Şantaj imparatorluğu uzatmaları oynuyor

ŞEYTANIN avukatlığını yapmak yine bana düştü.

Konu, malum...‘‘Basın özgürlüğüne vurulmak istenen darbeler...’’

Tabii herkes basın özgürlüğünü savunuyor.

Ben de savunuyorum.

Ekmeğimi, bu özgürlükler sayesinde yaşayan bir sektörden kazanıyorum.

O nedenle bu konuda çıkan bütün yazıları dikkatle okuyorum.

HAZIR BAŞLAMIŞKEN

Özgürlüklerimizi aslanlar gibi savunuyoruz.

Çok da hoşuma gidiyor.

Ama hazır bu özgürlükler meselesini tartışmaya başlamışken, gelin, işin bir başka yönüne de bakalım.

İsterseniz şu sorudan başlayalım:

‘‘Basın özgürlüğü nedir?’’

Bu özgürlük, eline bir köşe geçiren, bir gazetesi, televizyonu, radyosu olan herkesin, istediği her şeyi söyleme, yazma hakkı mıdır?

Mesela, bu kavram içinde, ‘‘insanlara ve kurumlara şantaj yapma’’ hakkı var mıdır?

Hakaret etme, aşağılama, iftira atma, sindirme gibi eylemler bu hak kapsamına girer mi?

Şantaj ve iftira, ‘‘sınırsız bir hürriyetin’’ konuları olarak kabul edilebilir mi?

Bu sorulara rahatlıkla ‘‘evet’’ cevabı verebiliyor muyuz?

‘‘Evet, medyanın şantaj yapma özgürlüğü de vardır’’ diyebiliyorsanız, mesele yok.

Bu hürriyeti savunmaya devam edin.

Ama ben, kendi payıma o kadar rahat değilim.

MALUM SORU

O yüzden dönüp dolaşıp geçenlerde sorduğum o malum soruya geliyorum.

‘‘Bu köşeler babamızın malı mıdır?’’

Bu gazeteler, dergiler, radyolar, televizyonlar, bizlere; istediğimiz herkese ve her kuruma istediğimiz her şeyi söyleme hakkı vermiyor.

Ben böyle düşünüyorum.

Çünkü, bu gökyüzünün altında hiç kimseye böylesine sınırsız ve sorumsuz bir hakkın verilmemesi gerektiğine inanıyorum.

O yüzden diyorum ki, hazır bunu tartışmaya başlamışken, bunun sınırlarını iyi çizelim.

Şu an için tartışmayı sadece bizler sürdürüyoruz.

Yani, bu ‘‘özgürlüğü kullanacak’’ meslek mensupları olarak bizler.

Diyorum ki, gelin, ‘‘medya mağdurlarını’’ da bu tartışmaya çekelim.

Mesela, reklam vermediği için bir yayın grubunun şantajlarına maruz kalan şirketleri.

Bir medya grubunun istediği işi yapmadığı için çarmıha gerilen, ailesi, çoluğu çocuğu ile kamera takibine alınan bürokratın, siyasetçinin, işadamının fikrini de alalım.

O soruyu bir de onlara soralım.

‘‘Sizce şantaj, iftira, hakaret ve yalan; basın özgürlüğü kapsamına girer mi?’’

ASIL KONTRAT

Unutmayalım, basın özgürlüğü dediğimiz şey, sadece medya ile yasama organı ve yargı arasındaki bir ‘‘kontrat’’ değildir.

Bu, aynı zamanda medya mensupları ile korumasız kişi ve kurumlar arasında bir ‘‘kontrat’’ olmalıdır.

Bu kontratın kanunla, yazılı belgeyle de ilişkisi yok.

Bu kontratı önce kendi kendimizle yapmalıyız.

Gelin bu kontratın ilk maddelerini de şimdiden yazalım.

Madde 1:

‘‘Artık hakaret, iftira, aşağılama üzerine kurulu, kolay şöhret olma dönemi kapanmıştır.’’

Önceki gün Amerika Birleşik Devletleri'nde açılan dava, şantaj medyacılığı konusunda uluslararası bir içtihadı ortaya çıkarmak üzeredir.

İşte bu yüzden diyorum ki, hazır özgürlükleri tartışmaya başlamışken, bu mesleğin üzerinde Azrail gibi dolaşan, başka konularda mangalda kül bırakmayan gazetecileri bile tavşana çeviren, Türkiye'de korku imparatorlukları kuran bu şantajcı ve iftiracı medya zihniyetini de tarihe gömelim.

ESARETTEN KURTULUŞ

Göreceksiniz ki, asıl sorumlu gazetecilik ve basın özgürlüğü ondan sonra gelecek.

Bu ülkede artık, şeytanın avukatlığını yapmak, şantajcı medyanın avukatlığından daha kolay olmalıdır.

Bunun için de basın özgürlüğünü, şantajcı ve iftiracı medyanın kurduğu korku imparatorluğunun esaretinden kurtarmalıyız.
Yazarın Tüm Yazıları