Sanat’ın gecekonduları (2)

Can alıcı soru şu: İzmir bir “sanat kenti” mi?

Paris bir sanat kenti midir? Öyle, kuşkusuz. İtalya’nın Milano’su da bir sanat kenti diye bilinir. Londra, Edinburg, New York, Moskova daha niceleri... Ve İstanbul.
O kentlerde süregelen sanat kaynaşmalarını düşünüp, soruyu yine soralım: İzmir bir sanat kenti midir?
Yıllardan beri birbiri ardından inşa edilmiş sanat yapıları, suskun birer sfenks gibi dikilip, etkinlikleriyle ülkede yankılar uyandıran birer sese, söze, görüntüye dönüşemiyorsa İzmir’de, temelde yatan neden ne olabilir?
İzmir, akademik kurumlarıyla çeşitli dallarda sanat eğitimi veren Türkiye’nin önde gelen üç kentinden biriyken, her yıl onlarla sanatçı adayı ellerinde diploma, “sanatçı kimliği” kazanmak için niye İstanbul yollarına düşer?
Yavrusunu yuvasında yetiştirip ocağında besleyip tutamayan, yine aynı dalda tüneyen bir kuş gibidir İzmir!
BİR ÖYKÜDÜR Kİ...
Bu hüzün verici öykü çok yıllar öncesinden başlar. Her yıl sanat şenlikleri, öykü–şiir günleri düzenleyen yerel yönetimler, sanata uzak durmadıklarını gösterseler de, “eser bırakmak” adına sanata bir “bina” daha kazandırırken, nasıl başlamış da sürüne sürüne bugünlere gelmiş o öykü, anımsarlar mı acaba?
Öyküye biraz tersten gireyim. Darülbedayi’nin, sonrasında İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun 1985 yılında 82 yaşında hayattan ayrılan ünlü sanatçısı Şaziye Moral anlatıyor:
“1923 de (İstanbul’da) sahneye çıktığım ilk gece, piyesin ikinci perdesini oynadığımız esnada, polis perdeyi kapattı ve Türk kızlarının sahneye çıkamayacağını söyledi, bizi de karakola davet etti. Birkaç gün sonra da olay mahkemeye intikal etti.”
Şaziye Moral mahkum olmaktan nasıl kurtulmuş?
“O sırada Bedia da kocası Muvahhit’le, İzmir’de turneye gitmiş ve Atatürk ün teşvikiyle sahneye çıkmış. Mahkemede en büyük ve kuvvetli kozumuz bu oldu.”
BİR İLK DAHA
Olay çok basit, oysa gerilere doğru baktımızda, anlamı bugün için çok büyük.
Mustafa Kemal İzmir’dedir. Darülbedayi İzmir turnesindedir. Bedia Muvahhit, oyunda görevi olan eşi Muvahhit’le İzmir’e gelmiştir; filmlerde oynamış, ama sahneye çıkmak “müslüman işi” olmadığından tiyatro sanatçısı değildir. Mustafa Kemal, “Ateşten Gömlek” filminde izlediği Bedia Muvahhit’i sahnede görmek istediğini söyler. Hemen o gün Bedia Muvahhit’e bir rol verilir; oyun provaya konur ve Bedia Hanım, “ilk müslüman tiyatro sanatçısı” kimliği de kazanıp İbnürrefik Ahmet Nuri’nin piyesi ile sahneye çıkar.
Buyrun bakalım, sanat dedik, “ilk olma” adına karşımıza yine İzmir çıktı! Yine Mustafa Kemal, yine “çağdaşlık”. Üstelik ilk “müslüman kadın”ın sahneye çıktığı kent. Ya piyesin adı? “Ceza Kanunu”.
İzmir deyip sanatın öyküsünde daha geriye gideceğim, ama yerim kalmadı. Haftaya “sanatın gecekonduları” içinde biraz daha soluk aramaya çalışalım.
Yazarın Tüm Yazıları