GeriSeyahat Seyahat yazarlarının bayramda yurtdışı önerileri
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Seyahat yazarlarının bayramda yurtdışı önerileri

Seyahat yazarlarının bayramda yurtdışı önerileri

İspanya’nın başkenti Madrid, meydanları, sarayları, parkları, müzeleri ile güzel bir kent. Bitmek bilmeyen gece hayatı, lezzetli tapasları, damak çatlatan jambonları, sıcak kanlı insanlarıyla bayram tatilinde sizi bekliyor. İngiltere’nin başkenti Londra, eylül ortasında festivallerle renklenecek.

Mehmet Yaşin: Meydanlarında hayata karışın, tapas barlarda damağınızı tatlandırın

Madrid’i nedense hep bina yığını bir kent olarak düşlemiştim. Bina gerçekten çoktu ama, hepsinde bir estetik vardı. Tahta pancurlu pencereler, ferforje balkonlar, tuğla kaplı ön cepheler, süslü kapılar... Caddeler, Belle Epoque, Art Nouveau, Art Deco tarzlarının sergilendiği vitrinleri andırıyordu. Geniş bulvar, katedral, park, saray, heykelli meydanları da bu görüntülere ekleyince Madrid’in, Avrupa’nın en güzel kentlerinden biri olduğu aşikardı. Halkı “Madrid cennetin bir basamak altıdır” diye övünmekte haklıydı.
Kentin meydanlarına hayran kaldım. İlk tanıştığım meydan Santa Ana oldu. Meydana masa koyan kahvelerde yer bulabilmek için uzun süre beklemek gerekiyordu. Sokak çalgıcıları, her köşede konser veriyordu. Meydanın bir kenarında, elinde güvercinle şair Lorca’nın heykeli vardı. Kuşlar, onun ününe aldırmadan, başından aşağıya pislemişti. Bekledim ama oturacak yer bulamadım. Çaresiz, meydana bakan bir kahveye sığınıp, lezzetli tapaslarla karnımı doyurdum.
Dışarıya çıktığımda siesta bitmiş, dükkanlar açılmış, kalabalıklar sokaklara doğru akmaya başlamıştı. Kentin en sevdiğim meydanı Puerto Del Sol oldu. “Güneşin Kapısı” kentin sembolik sıfır noktasıydı. Bütün caddeler buradan başlıyor ya da bitiyordu. Yüzyıllardır kentin ticaret merkeziydi. Madrid’liler yeni yıla bu meydanda giriyordu. İlk gidişimde kendimi bir şenliğin ortasında buldum. Sanki tüm şehir toplanmıştı. Heykel gibi hareketsiz duranlar, kafasını elinde tutanlar, canavar kılığında sağa sola saldıranlar, sudan balon yapanlar. Tüm bu hercümerce sokak çalgıcıları neşe katıyordu. Ortadaki havuzların etrafında oturanlar ise şenliği neşe içinde seyrediyordu. Kalabalığın ortasında yükselen bir kaidenin üstünde ise atının üstünde etrafa gururla bakan Kral III.Carlos’un küf yeşili heykeli duruyordu.

