Sevimli dostlarımız için yemek, kırıntı günü

KIŞ; kışlığını yapıyor mu?

Evet, soğuk, kar, yağmur, çamur.

Bunlarla birlikte yaşanan dramlar...

Doğalgaz, kömür...

Uzayan baharın sonunun böyle olacağı belliydi.

Hazırlıksız mı yakalandık yoksa?

Bahar hiç bitmeyecek diye mi düşündük?

Her neyse...

İşte karşımızda kış manzaraları...

Oyun başladı... Perde açıldı...

Kaç perde olacağına biz karar veremeyeceğiz ama!

Soğuklar can alıyor.

Donan, hastalanan insanlar.

Bu süreçte bir de "sağlık krizi".

Sağlık sektöründe yaşanan sıkıntılar.

Sevkler ayrı bir dert, ilaç almak ayrı...

Hep kötü değil ya; kış...

Güzelliklerini de unutmamak gerek.

Şöyle bir yağmur ya da kar manzarası karşısında "çay keyfi".

Sobanın, ocağın başında tatlı sohbetler.

Arada işin içine siyaset girse de "yarenlikler". Televizyonla, radyolarla daha çok dostluk. Hatta uzaklaştığımız alışkanlıklarımızla bile... El becerilerimiz... Çoluk - çocukla ev oyunları...

Demli bir çayın, kırk yıl hatırı olan kahvenin eşliğinde canlanan anılar...

Ama... Bir de "sevimli dostlarımız" var, kışın kıyametin ortasında.

Her yıl yazlık mekanlarda yaşanan dramlarla üzülür dururum.

Kahrolurum.

Kendini arabanın altına atan köpekleri mi sorarsınız, orada burada parçalanan kedicikleri mi?

"Geçici mutluluklar" uğruna yanı başımızda tuttuğumuz, sonra kış gelince "Ne yapalım yerimiz yoktu. O başının çaresine bakar" diye kendimizi avutarak yaşamın zorluklarının içine attığımız can dostlarımız...

Kediler, köpekler, evcil ya da yabanıl hayvanlar...

Balıklar, kuşlar, sincaplar, tavşanlar...

Kışın çaresizleri...

Soğuğun, yağmurun, çamurun mağdurları...

Açlıkla mücadelenin yılmaz savaşçıları...

Evet, sevimli dostlarımız...

Bu kış soğuklarının, koşullarının en çok onları etkilediği bir gerçek değil mi?

Yiyecek, içecek bulmakta zorlanıyorlar.

Birçoğunun sığınacak bir yeri bile yok.

Yazın mangal keyfi güzel de...

Mangaldan artanları onlara vermek güzel de...

Onların şimdi de yiyeceğe ihtiyaçları olduğunu düşünmek...

İnsan olmanın gereği değil mi bu?

Onların çaresizliği daha zor değil mi?

Sağda, solda açlıktan kırılan, ölen, donan hayvan manzaraları...

Bir ekmek kırıntısı için cam kenarlarında dolanıp duran kuşlar...

Özgürlük sembolleri...

Her kanat çırpışlarında nice hayallerin peşinde koştuğumuz güzel canlılar...

Pencerelerin kenarına, sokakların kuytu köşelerine onlar için ekmek kırıntıları bırakamaz mıyız?

Onların yaşama bağlanışları ile birlikte ruhumuzda, bedenimizde yeni bir sevgi ve dayanışma heyecanı yakalamaz mıyız?

Yaşama döndürdüğümüz küçük bedenlerle insan olmanın hazzını bir kez daha yaşamaz mıyız?

Evet, insanların bile öldüğü, kaldığı, donduğu bir coğrafyada "fantezi" diye niteleyenler olacaktır bu yaklaşımı...

Oysa... Yaşamın bütünselliği... Birbirini tamamlayıcı özelliği...

Sevginin uçsuz bucaksız oluşu...

Dayanışma, paylaşım ve sevginin insan ruhunda yarattığı derin mutluluk... Onun yaşantımıza kattığı artı değerler...

Fanteziyse fantezi...

Zaman zaman insan olduğumuzu anımsatan bu tür fantezilere de ihtiyacımız yok mu?

Penceremizin kenarından aldığı ekmek kırıntıları ile yaşama bir kez daha kanat çırpan serçenin, güvercinin, kırlangıcın, sakanın ya da karganın dünyamıza kattığı rengi ve farklılığı görmek... Yaşamak, anlamak...

Ya da... Evin yıkık - dökük duvarının dibinde artık yemekle karnını doyuran sevimli kedinin, köpeğin tok bir karınla toprağa basışındaki azameti hissetmek...

Ve onlarla bir kez daha yaşama gülümsemek...

Ekonomik krize...

Sorumsuz kişilerin yaşamımızda yarattığı sancılara rağmen...

Sevimli dostları kışın da anımsamak...

Bize bugün de, yarın da ayrı bir mutluluk rüzgarı taşımayacak mı?
Yazarın Tüm Yazıları