GeriSeyahat Mor dağlarda, iki göl arasında
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Mor dağlarda, iki göl arasında

Mor dağlarda, iki göl arasında

Bolu’nun Göynük İlçesi’ndeki Kapı Orman Dağları’nda haziran morun mevsimi. Tepeler, çayırlar aynı rengin binbir tonunda çiçeklerle kaplanıyor. Bu bölgenin bir başka özelliği yemyeşil tepelerin arasına bir avuç pırlanta gibi serpiştirilen küçük göller. Haziranın ikinci haftasında Çubuk ve Sülüklü göl arasında bir gurup doğaseverle yürüdüm. Geyik koruma sahasından geçip geyik göremediysem de, çiçekler, göl manzaraları ve tattığım dağ çilekleri harikaydı.

Anadolu keteni, çatallı hezeran, kuş ayağı, dağ yoncası, çan çiçeği, anzer çayı ve isimlerini Erdoğan Tekin’in “Türkiye’nin En Güzel Yaban Çiçekleri” rehberinde bulamadığım pek çok dağ güzeli... Hepsi morun farklı tonlarında. Haziran ortası geldiğinde bir saatli bomba gibi patlayıp Bolu dağlarındaki ormanların kıyılarını, karları yeni erimiş zirveleri kaplıyorlar. Sonra yerlerini diğer renklerdeki çiçekler alıyor. 1200 metre irtifadan başlayıp, 1700 metreye kadar yükselen Kapı Orman Dağları’nda renklerin şöleni temmuz ortasına kadar sürüyor.

SİNEMACILARIN TURİSTİK YEL DEĞİRMENLERİ

Göynük’ün iki büyük gölünden biri olan Çubuk, Kayabaşı Tepesi’nden heyelanla inen toprağın vadiyi tıkamasıyla oluşmuş. 15 hektar genişliğindeki gölün en derin yeri 22 metre. Mudurnu, Çubuk Köyü sapağından vadiye girip, gölün kıyısına yaklaşırken ilk dikkat çeken ayrıntı, yemyeşil bir tepeye sıralanmış yeldeğirmenleri. Çubuklu Köyü’nün karşı tepesindeki değirmenlerin dekoratif amaçla yapıldığı ilk bakışta belli oluyor. İkisi yeni görünümlü, biri tamamlanmak üzere. Daha sonra Göynük Belediyesi’nden Tanju Tüzül’den öğrendiğime göre, ilk değirmen 2005’te, Kanal D’de yayımlanan TV dizisi Rüzgarlı Bahçe’nin çekimleri sırasında yapılmış. Köyde, temmuz ortasında çekimine başlanacak bir komedi filmi için plato hazırlıkları yapılıyor. Yeni inşa edileceklerle birlikte yeldeğirmenlerinin sayısı yediyi bulacak.
Hafta sonunda Göynük ve Mudurnu’dan piknikçilerin geldiği köy, hafta içinde sessiz. Amatör avcı belgesi olan balıkçılar, göl kıyısında sazan avlıyor. Sahildeki küçük kafe, mönüsünde göl balıklarına da yerveriyor. 30 haneli köy, doğal sit alanı. İmar izninin zor verildiği söylense de, köyde çift katlı evlerin arasında beş katlı kule gibi bir apartman yükseliyor.

