela Manastırı (25/02/2000) * Diyarbakır Kalesi ve Surları (25/02/2000) * Ahlat Urart Mezartaşları ve Osmanlı Kalesi (25/02/2000)

UNESCO DÜNYA MİRASI GEZGİNLERİ DERNEĞİ GENEL SEKRETERİ AYNUR KOÇ

Dünyada 10 kriterden 9’una sahip tek yer Hasankeyf, fakat listede yok

Televizyondaki bilgi yarışmalarında “UNESCO Dünya Mirası nedir? Ülkemizde kaç adet UNESCO Dünya Mirası vardır” sorusu yöneltilse, yarışmacılar bir yana ekran başındakilerin arasından doğru yanıt veren çok az kişi çıkar. Coğrafi konumu nedeniyle özellikle Anadolu’dan onlarca medeniyet geçmiş, her birinden bugüne kadar gelen eşsiz eserler kalmış. Böylesi zenginliğe sahip ülkemizden UNESCO Listesi’ne sadece 9 yer girebilmiş. Bunlardan İstanbul’daki Tarihi Yarımada, geçen yıl listeden düşme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Bizler, dünyayı gezen, diğer ülkelerdeki Dünya Mirası yerlerinin çoğunu gören gezginler, 2010 Mayısı’nda bir araya gelerek Başkanımız Atila Ege liderliğinde Dünya Mirası Gezginleri Derneği’ni kurduk. 911 adetlik listede, Atila Ege, sanıyorum 600’e yakın yerle Türkiye’de en fazla Dünya Mirası gören kişi.
Derneğin amacı hem UNESCO Listesi’ne daha fazla yer sokabilmek için diğer kuruluşlarla çalışmalar yapmak, toplumsal bilinç yaratmak, konferanslar vermek, internet sitesi ile uluslararası bilgilendirme yapmak, listedeki yerlerin UNESCO ambleminin genel olarak her şeyde kullanılmasını sağlamak ve okullarda Dünya Mirası konusunda öğretmenler ve öğrencilere bilgi aktarmak. Oluşturduğumuz Eğitim Komitesi, İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’nün de desteği ile bu yıl okul çalışmalarına başladı. UNESCO Dünya Mirası evrensel, ortak bir miras. Tüm ülkeler bu mirasta söz sahibi. Bir ülke ne kadar çok Dünya Mirası’na sahipse o kadar prestij sahibi oluyor ve turistin o ülkeyi tercih etmesine neden oluşturuyor. Tur ilanlarında artık ülkelerin Dünya Mirası sayılarını daha sık görüyoruz. Allianoi ve Hasankeyf, UNESCO Listesi’nde olsalardı ne kumla örtüleceklerdi ne de sular altında kalacaklardı. UNESCO’nun Dünya Mirası olabilmek için 10 kriteri var. Dünyada sadece Hasankeyf bu kriterlerin 9’unu taşıyor. Fakat listede değil. Efes de hâlâ listede yer almıyor. Edirne Selimiye Camii ve Alanya Kalesi aday adayımız. Her ikisi için de saha yönetimi olarak adlandırdığımız ekipler gerekli dosyaları hazırlayıp UNESCO’ya iletti, şimdi örgüt yetkililerinin bu yerleri ziyareti ve kararı bekleniyor. Diyarbakır Surları gibi daha pek çok yerimiz listeye girmeyi beklerken, Divriği Ulu Camii gibi listede olan yerlerimiz bakımsızlıktan değer kaybediyor. Ülkemizdeki eserlerin değerini bilelim, sahip çıkalım, koruyalım. Gelin siz de bize katılın. (www.dunyamirasigezginleri.com)

False