İKİ BİN ODALI SARAY

Madrid’in diğer önemli meydanı Plaza Mayor’du. Güneşli bir günde gittiğimde kendimi yine bir şenliğin ortasında buldum. Şarkıcılar, sihirbazlar, canlı heykeller, ressamlar, yerde sarmaş dolaş yatanlar, öpüşenler, yemek yiyenler, koşuşturan çocuklar, köpekler, etrafı arduvaz çatılı binalarla çevrili bu alanda toplanmıştı. Sütunların süslediği pasajlarda, her şeyin satıldığı dükkanlar sıralanmıştı. Bu meydana açılan sokaklar ilginç isimler taşıyordu: Bıçakcılar, Maydanoz, Çilek, Düğmeciler, Kasaplar, Ekmekçiler.
Size turistlerin akın akın gittiği Kraliyet Sarayı’nı (Palacio Real) detaylı anlatamayacağım. Çünkü bu süslü saraya gittiğimde, tam 2 bin odası bulunduğunu öğrenince şaşırdım kaldım. Tüm odaları görmeye ne dermanım ne de vaktim yeterdi. Taht Salonu, Gasparini Salonu, Porselen Odası, Törensel Yemek Salonu’nu görmekle yetindim. Bu dört salon sarayın görkemini anlamama yetti de arttı bile.
Gezerken beni çok mutlu eden yerlerden biri de Hamon Müzeleri (Museo del Jamon) oldu. Tavandan sarkan domuz butlarının, baharatlı çorizoların ve diğer sosislerin, çeşit çeşit peynirlerin, şarapların, sherylerin, balık konservelerinin, deniz böceklerinin satıldığı bu büyük şarküterilerden canım hiç çıkmak istemedi.
Madrid sadece damağımda unutulmaz tatlar bırakmadı. Müzelerindeki kıymetli eserlerle de ruhumu da şenlendirdi. Prado’ya gittiğimde kuyruk uzamış, binanın arka tarafına uzanmıştı. Halbuki uyarılara kulak verip, sabah erkenden gitmiştim. Çaresiz sıramın gelmesini bekledim. Dünyanın en zengin İspanyol ressamları koleksiyonuna sahip müzesi kentin gururuydu.

HAYAT GECE BAŞLIYOR

Birkaç gün içinde Madrid’in geceleri yaşadığını öğrendim. Tüm Akdenizliler gibi, İspanyolların da hiç acelesi yoktu. Yemekler geç yeniyor, dükkanlar geç açılıyor, hayat gece yarısı başlıyordu. Gecenin geç saatlerine doğru caddeler, sokaklar azgın nehirlere dönüşüyordu. Madridliler gecenin karanlığına akıyordu. Karanlık basınca sanki tüm dürtüler ayaklanıyordu. Ta ki ertesi günün ilk ışıklarına kadar. Güneş şehre sakinlik taşıyordu.
Madrid’de bölgeler paylaşılmıştı. Ağırbaşlı takılmak isteyenler, Santa Ana Meydanı’nın etrafındaki birahanelerde geceye başlıyordu. Şık bayanların ve süslü beylerin tercih ettiği mekanlar ise Paseo de la Castelana’da sıralanıyordu. Gençlerin mekanı Huertas semtiydi. Bar tezgahlarında sohbet etmeyi sevenler soluğu Plaza Dos de Mayo’nun çevresindeki sokaklarda alıyordu. New York’taki Soho’yu andıran Chueca ise herkesin yeriydi. Lokantalar, barlar, gece kulüpleri, bu semtin her tarafına dağılmıştı. Chueca, her yaşa ve cinse kollarını açan Madrid’in en renkli semtiydi.

Saffer EMRE: Yaz boyunca parti, festival

Haritaya baktığınızda Avrupa’nın kuzeyinde unutulmuş bir ülke gibi duruyor İzlanda. Kül bulutları geçen baharda, dünyadaki hava trafiğini felç etmişti. Şimdi hayat normale döndü. Hava sıcaklığı bu aralarda 15 derece civarında! İzlanda termal kaynakların, şelalerin, buzul vadilerinin ve yeşilin tekelinde. Yazın güneşin neredeyse tüm gün etrafı aydınlattığı bu kuzey toprakları balinaları da yakından seyredebileceğiniz yerlerden biri. Sularında 17 çeşit balina var. Adada kuş çeşitleri de çok zengin, hatta bazı kuşlar restoranda yemek olarak önünüze geliyor.