MAYIS SARI, HAZİRAN MOR ÇİÇEKLERİN ZAMANI

Rota grubundan 30 doğaseverle birlikte bahçelerin arasından Karabey Yaylası’na doğru yürüyüşe koyulduğumda saat 13.00’e geliyordu. Günün en sıcak saatleri başlamıştı. Zaman zaman bulutlarla gölgelenen güneş, tepelerde ışık oyunları yapıyordu. Buğday ve gelincik tarlalarının içinden geçen toprak yol, kıvrılarak yükselip, bir düzlüğe ulaştı. 1150 metre irtifadan başlayıp, 1300 metre’ye gelmiştik. Dev göknarların bulunduğu bir koruya girdik. Arkama dönüp göle baktım; tepelerin arasında parlayan pırlantayı andırıyordu.
Göynük’e gelirken yol boyunca minibüsün penceresinden iri papatyayı andıran, mor çiçekleri izlemiştim. Aklım fikrim bu çiçeklerdeydi. Yakından görmek, ismini öğrenmek istiyordum. Nihayet kısa mola verdiğimiz bir çayırda karşıma çıktılar. Ladeni andıran, Anadolu ketenleri bütün bir kış toprak altında beklemenin sabırsızlığıyla neşe içinde, öbek öbek açmıştı. Yükseldikçe hava serinliyor, çiçeklerin neşesi artıyordu. Anadolu ketenlerine bir süre sonra morun farklı tonlarındaki dağ yoncası, kuş ayağı, kekik öbekleri katıldı. Grubun öncüleri kekikleri ezdikçe, çevreyi mis gibi bir koku kaplıyordu. Kekiğe benzettiğim mor bir çiçeği parmaklarımın arasında ezip kokladım. Daha önce hiç rastlamadığım, limon melisasını andıran harika bir kokusu vardı.
Haziran ortası bu dağlarda morun mevsimi olmalıydı. Çevremizdeki çiçeklerin ton skalası tek renge odaklanmıştı. İstanbul’a döndüğümde, çevredeki yaylaları çok iyi bildiği söylenen turizmci Temel Akşemsettinoğlu’nu aradım. Çiçekleri sordum. “Bu dağlarda mayıs sarı, haziran mor çiçeklerin mevsimidir. Eylülde ise mor çiğdemler, safranlar açar. Bence en güzel zamanı hazirandır” diyordu.
Çubuk Köyü’nün kuzeyindeki tepenin zirvesine vardığımızda yürüyüşçülerin yarısının soluğu kesilmişti. Öğle yemeği molası verdik. Çevrede sığınabileceğimiz tek gölge, sert kuzey rüzgarlarının eğip, şemsiyeye benzettiği, 1, 5 metre yükseklikteki birkaç ağaçtı. Gölgelerindeki çimlere uzanıp, sandviçlerimizi yedik, Çubuk Gölü’nü son kez uzaktan seyrettik. Aşağıdaki 30 derecelik nemli sıcağın yerini, tepede 18-19 derecelik kuru, ferahlatan bir esinti almıştı.
Karabey Yaylası’na vardığımızda uzakta Sülüklü Göl’ün çukuru belirdi. Yayla birkaç ev ve ahırdan ibaretti. Göz alabildiğine uzanan, golf sahasını andıran çayırlarda iki küçük sürü yayılıyordu. Bir tepenin üstünde yatıra benzeyen Uzun Mezar’ı geride bırakıp, köylülerin Ayı Vadisi dedikleri bölgeye girdik. Haritada geyik koruma sahası olarak belirtilmişti bu alan. Gözümüz yerde, geyik izini arayarak yürüdüğümüz halde, herhangi bir belirti yoktu. Dürbinle uzakları taramam da işe yaramadı. Sebebini daha sonra Temel Akşemsettinoğlu’ndan öğrenecektim: “Bölgeye son yıllarda artan sayıda yürüyüşçü geliyor. Bırakın geyikleri, vadide yaşayan, izlerini tespit ettiğim iki ayı bile şimşir çalılarından çıkmıyor. 15 günde bir mutlaka bu dağlarda yürürüm, bugüne kadar uzaktan da olsa ayıları, geyikleri göremedim.”

