Sevk: Akıl hastanesi

KENDİSİNDE kanser başlangıcı olduğu raporla saptanan bir tutuklu, bu bulguya rağmen bulunduğu üniversite hastanesindeki tek kişilik tutuklu koğuşundan alınıp cezaevine gönderilebilir mi?

Türkiye’de mümkündür. Ve bu konuyu yetkililere sorduğunuzda, mevzuatla, Adli Tıp Kurumu raporlarıyla ve sistemin işleyişle ilgili pek çok izahat dinleyebilirsiniz.

* * *

Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından eski İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Fatih Hilmioğlu’na karaciğer kanseri başlangıcı tanısının 2010 yılı sonunda (22 Aralık) konmasına karşılık, kendisinin üç ay sonra (8 Mart 2011) Silivri Cezaevi’ne sevk edilmesinin perde arkasını araştırırken birbiriyle çelişen bir dizi /images/100/0x0/55eafeccf018fbb8f8a425a0açıklamayla karşılaştım.

Prof. Hilmioğlu, sevki öncesinde siroz hastalığı nedeniyle tedavi gördüğü  İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde kapısında jandarmanın beklediği bir tutuklu koğuşunda kalmaktaydı. 

Avukatı olan kardeşi Hayati Hilmioğlu’na sorarsanız, kendisinin neden Cerrahpaşa’dan gönderildiğine Silivri Cezaevi yetkilileri tarafından verilen yanıt, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’nden kendilerine gelen bir yazıdır.

Avukata “Bu yazıyı gördünüz mü?” diye sorduğumda, “Hayır ama cezaevinin ikinci müdürü bana yazıyı okudu” yanıtını verdi.

Adalet Bakanlığı’nın üst düzey bir yetkilisini arayıp bu durumu ilettiğimde, kendisi konuyu araştırdıktan sonra bana “Kesinlikle bakanlıktan böyle bir yazının gitmiş olması söz konusu değil. Bakanlığın böyle bir yetkisi yok” yanıtını verdi.

* * *
Bakanlık çevrelerinden bu konuda aldığım izahat şu mealdedir: O dönemde basında bazı tutukluların keyfi olarak üniversitelerde ağırlandığı yolunda yapılan yayınlar üzerine Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı konuya el atmış, Hilmioğlu’nun sağlık raporlarını Cerrahpaşa’dan istetmiş, ardından bunları Silivri’deki Devlet Hastanesi’ne ileterek, kendisinin tedavisinin yapılıp yapılamayacağını sormuştur. Silivri Devlet Hastanesi olumlu yanıt verince, Hilmioğlu’nun Silivri Cezaevi’ne sevki yapılmıştır.

Bu sevk işlemi, Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’nun 28 Ocak 2010’da verdiği, özetle “2 ay aralıkla bir üniversite hastanesi hepatoloji bölümünde tetkiklerin yapılması koşuluyla cezaevinde kalabilir” şeklindeki raporuna dayandırılmıştır.

Buradaki sorun şudur. Adli Tıp Kurumu raporu, Hilmioğlu’na kanser teşhisi konulmasından yaklaşık bir yıl öncesine aittir, dolayısıyla son duruma yanıt vermesi söz konusu değildir. İkincisi Adli Tıp da üniversite hastanesini adres gösteriyor, devlet hastanesini değil.

* * *

Aslında gelinen noktada Hilmioğlu’nun sağlık durumunun ciddiyeti bu tartışmaları geride bırakmış bulunuyor. Sonradan ortaya çıkan komplikasyonlarla birlikte Prof. Hilmioğlu’nun sağlık durumunun fotoğrafı, resmi raporların da teyit edeceği şekilde şöyle çekilebilir:

1) Siroz hastasıdır,
2) Karaciğer kanseri başlangıcı teşhisi konmuştur (ancak iki yıldır biyopsi yapılmamıştır),
3) Bu arada kronik böbrek sorunu ortaya çıkmıştır,
4) Şeker hastalığı başgöstermiştir,
5) Yemek borusunda ölümcül kanamaya yol açabilen (özafagus) varisleri vardır,
6) Geçen ekim ayında oğlunun trafik kazasında ölümünden sonra ağır bir depresyona girmiştir.

Sorunun bir boyutu, bunların birbirlerini olumsuz yönde etkileyen hastalıklar olmasıdır. Örneğin, siroz hastalığı nedeniyle kendisine depresyon tedavisi için gerekli olan antidepresan ilaçlar verilemiyor. Doktorların büyük bir bölümünün birleştiği husus, kendisinin mülti-disipliner bir üniversite hastanesinde bakım altına alınmasının gerektiğidir. Oysa Prof. Hilmioğlu Silivri Cezaevi’nde iki kişilik bir koğuşta alıkonmaktadır.

Bütün bu sağlık bulguları, Ergenekon davasına bakan Özel Yetkili 13’üncü Ağır Ceza Mahkeme Heyeti’nin tutumunu etkilememiştir. Mahkeme, topu Adli Tıp Kurumu’na atmaktadır. Oysa Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun pekâlâ mahkemeye Adli Tıp Kurumu’ndan bağımsız olarak da hüküm verme serbestisi tanıyan içtihatları var.

Daha önemlisi, geçen temmuz ayında yürürlüğe giren Üçüncü Yargı Paketi zaten getirdiği adli kontrol sistemi ile hâkimlere tutuksuz yargılama konusunda geniş bir takdir yetkisi tanıyor.

Bu arada, Adli Tıp Kurumu’nun avukatlarının Hilmioğlu’ndaki kanser başlangıcı bulgularını göndermesine rağmen eski raporunu gözden geçirme, güncelleme ihtiyacını duymamış olması da çok problemli bir durumdur.

* * *

Bu arada dosyayı incelerken dikkatimi çeken bir nokta daha oldu. Bakırköy Sadi Konuk Araştırma Hastanesi 9 Ocak 2013 tarihinde Prof. Hilmioğlu için verdiği raporda, “Hepatoloji (karaciğer), nefroloji (böbrek), endokrinoloji (şeker hastalığı için) olan ileri bir merkezde 2 ay sonra takibi ve kontrolü uygundur. Takip olduğu Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği ağır depresif nöbet nedeniyle değerlendirilmesi uygundur” raporu vermiştir.

Peki bu rapor Silivri Devlet Hastanesi’ne havale edildiğinde 15 Ocak 2013 tarihinde Prof. Hilmioğlu’nun buradan sevki nereye çıkmıştır dersiniz? Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne.

Silivri’nin 15 Ocak 2013 tarihli bir cümlelik sevk yazısında, Hilmioğlu’nun diğer sağlık soruna hiçbir atıf yoktur. Hilmioğlu, Bakırköy’e gitmeyi reddetmiştir.

* * *  

Özetle, 2013 Türkiye’sinde bir kanser hastasını akıl hastanesine sevk eden bir zihniyet var karşımızda.

Prof. Hilmioğlu’na birçok düzlemde yapılan muamele Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Herkesin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır” şeklindeki ikinci maddesinin açık bir ihlalidir.  

Önümüzdeki dönemde maruz kaldığı bu işlemler nedeniyle yapılabilecek bir başvuruda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Hilmioğlu’nun yaşam hakkını ihlal ettiği için Türkiye’yi mahkûm etmesi   kimseye şaşırtıcı gelmemelidir.
Yazarın Tüm Yazıları