EĞLENİP UZUN YAŞIYORLAR

İzlandalılar tam bir parti çılgını, “vur patlasın, çal oynasın” anlayışına sahipler. Ortalama ömür de bu yüzden midir bilinmez kadınlarda 83, erkeklerde ise 79. Çok yaşamak istiyorsanız İzlandalılardan ders alıp eğlenceyi yaşamınızın merkezi yapın, etrafınızdaki negatif insanlara da kapıyı gösterin.
Adaya 871’de gelen ilk Vikinglerden Ingolfur Arnarson, termal sulardan çıkan buharı duman zannedip grubun yerleştiği noktaya Dumanlı Körfez (Reykjavik) adını vermiş. Ufkunda yüksek binaların olmadığı başkent, bugün 115 bin nüfuslu. 103 bin kilometre karelik ülkenin tamamında 300 bin kişi yaşıyor. Bu kadar kuzeyde bu kadar küçük nüfuslu ülkede gece yaşamı olmadığını sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Özellikle cuma geceleri runtur dedikleri parti zamanı, insanlar sokaklara taşıp gece kulüplerini dolduruyor.
Reykjavik çok pratik, kolayca keşfedebileceğiniz yerlerden. Austurvöllur Meydanı ile Parlamento arasında dolaşırsanız çoğu yerini görmüş olursunuz. Öncelikle Öskjuhlid Tepesi’ne çıkın. Burada Perlan isimli gümüş renkli su depoları var. Depolardan şehirde yaşayanlara ücretsiz olarak sıcak su veriyorlar. Perlan’dan şehrin güzel bir görüntüsü var, biraz ilerisinde gördüğünüz ise Hallgrimskirkja, yani İzlanda’nın en büyük kilisesi. 75 metrelik kulesine çıkıp kuşbakışı şehri görebilirsiniz. Perlan’daki restoranda bir şeyler yiyip manzaranın tadını çıkarabilirsiniz. İzlanda tarihiyle ilgili bilgi sahibi olacağınız Saga Müzesi de Perlan’da.

VADİDEKİ TERMAL HAVUZLAR

Reykjavik Belediye Sanat Müzesi’nde ünlü İzlandalı heykeltıraş Asmundur Sveinsson’un eserleri var. Müze sanatçının stüdyosuymuş. Reykjavik 871, Ulusal Müze ve Ulusal Galeri sanatseverlerin Reykjavik’teki durakları arasında.
Şehirdeki Tjörnin Gölü, belediye binasının yanında. Termal su kaynaklarının bulunduğu Laugardalur Vadisi merkezden 20 dakika yürüyüş mesafesinde. Laugardalslaug’da termal havuzların ve jakuzilerin keyfini sürebilirsiniz.
İzlanda’da köpek balığı eti, koç yumurtası, kuzu kafa gibi ilginç yemekler bulabilirsiniz. Restoranlarda fiyatlar yüksek. Brennivin , patates ve kimyondan yaptıkları geleneksel içecekleri. Skyr dedikleri yoğurtları çok lezzetli.

Mavi Göl’ün şifalı çamurları Thingvellir’in gayzerleri

Mavi Göl (Blue Lagoon), başkentten 40 dakika mesafede. Otobüs Terminali’nden Reykjavik Excursions ile gidebilirsiniz. Göldeki termal havuzlarda yüzmek büyük bir keyif. Çamurları şifalı. Thingvellir Milli Parkı’nda gayzerler, şelaleler ve dünyanın ilk demokrasisi olarak geçen eski Viking Parlamentosu var. Burası doğa ile bütünleşmek için ideal. Thingvellir UNESCO Dünya Kültürel Mirası Listesi’nde. Gullfoss’ta 32 metreden düşen bir şelale var. Geysir ise adı üzerinde gayzer. Geysir’in yanındaki Strokkur isimli gayzer 30 metre yüksekliğe kadar su püskürtüyor.