ISSIZLIK MI DEDİNİZ

Ayı Vadisi’nin başındaki çeşmede, dört köylü büyükçe bir karpuzu kesmiş, keyifle yiyordu. Karşılarında ansızın 30 kişilik yürüyüşçü grubunu görünce hiç şaşırmadılar. Birer dilim kesip ikram ettiler. Vadi boyunca yürüyüşe koyulduğumuzda insan boyundaki makiliğin içinde kaybolduk. Bodur meşe, sandal ağaçların arasından geçen yol çok işlek olmalıydı. Ayağımıza tek dal takılmadan ilerliyorduk. Dağların tepesinde, ıssızlığın ortaydım. Daha öylesi öyle sanıyordum. Birden uzaktaki tepelerden “hazırız, koş” diye bir çığlık yükseldi. Sağımdaki tepeden aşağıya bir genç koşmaya başladı. Yakında bir ATV görünce, iyice şaşırdım. Serdar Kılıç, NTV’de yeni yayımlanmaya başlayan “Doğada Tek Başına” programını çekiyordu...
Geçmişte dev bir volkan olduğunu tahmin ettiğim, görkemli Sülüklügöl çukurunu hayran hayran seyerederek yürürken yolumuz ısırganlarla örtülü bir çayıra düştü. Öncü arkadaşlarımız ısırganların altında dağ çilekleri keşfetmişti. Yürüyüşü bırakıp, ısırganların arasına koşturdum. Fındık içi büyüklüğündeki çileklerin aroması o kadar yoğundu ki, ısırganların verdiği acıya katlanıp doyasıya dağ çileği yedim.
Yürüyüşün yedinci kilometresinde Sülüklügöl çanağının kıyısına geldik, göz korkutan bir çarşağın başından ilk kez gölü gördük. 200 metre aşağıda, yemyeşil ormanların arasına düşmüş bir başka pırlantaydı karşımızdaki. İki kilometre yolumuz kalmıştı. İnişin başında toprak ve parçalanmış taşlardan oluşan çarşak öylesine kaygandı ki, gruptakiler birer kez düştükten sonra, halay ekibi şeklinde yürümeye karar verdi. Neyse ki ciddi bir sorun yaşanmadı. Çiçeklenmiş kızılcıkların, defnelerin içinden geçen patika, dev göknarların yükseldiği ormana bağlandı. Sonra milli park sahasındaki yola çıktık. 15 dakika geçmeden Sülüklügöl Milli Parkı’na varmıştık.
Kıyıya ulaştığımızda tepelerin ardında kaybolmaya hazırlanan güneşin huzmeleri bulutların arasından göle düşüyor, kristal berraklığındaki sulardan çevreye gümüşi kıvılcımlar saçılıyordu. Efkarlanmış iki Karadenizli, kamyonetlerinin teybinden avaz avaz hüzünlü laz türküleri dinliyor, arada bir tabancalarını çıkarıp havaya ateş ediyordu. Türküleri ormanları çınlatsa da, kıyıdaki kurbağaların neşeli serenadlarını bastırmayı başaramamıştı.

NASIL GİDİLİR

Kapı Orman Dağları, Gemlik Körfezi’nden başlayıp dört ilin sınırlarında yaklaşık 300 kilometre uzanan Samanlı Dağları’nın doğu sınırında. Termal kaynakları, tarihi konaklarıyla ünlü Göynük ilçesinin kuzeyinde. Göynük karayoluyla İstanbul’da 216, Çubuk Köyü ise ilçe merkezine 6 kilometre uzaklıkta. Karayoluyla İstanbul’dan yaklaşık dört saat sürüyor. Sapanca, Geyve üzerinden yakın görünse de, otoyolun kalitesi açısından Sakarya, Akyazı seçeneğiyle daha kısa zamanda ulaşmak mümkün.

NEREDE KALINIR?

Çubuk Köyü’nde konaklama tesisi bulunmuyor. Göynük’te ise ikisi iki yıldızlı, biri tek yıldızlı, yedisi butik olmak üzere toplam 400 yatak kapasiteli 10 konaklama tesisi hizmet veriyor. 100 civarında tarihi konağın bulunduğu ilçede, dört konak restore edilerek turizme kazandırılmış. Konaklarda çift kişi, kahvaltı dahil oda ücreti 80-110 TL, otellerde 75 TL civarında. Hacı Ali Paşa Konağı (0374 451 25 66), Gürcüler Konağı (0374 451 21 16), Doğa Otel (0374 465 12 70), Akşemsettin Konağı (0374 451 62 78), Türksoylar Konağı (0374 451 27 88)

False