Şam Havaalanı'nda nasıl volta attım

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

1992 yılında dönemin başbakanı Süleyman Demirel ile Şam'a gitmiştim. O ziyaretten aklımda kalan en çarpıcı görüntü, Şam Havaalanı oldu.

Demirel'in Esad'la yaptığı görüşmede bir pürüz çıkıp görüşme uzayınca, biz beş saate yakın süre havaalanında beklemek zorunda kaldık. Bu havaalanını size anlatmam gerekir.

DÖRT UÇAK

Alanda sadece dört tane uçak vardı.

Bunların üçü ıskartaya çıkmış Rus tupolevleriydi.

Cengiz Çandar, Yalçın Doğan ve ben canımız sıkıldığı için, ana pist üzerinde volta attık.

Bunu yapabildik, çünkü piste çıkıp yürümemiz için hiçbir engel yoktu.

Orada beklediğimiz beş saat boyunca havaalanına sadece iki uçak indi.

Biri İran, öteki Pakistan havayollarına aitti.

Aynı yıllarda İstanbul havaalanına günde inen uçak sayısı 250-300'e ulaşıyordu.

Havaalanında gerek iniş gerek kalkış sırasında bekleme süreleri giderek uzuyordu.

İstanbul, Atina havaalanını sollayıp geçmişti.

O gün Şam'dan İstanbul'a döndüğümüzde, Türkiye'nin nereden nereye geldiğini bütün çarpıcılığı ile görmüş bulunuyordum.

Biri dünyaya kapalı bir ortadoğu diktatörlüğü, öteki dünyaya açık bir Batı ülkesiydi.

Önceki akşam Kuruçeşme Divan'da Hürriyet'in önemli bir gecesi vardı.

İnsan Kaynakları gazetemizin üçüncü yılını kutluyorduk.

Bu arada bir de ödül töreni vardı.

EVRENSEL İSİMLER

Özel bir jüri tarafından belirlenen en iyi ilanları yapan kurumlara ödülleri veriliyordu.

Ödül alan kurumlara bakıyorum.

Hemen hepsi dünyanın önde gelen uluslararası finans kurumları veya headhunter şirketleri.

İstanbul önemli bir finans merkezi haline gelmiş.

İstanbul'u bir kenara bırakın.

Trabzon'a, Antalya'ya, Bursa'ya, hatta Diyarbakır'a uzanın.

Ana caddelerinin vitrinlerine bir göz atın.

Dünyanın bütün önemli markalarını göreceksiniz.

İŞTE FARK

İki ülkenin televizyonlarını karşılaştırın.

Gazetelerini alıp yan yana koyun.

Caddelerindeki arabalara bakın.

Gençlerinin kılık kıyafetlerine, davranış biçimlerine göz atın.

Sinema salonlarını, kültür ve sanatını, büyük şehirlerindeki konserlerinin listesini inceleyin.

Toplumsal gelişmenin, fikri ilerlemenin, kültürel inkişafın aklınıza gelecek bütün göstergelerini alıp iki ülkeyi karşılaştırın.

Farkı göreceksiniz.

Bu fark, Türkiye'de 19'uncu yüzyılda başlayan Batılılaşma çabasının ve özellikle de 75 yıllık cumhuriyetin farkıdır.

Ne kadar fark?

20-30 yıl mı?

Çıkın çıkın...

Asrı geçin.

Türkiye'nin coğrafi sıkıntısı işte budur.

Türkiye, komşuluk bakımından nasibini alamamış bir ülkedir.

Bir Türkiye düşünün. Bir yanında İsviçre, öte yanında Almanya, İtalya ve İspanya olsun.

Bir Türkiye düşünün, yeri Meksika'nınki gibi olsun.

Bir yanında dünyanın en gelişmiş ve en açık tüketim toplumu bulunsun.

Yok, Allah vermemiş.

Vere vere bunları vermiş.

İki ortaçağ diktatörü, bir dini bağnazlık demirperdesi.

Bir de tarihin talihsiz olaylarında takılı kalmış bir nefret rejimi.

Ne diyelim...

Talih.

İster kara, ister kör deyin, öyle bir talih işte...

ALIN YAZISI

Demek ki insanlar gibi milletlerin de alın yazıları varmış.

Bazen kör bir coğrafi talihsizlik, komşuluk adı altında bir ülkenin alnına böyle yazılırmış.

Ne diyeceksiniz?

O arkaik diktatörlere mi lanet okuyacaksınız, yoksa cennet olacakken cehenneme çevirdikleri ülkelerinin halkları için Allah'a dua mı edeceksiniz?



Yazarın Tüm Yazıları