Sen bir provokatörsün pis Ayşe!

Bir de bana, piyasaların kurdu, büyük borsacı, spekülatör derlerdi de sevinirdim. ‘‘Ne alakası var canım. Bunların hepsi insan doğası. Tuzak takılan içindir’’ diye eklerdim müthiş bir alçakgönüllülükle...

Ne kadar da yanılmışım!

Bunu benden çok daha iyi yapanlar da varmış da haberim yokmuş. Mesela Ayşe Arman.

Eşzamanlı sadakat başlıklı yazısına bak sen! Nasıl da zeka kokuyor.

Ama herkes duygusal bir yazı olduğu konusunda hemfikir...

*

Zaten dünya piyasalarında da durum böyle değil mi?

En çok primi, insanın duygularıyla yaptığın spekülasyondan alırsın!

En fazla hassasiyet içeren konu nedir diye düşünürsün. Canalıcı noktayı kontrol eder, avı takibe alırsın.

Ve bum!

İşte vurdun!

Kısa günün karı...

*

Sakın yanlış anlama, hayat bu.

Ve sen bu konuda ustasın.

Zaten bunu hep yapıyorsun. Demirel'le yaptığın söyleşideki mini etek ve dekolte davası: İkilemde bırak ve kutup yarat. Sonra çekil.

Aradaki farka da kar denir!

Harika.

Sonra şu sporcu kızla antrenör olayındaki ikilem. Yine aynısı oldu. Kutuplaştır, harekete geçir ve işte başarı!

Şimdi de sıra daha da hassas bir konu olan sadakatte!

Bakalım, bu sefer balık sayısı ne olacak?

Bu seferki avın daha verimli olmasını istiyorsun ki, yazının sonunda da çevremizdeki bu tip olayları sana nakletmemizi istemişsin.

*

Demek üç insan da razıysa olurmuş!

Neden olmasın! Ama sen üç, daha fazla değil demişsin. Haksızlık ediyorsun.

Üç kişi razı olunca oluyor da, dört kişi razı olunca neden olmasın?

Öyle değil mi, Arman?

Madem ki, dananın kuyruğu zaten kopmuş, zaten eşler bir diğerine razı, kişi kontenjanı mı var? Yattı balık yan gider. Dört, beş, altı ne fark eder ki artık! Tek eşlilik bir kişiyle sınırlı, onu anladık ama çok eşlilik neden illa ki ikiyle sınırlı olsun!

Gerçi sen modernsin.

Benim gibi geri kafalı spekülatörler bu tip şeyleri anlamayabilir. Peki köylerdeki erkekler, hani dört kadınla evlenen, düzinelerce çocuğu olan erkekler, onların da eşlerinin rızası varsa, bu durumda neden modern olmasınlar?

Yakınlarda örnek var mı demişsin, koş Doğu'ya gidiver. Birkaç milyon kişi bulursun orada yazılarına örnek.

Ama pardon unutmuşum, ilişkiyi üçle sınırlaman yoksa bu ihtimali de hesaba kattığın için miydi?

Diyorum ya, zeka kokuyor bu yazılar.

*

Benim en sevdiğim saatler geceyarısından sonradır. Neden bilir misin? Çünkü herkes uyurken, ben ertesi günkü seans taktiklerimi yazarım.

Plan yaparım, plan!

Tüm seansı aslında gece bitiririm.

Yani sabah, seans açılırken ben kapatmış olurum. Ve seans açılır...

Ben başlarım duygularla oynamaya.

Ama aklımla!

Aynen senin gibi.

Afferin bize!

İşte kar budur.

Hepimiz bunun için yaşamaz mıyız?

Bizim çoban köpekleri (bu bir küfür değil, onları böyle adlandırıyorlar) öğlen seans yorumları yaparken, ben ne yaparım biliyor musun? Plan! Biraz sonra sahneye çıkmak ve şov yapmak için. Düşünsene, hergün, milyonlarca muhatabım var ama beni gören yok. İşte seninle de aramızdaki tek fark bu. O yüzden de sen daha dikkatli oynamalısın. Allah için şimdilik iyi oynuyorsun. Ama dikkat et.

Sadakat ha!

Zeka kokuyor vallaha! Bana bir iyilik yap ve beni sakın afişe etme.

Bari şu ‘‘sadakatini’’ bir kez de meslektaşına kullan.

Rastgele...

(İmza: Sizden iyi olmasın ama yetenekli bir spekülatör)




CEVAP VERMEK BOYNUMUN BORCU


Sevgili Spekülatör Bey,

Bu kadar önem, insanı şişiriyor vallahi!

‘‘Ulan acaba, hakikaten ben böyle miyim?’’ demeye başladım.

Yakaladım yani kendimi:

Planlar yapabilen, ortalığı karıştıran, sonra çekilen...

