Sedat Ergin: Demokrasinin ırkçılık ve irtica açmazı

Sedat ERGİN
Haberin Devamı

Avrupa Birliği'nin, ırkçı partinin hükümete girmesi halinde Avusturya ile ilişkilerini askıya alacağını açıklaması, klasik demokrasi teorilerinin gözden geçirilmesini zorunlu kılıyor.

Geride bıraktığımız yüzyılda insanlık tarihinin en utanç verici soykırımlarından birine sahne olan Avrupa, ırkçılığın Avrupa düzeninde yeniden boy göstermesi karşısında, çareyi ırkçı partiyi sistemin dışına atmakta buluyor.

Sistemden dışlanan Özgürlükçü Parti, Avusturya'daki seçmenlerin yüzde 27'sinin oyunu alıp sandıktan muzaffer çıkmıştır. Bu oran, Türkiye'de en çok oy alan partinin yüzdesinin 6 puan üstündedir.

Demokrasi, en yalın tanımıyla, sandıkta tecelli eden millet iradesine saygı gösterip, iktidarı seçim galibine teslim etmekse, AB'nin bu kararıyla demokrasinin özünü boşalttığı teslim edilmelidir.

Avusturya halkının yasaklanmamış legal bir partiye oy vermiş olan yüzde 27'lik bir bölümünün hakkı bu durumda gasp ediliyor, onların kullandıkları oyların meşruiyeti kabul edilmiyor.

Onlar artık Avrupa'nın ikinci sınıf vatandaşlarıdır.

AB'nin bu tartışmalı kararını dayandırdığı evrensel insanlık değerleri gibi gerekçeler, son tahlilde AB müdahalesinin demokrasinin özüne aykırı bir keyfiyet yarattığı gerçeğini değiştirmiyor.

Olay, bizi bir kez daha demokrasinin belki de en çözümsüz sorunsalıyla karşı karşıya bırakıyor.

* * *

İnsanlara kendilerini özgürce, korkusuzca ifade etme özgürlüğünü tanıyan evrensel demokrasi, bu özgürlüklerden yararlanarak kendisini istismar eden davranışlara karşı nasıl korunacaktır?

Kaldı ki, bu örnekte önemli bir farklılık da var: Avusturya'daki ırkçı partiye demokrasiyi ortadan kaldırmak, rejimi yıkmaya çalışmak gibi bir niyet de atfedilmiyor. Tek suçları, ırkçı görüşler savunmak.

Kendine güvenen güçlü Avrupa demokrasilerinin bu tür aykırı görüşlerden tedirginlik duymamaları gerekirdi.

Ancak görülüyor ki, 2.000 yılına gelindiğinde en gelişmiş Avrupa ülkeleri bile kendilerini ırkçı görüşlerden demokrasi içinde kalarak koruyabilecekleri bir özgüven noktasında değiller.

Ve canlı bir örnekle anlaşılıyor ki, demokrasilerde hoşgörü ve tahammülün geçilmemesi gereken bir eşiği bulunuyor.

Bu eşik aşıldığında, tümüyle demokratik yollarla sandıktan muzaffer çıkmış bir partinin hükümete girmesine pekálá müdahale edilebiliyor.

Daha geçen çarşamba akşamı televizyonlarda Cüppeli Ahmet Hoca'nın İstanbul'da verdiği bir vaazı dinledik.

Hocaefendi, özetle ‘‘Allah depremi, askerleri ve fahişeleri cezalandırmak için yaptı. Enkaz altında kalan kadınlar fahişelerdir. Çocuklar öldü, ama cennete gittiler. Ölmeselerdi gávur olacaklardı. Hiç olmazsa buluğa ermeden öldüler. Direkt cennete gittiler’’ dedi.

Bu sözler ifade özgürlüğü müdür? Bu yönde bir vaaz vermek din özgürlüğü müdür? Ve bu tür görüşlerin serbestçe açıklanabilmesi, demokrasinin güvence altına aldığı fikir özgürlüğünün kapsamı içinde midir?

Türkiye özelinde bu tür soruları çoğaltmak mümkündür.

AB açısından Avusturya'da ırkçılık şeklinde beliren açmaz, Türkiye örneğinde yukarıdaki vaazın içeriğinde karşımıza çıkmaktadır.

Yazarın Tüm Yazıları