Şer kargaları...

BORSADAN, piyasadan dün gelen haberler olumlu idi. Gerçi bir dostumuzun söylediği gibi İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nın endeksi 14 bini buluncaya, faiz oranları makul düzeye düşünceye kadar beklemek gerek.

Ama yine de katı tavırlarıyla sorun yaratan Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz'ün istifası bile ABD Doları'nın değerini 1 milyon 500 bin lira düzeyinden 1 milyon 350 bine indirmeye yetti.

Görüldüğü gibi her şey sanki pamuk ipliğine bağlı imiş gibi...

O yüzden aylardır ‘‘güven’’den başka sözcük duymuyoruz. Herkes‘‘güven’’ arıyor. Nitekim politikacıya güven, hükümete güven, liraya güven derken sonu gelmeyen bir ‘‘güvenilmesi gerekenler’’ listesi oluştu.

Oysa asıl mesele bizim şuna buna güvenmemiz değildir. Asıl mesele halkımızın -yahut Türkiye'nin- özgüven sorunudur.

Ne var ki özgüven kazanmanız için, saygıdeğerliğinize önce sizin inanmanız gerekir. Ama saygıdeğerliğiniz, ancak size düşeni iyi ve doğru yaparsanız anlamlı olur. Yoksa palavra kimseyi saygıdeğer kılmaz.

Türkiye şimdi bu sorunla boğuşuyor. Ama sadece o değil:

Özellikle son aylarda bir güvensizlik aşılama, ‘‘Türkiye'nin geleceği yok kardeşim’’ deme modası var.

Bakıyoruz herkesin aklı eriyor. Herkes vatandaş olarak kendine düşeni sanki yapmış da böyle bir söz söylemeye hak kazanmış gibi davranıyor.

Oysa biraz dikkatle bakınca anlıyorsunuz ki, çoğunun değil Türkiye'yi karalamak, ağzını açmak için bile hakkı yok.

Buna belki üç beş tane dürüst ama karamsarlığı meslek edinmiş insanları da ilave edebilirsiniz.

Bir de hariçten gazel okuyanlar takımı var:

Türkiye'yi vatan gibi değil, ona ilgi duyan bir yabancı gibi görenlerden söz ediyoruz. Bunlar bir de ellerine kalem geçirdikleri zaman, ölçüyü endazeyi iyice kaçırıyorlar. Örneğin birinin yazdıklarına bakınız:

Türkiye için artık çözüm yokmuş. (Kurtuluş için) yapılan tüm öneriler boşlukta uçuşmaya mahkûm imiş. Herkesin anlayabileceği bir dille tekrarlamak gereğini duyuyormuş... (Artık) ''ÇÖZÜM YOK''muş. Nitekim, ‘‘SON’’ yazılmış bile Türkiye'nin dibine(?).

Ah bir Türkiye'yi kurtarsak da hanımefendiye huzurla şampanya içebileceği bir Boğaz manzarası hediye etsek, hem kendi hem de oğlu adına mutlu olacak... Ama ne yaparsınız ki Türkiye'de yaşayan ahmak Türkler, Paris'teki Türkler için bu kadar özveride bulunmayı bilemiyorlar.

Hanımefendinin -ve onun gibilerin- isyan ettikleri içinde elbet doğru olanlar da var... Ama bir şeyi unutuyorlar galiba:

Eline kalemi almadan, yahut ağzını açmadan önce sorulacak olan ‘‘Sen bu konuda ne yaptın da eleştiriyorsun?’’ sorusuna verecekleri yanıtı...
Yazarın Tüm Yazıları