Sandıktan korkma öğrenilmiş çaresizlikten kork!

Bir kafesin içinde beş maymun...

Haberin Devamı

Kafesin ortasında bir merdiven; en tepesine de bir muz asılı...
Maymun bu, muza bayılır ya... Bir heves tırmanıyor merdiveni muzu almak için...
Ama o anda kafasından aşağıya buz gibi su döküyorlar...
Bir, iki, üç, dört, beş derken kovalarca buzlu suyu yiyen maymunlar sonunda muzu almaktan vazgeçiyor.
Bir süre sonra yeni maymunları koyuyorlar kafese.
Hiçbir şeyden haberi olmayan garibanlar, muzu almak için merdivene saldırınca tecrübeli maymunlar tarafından sille tokat dövülüyor.
Sonuçta tepede muz, aşağıda muza uzanmaktan vazgeçmiş maymunlar kalır. Üstelik artık yukarıdan su döken olmasa da...
Martin Seligman tarafından 1970’lerde yapılan bu deneye bilimde ‘öğrenilmiş çaresizlik’ deniyor...
Öğrenilmiş çaresizlik, insanın art arda başarısızlığa uğradıktan sonra yeni bir deneme yapsa da artık hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini düşünüp bütün cesaretini kaybetmesi olarak tarif ediliyor.
Geçmişteki acı deneylerden çıkarılan negatif şartlanmaların verdiği bir çaresizlik bu.
Önceleri bir-iki deneme yapsak da tecrübelerimiz sonucunda bünyede yaratılan vazgeçme hissi...
Kıssadan hisse...
Geçmişte ne kadar kötü ve başarısız deneyimler yaşamış olursanız olun, 30 Mart’ta sandığa gidip oyunuzu kullanın.
“Bugüne kadar oy verdim de ne oldu” diye düşünmeye başladığımız anda muza uzanmaktan vazgeçen çaresiz maymunlardan ne farkımız kalır ki?
Yıllardır icraatlarıyla demokrasiye inanmamamız gerektiğini kafamıza vura vura öğretmeye çalıştı siyasi iktidarlar.
Ama her seferinde çaresizliğimizin meyvelerini yemeye de çalıştılar.
Şimdi gidin kime isterseniz verin oyunuzu ama mutlaka verin.
Sonradan dövüneceğinize çaresizliğinizi kırın, sesinizi yükseltin; seçim sonuçları istediğiniz gibi çıkmazsa da hiç üzülmeyin.
Çünkü umudu bir başka bahara taşımak, kaybetmeyi öğrenmekten daha evladır.

Haberin Devamı

Ortaya karışık

Bir
Miley Cyrus, konser için gittiği Tulsa’da alt dudağının iç kısmına kedi dövmesi yaptırmış. “Neden” mi? Yahu ne bileyim, hanım kız uçmuş işte.
İki
Rihanna, Londra’daki Zouk adlı restoranda hiphop’çı Drake’le birlikte erkekler tuvaletine girmiş ve ikili dakikalarca dışarı çıkmamış. Artık hangisi diğerine ‘pul koleksiyonunu gösterdi’ bilemiyorum.
Üç
Karl Lagerfeld, emotiKarl adıyla bir emoji uygulaması çıkarmış. Sürekli aynı surat ifadesiyle dolaşan bir adam için bayağı iddialı bir hareket ama Karl demek iddia demek ne de olsa.