Perde arkasından insanları yöneten...

İnsanların duygularıyla oynayabilen...

Bunu zekasıyla yapabilen...

Keşke!

Ama mümkün değil!

Hani bizim Yayın Yönetmeni'ni filan kasdetseydiniz, neyse de; çünkü Serdar Turgut, bunun kanıtlarını veriyor yazılarında, ama sözünü ettiğiniz kişilik, ben olamam. Öyle değilim yani, olsam iki gözüm önüme aksın o benim derim.

Ben, lafların, dedikoduların, insanların anlattıklarının, eskaza orada burada duyduğum, okuduğum kavramların, dinlediğim öykülerin, merak ettiğim yeni şeylerin arasında ağzı açık dolaşan, bir küçük balığım.

Zaten her defasında da büyük balıklar tarafından katur kutur ısırılıyorum.

Yaptığım bir numara varsa, bir tek numara, o da şu olabilir mi acaba, yeni olan şeylerden hoşlanmak, onları merak etmek, anlamaya çalışmak ve haberiniz var mı demek...

Aslında bir tür görgüsüzlük bu.

Ciddiye alınacak biri değilim yani.

Bunu en iyi annem bilir, seni ciddiye alacak adamların vay haline der!

Yani niyetim insanların düşüncelerini değiştirmek, büyük hareketler yaratmak filan değil, boyumdan büyük misyonlar peşine düşmek haddim değil bir kere.

Hem kemiklerim kalın hem de boyum kısa! Ama nedense bir türlü inandıramıyorum size...

Biri bana bilmediğim bir şeyden söz ettiği zaman, aklım uçuyor.

‘‘Salaksın bunu da bilmiyorsun!’’ deyip kendi kendime o bulutun üstüne biniyorum.

Türkçesi ne biliyor musunuz?

Dolduruşa geliyorum, dolduruşa!

Son derece sersemce taraflarım var sonra, her yaptığım röportaj hayatımın röportajı oluyor, her duyduğum laf dünyanın en önemli sözü, karşı karşıya geldiğim her insan dünyanın en önemli insanı...

Yani ben onları bu hale getiriyorum.

Üstelik bunları inkar etmiyorum.

Zaaflarım, zayıflıklarım var.

Mesleki olarak olmaması gereken şeyler.

Bunları yazınca da, sanki kendine çok güvenen, bir sürü şeyi aşmış biri gibi duruyorum.

Oysa alakası yok.

Güvensizlikten ölüyorum.

Kanıtım tırnaklarım...

Kalmadı!

Manikürcü arkadaşım Sezen çok kızacak, beni haşlayacak, ama ne yapayım ki öyle. Türkçesi, mailinizde bana atfettiğiniz şeylerin hiçbiri, benim, derin zekamın planlanmış ürünü değil. Ancak çalışkan sayılabilirim. Aslında o da tartışmalı. En sevdiğim arkadaşım Muhittin beni sürekli tembellikle suçlar mesela. Yani demek istiyorum ki, ne o eteği bilinçli giydim, ne o röportajı bilinçli yaptım, denk geldi, tesadüf, öyle oldu...

O kadar hesapçı bir kadın değilim yani!

Nokta.

Ama sizin mailinizi sevdim.

Print aldım.

Güvensizlik anlarımda, önce Oktay Ekşi'nin Hürportreler'de benim için yazdıklarını, sonra Pakize'nin Çarşamba günkü yazısını, sonra da sizin bu mail'inizi açıp açıp okuyup, ‘‘Sen aslında busun’’ deyip kendimi kandıracağım...


HAMİŞ: Artık farz oldu. Güncel Yayıncılık yayınladı. Yazarı Jacques Attali. Türçesi Kosta Sarıoğlu. Kitabın adı 21. Yüzyıl Sözlüğü. Açık yüreklilik: Göçebelerin başlıca erdemi. Çoklu aidiyete, eşzamanlı sadakat ve aşklara açılacak (sayfa 17). Ahlak: ... aslında açıkyüreklilik üzerine kurulu yeni bir ahlak anlayışı çıkacak. Bu ahlak anlayışı birçok aidiyeti, bir tek kişiye dayalı olmayan ilişkilerin kabul edilmesini sağlayacak (sayfa 21). Aile: ... İnsanlar aynı anda birçok aileye sahip olmak isteyecek, çok kadın ve çok erkekle evlenmek geri gelecek (sayfa 23). Gördüğünüz gibi ben uydurmuyorum. Benim değerli fikirlerim de değil. Adam yazmış. Ben, duyduğum bir hikayeyi onun söylediklerine uygun düştüğünü fark edip yazmışım. Amma da büyüttünüz!
Yazarın Tüm Yazıları