Sarkacı düşünürken

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Şu günlerde ortalıkta dolaşan, hatta arada sırada televizyon ekranlarına çıkan sözlerden biri, ‘‘18 Nisan 28 Şubat'ı yenecek!’’ sözüdür.

Adı ve tarzı ne olursa olsun, her türlü askeri müdahalenin ardından bu çeşit sözler hep duyulur. Fark, yenenlerin ve yenilenlerin niteliğindedir: 27 Mayıs ve 28 Şubat sonrasında yenme aşkıyla yananlar tutucu çevreler olmuştur; 12 Mart ve 12 Eylül sonralarında da ilerici düşünenler.

Yenilmesi amaçlanan da, o dönemlerde Silahlı Kuvvetler'e egemen olan düşünce tarzı.

Her defasında, bu ikili sarkaç hareketinin değişik yönlerde uçtan uca gidenlerce cumhuriyet ve demokrasi adına değerlendirilmesi düşündürücüdür.

Düşündürücüyse, şöyle bir durup biraz daha derinliğine düşünmek gerekir: Türkiye'nin siyasal yaşamı bu çifte sarkacın birbirine ters yönlerde gidiş gelişlerine mahkûm mudur? Başka bir anlatımla, sivil ya da asker bütün çevrelerin cumhuriyetçi ilkelerle demokratik politikalar arasındaki ilişki bakımından tutarlı bir anlayışa varmaları gerekmez mi?

Bir bakıma, böyle bir anlayış varmış gibi görünmekte: Çünkü cumhuriyet ve demokrasi sözleri herkesin dilinde.

Ama, kimininki özdenlikle, kimininki laf olsun diye.

Laf olsun, hatta takıyye olsun diye böyle konuşanlar bir yana bırakılsa bile, özdenlikle cumhuriyetçi ve demokrat olduklarını söyleyenler açısından da üzerinde pek durulmayan bir nokta var: Son çeyrek yüzyıl boyunca İzlenen ekonomi politikalarıyla cumhuriyetçilik ve demokratlık arasındaki bağlantı.

IMF diye bilinen Uluslararası Para Fonu'yla Dünya Bankası'nın tavsiye ettikleri politikaları körü körüne izlemenin sosyal ve dolayısıyla siyasal sonuçları endişe vericidir. Sınıflar ve bölgeler arası dengesizlikleri artıran ve uçurumları derinleştiren bu politikaların, özellikle çarpık gelişmeler yüzünden ezilen sosyal katmanlarda ve bölgelerde hangi siyasal güçleri büyüttüğü açıkça belli. Toplumsal, Ekonomik, Siyasal Araştırmalar Vakfı Başkanı Erol Tuncer'in yaptığı ve Işık Kansu'nun Cumhuriyet'te yayınladığı rakamlara göre, seçimlerde Refah Partisi'ni ‘‘merkez sol’’ diye bilinen DSP ile CHP'nin toplam oylarının da önünde birinci parti yapan yerler, ulusal gelirden en düşük payı alan yörelerdir: Kişi başına yıllık gelirin 654-1.000 dolar olarak hesaplandığı yerlerde ‘‘merkez sol’’un toplam yüzde 6.63'lük oyuna karşı RP yüzde 26.75 oy almış; 1.000-1.500 dolarlık dilimde yüzde 15.10'a karşı yüzde 26.33; 1.500-2.000'lik dilimde de 16.44'e karşı 25.63!

Bu rakamlar da gösteriyor ki, sabah akşam laik cumhuriyet sözü etmek ve demokrasiye bağlılıktan dem vurmak yetmiyor. Merkez sağla solun el ele yürüttükleri ekonomik politikaları sonucu, büyük kent varoşlarıyla Doğu ve Güneydoğu'da yoksullaşmış halk yığınlarınca desteklenen siyasal tutumlar, cumhuriyeti ve demokrasiyi kuruluştaki ilkelerden farklı yönlere çevirmeyi amaçlayan tutumlar olmaktadır.

Bu tablodan çıkarılacak ders, bütün hükümetler kadar, bir yandan cumhuriyete ve demokrasiye bağlılık sözü ederken, bir yandan da ellerindeki etkileme gücünü kullanmaksızın bu ters sonuçlu politikaları tepkisiz seyreden, hatta destekleyen herkes için de geçerlidir.



Yazarın Tüm Yazıları