Fatih Türkmenoğlu: Eylül çikolata, mücevher ve tiyatroseverlerin ayı

Dünyayı dolaşıyorum, en ücra köylerde günler geçiriyorum, dağlara tırmanıyorum, denizlere açılıyorum… Benim işim bu: Geziyorum! Ama o kadar sıkışıklıkta, o kadar gece-gündüz sapmasında, hep Londra’da soluklanıyorum. Üç gün, beş gün; şöyle bir kendimi topluyorum. Orası başka bir büyük şehir. Zamanla, iyice öğrenince, metroya alışıp şehrin kodlarını çözünce, genel kanının aksine, çok arkadaş canlısı. Bir sabah atlı polislerle ahbaplık ediyorum, sonrasında kendi kendine parkta Tai-Chi yapan Londralı’yı izliyorum, kitap okuyorum, sergileri dolaşıyorum, mutlaka birkaç gösteri yakalıyorum. Nasıl ki Tai-Chi vücut enerjisini ortalıyorsa, bu şehir de bende aynı etkiyi yaratıyor. Rot-balans ayarını hizalayıp, yola devam ediyorum...
Çakralar yerine oturuyor, paslar puslar siliniyor. Yol sorduğum herkesin işi gücü bırakıp bana yardım etmesinden, binbir çeşit insanın yarattığı o garip uyumdan, sokaklara sinen her dilden çok mutlu oluyorum. Bu karışımın o sakin, dingin devinimine şaşıyorum. En merkez bölge hariç şehrin hâlâ tertemiz oluşuna hayret ediyorum.
Şimdi teker teker müzeleri, sergi salonlarını, görebileceğiniz parkları falan anlatmayacağım. Bunlar otellerdeki broşürlerde bile yazıyor. Kaldı ki kısacık bir internet araştırması ile, nereleri görmeniz gerektiğinin listesini yapmanız işten bile değil. Bu haftadan yola çıkacak bayram gezginleri için eylülün ilk yarısına özel bir Londra listesi hazırladım. Meğer ne bereketli zamanmış... Üç hafta önce döndüğüm halde yazarken çok özendim. İçimden “Acaba mı” geçmedi değil!

AÇIK HAVADA ŞÖLEN

Regent’s Park’taki açık hava tiyatroları, eylül ortasına kadar devam ediyor. Giderseniz yanınıza sıkı bir mont almayı ihmal etmeyin, geceleri hava çok serin oluyor. Coin Street Festivali’nin programı çok iyi. 3 Eylül’de sokak dansı yapabilirsiniz mesela. 6 Eylül Tango, 10 Eylül’de de aileler için spor aktiviteleri var. 13 Eylül’de “Kadınlar için Caz” günü. Aslında ayın son haftasına kadar, her gün en az üç aktivite var. Çok eğlenceli ve kalabalık oluyor. (www.coinsteet.org) Londanedge & Londoncentral, yani meşhur moda, aksesuvar ve hediyelik eşya fuarı bu yıl 5-7 Eylül arasında Olympia Fuar Alanı’nda. Bir başka önemli etkinlik 5-7 Eylül’deki Olympia Yemek ve Çikolata Fuarları. Kimbilir neler vardır? Mücevherlere meraklıysanız Birmingham’a kadar uzanabilirsiniz. Mücevher Fuarı 5-8 Eylül’de, National Exhibition Center’da. Avrupa’nın en büyük denizcilik fuarı Southampton Boat Show, 10-19 Eylül arasında. Londra’dan trenle yaklaşık bir saatte ulaşabilirsiniz. Hediyelik eşyalara meraklıysanız Olympia’da 12-14 Eylül’deki Hediye Fuarı’na göz atmanızda yarar var. Tiyatrolara, müzikallere gelince. Operada Hayalet, Sefiller, Mamma Mia, ya da yıllardır sahnelenen Fare Kapanı hâlâ görülebilir. Fakat bir türlü bilet bulamadığım, Arthur Miller’in “Hepsi Oğlumdu”, 5 Eylül’de son kez sahnede. İnanılmaz dans gösterisi “Burn the Floor” 4 Eylül’de bitiyor. Son derece eğlenceli olan “Hair” ve meşhur “Demiryolu Çocukları” da aynı tarihte perdelerini kapatıyor. Çok merak ettiğim “Onassis”, eylül sonunda başlayacak. Ağustos sonunda “Deathtrap” sahneye çıkıyor. Bu kez genç bir yazar oyunla uğraşmış, haberlere bakılırsa yorum çok iyi olacak. Bilet konusunda bir ipucu: Leicester Square’daki “Tickets’ Booth”dan yüzde 50’ye varan indirimle bilet almak mümkün. Sabah tiyatro gişesinde kuyruğa girecek sabrınız varsa 10 pound’luk yerlerden alabilirsiniz. Sabah saat 10’da da gişe açılır açılmaz, ucuz yerler bitiyor.