Haberin Devamı

İki film birden

Kemerlerinizi bağlamasanız da olur.
Ferzan Özpetek
’in yeni filmini merakla bekliyordum, vizyona girer girmez hemen izledim.
Ama maalesef tavsiyem, gitmeden önce beklentilerinizi düşük tutmanız, çünkü hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.
Büyük bir hevesle filmin, Ferzan’ın önceki çalışmaları gibi beni bambaşka dünyalara götüreceğini düşünmüştüm...
ama eski Ferzan filmlerini hatırlatan bir atmosfer olmasına rağmen ne yan hikâyeler ne de senaryoyu besleyen yan karakterler var “Kemerlerinizi Bağlayın”da...
ama filmin ismine aldanmayın. Çünkü kemerleri bağlamanız, sadece sonlara doğru sıkıntıdan bunaldığınızda salondan kaçmamanıza yarayacak.
ama karakterlerin derinliğine inilmediğinden seyirci ile hikâye arasında bağ kurulamıyor. Eski filmlerindeki ‘esaslı kalabalık’, burada bir ‘kuru kalabalık’ olarak kalmış.
ama Ferzan filmlerinin vazgeçilmez temalarından biri olan eşcinsellik, öyküye zorla sokulmuş hissini veren bir karakterle sanki adet yerini bulsun diye işlenmiş. Başroldeki Francesco Arca’nın ortalıkta boş bir bidon gibi durup sadece ‘mağrur bakışlarını’ ve vücudunu kullanması da Ferzan’ın muhteşem derinliğine hiç yakışmamış.
ama her şeye rağmen gündemden kurtulmak isteyenler gidip Ferzan’ın kamera açıları, muhteşem görüntüleri, seçtiği özenli müzikleri ve farklı atmosferiyle avunabilir.

Haberin Devamı

Beren, Belçim’i izlesin

Kore filmi “Only You”nun uyarlaması olduğunu öğrendiğim zaman “Orijinali varken neden bunu izleyeyim” diye düşünmüştüm ama “Sadece Sen”i gördükten sonra bu fikrim külliyen değişti.
Çünkü orijinaline sadık kalınsa da, çok daha iyi bir film çıkmış ortaya.
Çünkü İbrahim Çelikkol ve Belçim Erdoğan’ın performansları filmin duygusunu birebir yansıtıyor izleyenlere.
Özellikle Belçim’in bazı kurallarından vazgeçip oyunculuğuna yaptığı yatırım kendisine yol, su, elektrik olarak geri dönmüş.
Kısaca, her ne kadar Erdoğan, bu rolüyle “Benim Dünyam”daki Beren Saat’le karşılaştırılsa da, iki karakterin görme engelli olması dışında ortak bir noktası yok.
Elma ile armudu kıyaslamayın, Belçim’in performansını mutlaka
izleyin derim.

Haberin Devamı

İstanbul’u dinledi gözleri kapalı

Belçim Erdoğan, “Sadece Sen” filmindeki görme engelli Hazal rolüne hazırlanırken sıkı bir ön çalışma yapmış.
Hatta günlerce bir ama gibi, elinde beyaz bastonu, gözünde siyah gözlükleri ile İstanbul sokaklarını arşınlamış.
Bir gün yine böyle tebdil-i kıyafet, metroyla evine dönüyormuş Belçim.
Bu arada orta yaşlı, iyi giyimli bir adamın devamlı kendisini süzdüğünü fark etmiş.
Levent’te inmiş, elinde bastonuyla ‘rolüne devam ederek’ evine doğru yürümeye başlamış; adam da peşinden...
Bir ara bey amca yanına iyice yaklaşmış, onun gerçekten kör olup olmadığını anlamak için elini gözlerinin önünden geçirmiş.
Belçim bütün bunları anlatırken; “Aslında o kadar iyi niyetli bir adamdı ki, hem bana kendimi iyi hissettirdi hem de rolümün hakkını verdiğimi gösterdi” diyormuş...
Rolünün ‘provasından’ alnının aklıyla çıkan Belçim, evinin sokağına girince Yılmaz Erdoğan’ın öğrencilerinden biriyle karşılaşmış.
Çocuğun “Yahu Belçim sen bu kılıkta niye dolaşıyorsun ortalıkta” demesiyle küçük oyun son bulmuş; kör kızın peşindeki ‘fakir ama mağrur kemancı’ da jet hızıyla ortalıktan yok olmuş...

Yazarın Tüm Yazıları