KELEPİR AVCILARI İÇİN

Bu sene Londra alışkın olmadığı kadar sıcak dalgalarla boğuştu. Ama şimdi sonbahar yaşanıyor, sokaklarda rahatlıkla yürüyebilirsiniz, tabii yanınızda küçük şemsiye bulundurmak şartıyla... Camden Town, Londra’nın en renkli, en “hip” açık hava pazarı. Hafta sonları açık. Haynes Lane Koleksiyoncular Pazarı, çok keyifli. Gene sadece hafta sonları açık, Crystal Palace’da. Meraklılar için Bermondsey Meydanı’ndaki antika pazarı mükemmel. Sadece cuma günleri sçılıyor ve günün çok erken saatlerinde kurulmaya başlıyor. Pazar günleri Islington’da kurulan Chapel Market da benim en sevdiklerimden. Sakin, rahat dolaşılan bir Pazar. Sonrasında çevrede yürüyüş yapmak da çok güzel.

Reyan Tuvi: Sonsuza açılan kapı

Hiç unutmuyorum, bir arkadaşım Varanasi’de, Ganj Nehri’nde yaptıkları kayık gezintisi sırasında suya düşmüş ve ilk uçakla Türkiye’ye dönmüştü! Varanasi, Hindistan’ın gezip görülmesi çok da kolay yerlerinden biri değil. Üstelik titizseniz, işiniz zor. Çünkü Ganj Nehri’nin önü alınamayan kirliliği su götürmez bir gerçek. Ancak yaşamın devam ettiği, dünyanın en eski kentlerinden biri olan Varanasi’nin ve Ganj’ın Hintliler için ne anlama geldiğini görmek, felsefesini anlamak istiyorsanız, o zaman önünüzdeki kapalı kapılar açılıyor. Reenkarnasyona inanan Hindular için bütün bir yaşam, ruhani aydınlanma peşinde bir yolculuktur ve aslında her insan yeryüzünde bir gezgin ya da hacıdır. Ortak arzuları ise bu yolculuğun cennetten inen nehir Ganj’ın (Hindu dilinde Ganga) yolu üzerindeki en kutsal kent olan Varanasi’de sona ermesidir. Hindistan’da tanrıların yeryüzündeki temsilcisi olduğuna inanılan ve toplumda büyük saygı gören, çilekeş mistikler “sadu”lardan birinin lafıydı; “Ganj Nehri’nin geçmediği toprak, güneşsiz gökyüzü, ışıksız ev ya da öğrencisiz guru gibidir...” Varanasi’de Hindu felsefesinin en bozulmamış ritüelleri yaşanır. Binlerce yıldır olduğu gibi öğrenciler hâlâ gurularını dinler.

BEDEN VE RUH GANJ KIYISINDA TEMİZLENİR

Hindistan’da 2500 kilometre boyunca yol alan Ganj Nehri üzerindeki Varanasi, akla ilk ölümü getirir. Hindular için doğru yerde ölmek, doğru bir hayat yaşamış olmak kadar önemlidir. Bu kent ve bu nehir, iyi bir hayattan çok daha fazlasını vaat eder; iyi bir ölümün sözünü verir. Bu halkın ölümü nasıl böylesine yalın ve doğal bir şekilde kabullendiğini görmek Hindistan yolculuğunuza anlam katacaktır. Zıtlıkların bir arada varolması üzerine kurulu olan Hindu felsefesinde hayatta mutlak bir iyi ve kötü olmadığına inanılır. Bu felsefenin önemli bir parçası olan Ganj’ın ölümle bağlantısı bir yana yaşam da en çok bu nehrin kıyılarında hissedilir. Bir taraftan çamaşırlar, bedenler yıkanır, dişler fırçalanır bir taraftan da ruhlar temizlenir. Bazı anneler yeni doğmuş bebeklerini ilk kez bu kutsal suda yıkamak ister.
Ganj kıyısında son nefesini vermek isteyen yaşlı ve hastalar, Hindistan’ın dört bir yanından Varanasi’ye gelir, hastaneye yerleşir. Ölür ölmez dudaklarının Ganj’ın suyuyla ıslatılmasını ve küllerinin yine bu kutsal nehre serpilmesini diler. Bu kıyılarda ölmek büyük şanstır ve yakınları bir iki damla gözyaşı döker, fazla değil. Ölüler, “Varanasi’de ölüm kurtuluştur” şarkılarıyla uğurlanır. Günün 24 saati bu kentten dumanlar yükselir ve küller Ganj’a savrulur. Varanasi’de her adımda, eski şehrin arka sokaklarında, yakılmadan önce bambu sedyelerde, kumaşa sarmalanmış, çiçeklerle süslenmiş bir şekilde dolaştırılan cenazelere rastlanır. Bunlar Ganj’a kadar taşınır ve nehir sularına daldırılıp çıkarılır. Hindular, bu ödünç beden yakılmazsa ruhun yeryüzünden ayrılmayacağına inanır.

KRİKETÇİ, MASAJCI ÇAMAŞIRCI YAN YANA

Varanasi adeta dev bir ölü yakma alanıdır. Nehir kıyısına sıralanmış tapınakların merdivenleri “ghat” olarak adlandırılır. Manikarnika Ghat en önemli yakma yeridir. Bir Hindu için burada yakılmak hayırlı sondur. Ölüler burada, toplumda dokunulmazlar kastına mensup kişiler olan “dom”lar tarafından hazırlanır. Ghatta büyük odun yığınları hazırdır. Fiyatı belirlemek için odunlar dev terazilerde tartılır. Her odun çeşidinin fiyatı farklıdır, sandalağacı en pahalısıdır. Ölüyü yakmak için yetecek kadar odunu hesaplamak önemli iştir. Bu yakma törenini seyredebilmek için bir Brahman rahibince yönlendirilirsiniz. Fotoğraf çekmek yasaktır. Odun masrafına katkı olarak sizden bağış da isteyebilir.
Her gün Ganj ve Varanasi’deki sayısız tapınak, kimi burada yaşayan kimi de hacca gelen binlerce Hintliyi buraya çeker. Kadın, erkek ve çocuk rengarenk yerel giysileriyle kutsal suya girer ve doğan güneşi selamlar. Kış yaklaşırken, dolunaydan yedi gün önce, kadınlar evlerinde yeterli yiyecek olması için tanrılara dua eder, erkekler saçlarını kazıtarak tanrıların karşısında aslında ne denli önemsiz olduklarını ima ederler. Tüm bu hazırlık, Ganj’a ve sabah uyanan tanrılara en kusursuz şekilde sunuş yapabilmek içindir.
Varanasi’deki ruhani atmosferin en çok hissedildiği yerler tapınak ve sarayların süslediği ghatlardır. Nehir kıyısında 7 kilometre boyunca yaklaşık 80 ghatta her gün tam 60 bin kişi kutsal sulara batar çıkar. Ghatlar boyunca yürümeden ya da ghatlara bir de tekneden bakmadan şehrin ruhuna girmek zordur. Halk ghatlara sadece kutsal sularda yıkanmak için gelmez. Aynı zamanda buralarda çamaşır yıkayanlara, yoga yapanlara, kriket oynayanlara, masaj yaptıranlara, çiçek satanlara, bufalolarını yıkayanlara, dilencilere para vererek karmasını değiştirmek isteyenlere ya da sadece gezinenlere rastlamak mümkündür. Nehre kadar ulaşan Ganj’ın batı kıyısındaki yıkanma merdivenlerinin birçoğunda sadece yıkanılır, bazılarında ölülerin yakıldığı da olur. En önemlileri Assi Ghat’tan Raj Ghat’a kadar uzanan bölümde. Dasaswamedh Ghat’tan güneye Harishchandra Ghat’a kadar yapılacak bir tekne yolculuğu ve dönüşü de Varanasi hakkında genel bir fikir edinmek için iyi bir rota. Muson yağmurları sırasında ve hemen ardından suyun seviyesi yükselse de genelde yıl boyunca bütün ghatları yürüyerek gezmek mümkün.

ŞAFAK VAKTİ GÖRMELİSİNİZ

Ghatların en çarpıcı görüntüler verdiği zaman, hacıların güneşin ilk ışıklarına karşı puja (saygı, dua) yaptıkları şafak vakti. Günbatımında ise kentin en canlı ve renkli ghatı Dasaswamedh Ghat’da puja, ateş ve danstan oluşan “ganga aarti” ritueli için toplanılır. Asi Nehri ile Ganj’ın buluştuğu Assi Ghat özellikle önemlidir. Çünkü burası hacıların pipal ağacı altındaki büyük lingamda (Hindu mabetlerinde Shiva’yı temsil eden sembol, taş) ibadet etmeden önce yıkandıkları yer. Burada kafeler, oteller ve dükkanlar var. Buradan Dasaswamedh Ghat’a turist taşıyan tekneler bulmak mümkün. Meer Ghat’tan çıkılan Nepal tapınağındaki erotik heykeller birçok turistin ilgisini çekiyor. Munshi Ghat, mimarisiyle göze çarpıyor. Varanasi’nin en eski ghatlarından Harishchandra Ghat’ta da ölü yakılıyor. Tulsi Ghat, adını 16. yüzyılda yaşamış bir Hintli şairden alıyor. Ancak daha önemlisi bu ghatın, Kartika (Ekim/ Kasım) aylarında Krishna’ya adanmış bir festivale sahne olması.
Ganj Nehri’nin batı kıyısında, kentin tarihi bölgesindeki labirentvari dar sokaklarda oteller, restoranlar, dükkanlar ve tapınaklar var. Godaulia bölgesinde birçok otel bulunuyor. Konumu avantajlı Hotel Alka’nın klimalı odalarını tercih edin. Daha fazla konfor ve manzaralı oda merakı olanlar için Palace on Ganges bir seçenek. Mimarisi, terası ve odalarıyla Ganges View, oteller arasında sivriliyor. Yeme içme için bütün otellerin kendi restoranları var. Hint, Çin ve uluslararası mutfakları bulabilirsiniz. Midenize güveniyorsanız, dışarıdaki restoranlarda da yemek isteyebilirsiniz. Ganga Fuji’nin mönüsünde Hint, Çin ve Japon mutfağından seçenekler var. Canlı Hint müziği olan akşamlarda kalabalık. Dasaswamedha Ghat bölgesindeki en iyi restoranlardan biri Keshari. Güney Hint mutfağından vejetaryen bir mönüsü olan küçük Ayyar’s Cafe, ekonomik. Batı tarzı kahvaltısı, Çin ve Hint mutfağı ve canlı sokak manzarasıyla Hotel Ganges’daki Temple Restaurant, denemeye değer. Varanasi hakkında işe yarar birçok bilgiye www.varanasi.nic.in sitesinden ulaşabilirsiniz.

False