Şairin ömrü şiiridir

ŞİİR nedir, şair kimdir?

Ne çok cevaplı sorudur bunlar.

Herkes şiiri nasıl anlarsa, şairi nasıl hayal ederse, kendince bir tanım tutturup gider.

İstanbul deyince elbette akan sular durur. Birden aklıma Ziya Osman Saba'nın şiiri düşer.

Saba'nın bütün şiirleri, şairin kitaplarında yer almamış on sekiz şiiri ile birlikte Konur Ertop'un sunuşuyla yeniden yayımlandı.

Şiirin yalınlığı, ilk okuduğunuzda birden yarattığı şiirsel dünya, her şeye rağmen huzur, nefes alıp vermenin mutluluğu...

Alçakgönüllü, hayat kadar sıradan ve onun kadar muamma bir dünyanın şairidir Saba.

Şairin şiirini en iyi şair bilir sözü Behçet Necatigil'in yazısı için geçerlidir:

‘‘İşçiliğini yetersiz bulsam bile Ziya Osman Saba'ya çok şeyler borçluyum. Yıllar boyu benim dünyamı çizmiş iç ve dış etkilerin başlangıcını, ilk anlatımını ben onun şiirlerinde buldum. Ziya Osman Saba, bana evin, ocağın vazgeçilmezliğini, kişinin ancak evinde oluşabileceğini, ne yapsa etse davranışlarını bu dar daireden dışarı taşıramayacağını öğretti. Şiirleriyle olduğu kadar, içtenlik dolu ve düz ömrüyle de bireyin kurtuluşunun -belki biraz safça bir düşünce- eve bağlı olduğunu ben ondan öğrendim.’’

Düz ömrüyle
, sözü Ziya Osman Saba'nın biyografi özetidir.

Gerçekten da yaşamını, şiirlerini okuyan kişi; ikisi arasındaki paralelliğe hayran kalır. Düz ömrün büyük şiirini ancak ustalar yazabilir.

İstanbul'u, insanın ruh sığınaklarını, evin mutluluk simgesi olarak yorumlanışını, insanların hüznü hep iç dünyalarında eritip, mutluluğa dönüştürmeyi onda okudum.

Dine bakışıyla da ilgi çekicidir Saba.

Onu, ardındaki huzura kavuşmayla bağdaştırır. Çünkü o insanı, toplumun tedirginliğinden uzaklaştıran her şeye bağlıdır.

Geçen Zaman, bir hayat muhasebesidir. Ömrün bilançosunun şiiridir:

GEÇEN ZAMAN

Hiç olmazsa unutmamak isterdim!

Eski geceler, sevdiklerimle dolu odalar...

Yalnız bırakmayın beni hátıralar!

Az yanımda kal, çocukluğum,

Temiz yürekli, uysal çocukluğum...

Ah, ümit dolu gençliğim,

İlk şiirim, ilk arkadaşım, ilk sevgim...

-Doğduğum ev! Rahatlayacak içim, duysam

Bir tek kapının sesini.

Arıyorum aklımda bir ninni bestesini...

Böyle uzaklaşmayın benden, yaşadığım günler!

Güneş! Getir bir bayram sabahını.

Açılın, açılın tekrar

Çocuk dizlerimdeki yaralar.

Hepiniz benimsiniz:

Mektebim, sınıflarım, oturduğum sıralar...

Yalnız hatırlamak, hatırlamak istiyorum.

Nerde kaldı sevgilim, seni ilk öptüğüm gün,

Rengine doymadığım o sema,

Ahengine kanmadığım ırmak.

Bırakıp her şeyi nereye gidiyorum?

Neler geçmişti aklımdan, nedendi ağladığın, neydi güldüğün?

Ah, nasıldı yaşamak?

(1941)

Cahit Sıtkı Tarancı'ya adadığı İmkánsız Tesadüfler, adıyla bile hayal dünyasına bir göndermedir. Çocukluk günlerinden bugüne çektiği çizgi, ondaki mázi kavramına bakışın bir örneğidir.

İMKANSIZ TESADÜFLER

Cahit Sıtkı Tarancı'ya

Şimdi çıkıverecek karşıma arkadaşım,

Mektebe gitmek için geçtiğimiz şu yoldan.


Babam tok sesiyle birden çağıracak: 'Ziya!'

Kalbimde eski sevinç, dallarda eski bahar.



Gözlerimi kapatıp: 'Bil?' diyecek birisi.

Bir mahşer ortasında şaşırıp kalacağım.



Ve girecek koluma bir meleke gibi karım.

Saracak etrafımı doğmamış çocuklarım...

(1941)

Pencereden Bakınca, geçen ömrün özetidir, onu anlatan şiirlerinden biridir.

Yalın şiirin iyi bir örneğini okumak istiyorsanız, Ziya Osman Saba'nın bütün şiirlerini okuyun.

(Bıraktığım İstanbul, Bütün Şiirleri, Ziya Osman Saba, Alkım Yayınları)

ŞİİRİN İNZİVASINDA

Ahmet Erhan'ın yeni kitabı Kaybolmuş Bir Köpek İlánı, bir şairin bütün ruh hallerinin, yalnızlığının, ıssızlığının, terk edilmişliğinin hüznünü, duyarlığını, iyi bir şiir aracılığıyla yansıtıyor.

Şairin gerek iç, gerek dış serüvenleri, onu şiirin köşesine sıkıştırır, umarsız, kurtuluşu olmayan bir şiir hücresine hapseder.

Ahmet Erhan, reddeden, hayatın nimetlerinin şiirini değiştirmesine asla müsaade etmeyen bir şairin şiirini yazıyor.

Kitaba adını veren Köpek İlánı, şairin yüzyıllardır, değişmez konumunu dile getiriyor:

KÖPEK İLÁNI

Sen gelince uyuyorsam şaşırma

Mevsimdendir

Çayı ısıttım, çiçekleri suladım mı acaba

Bütün atyarışı müsveddelerimi yırttım

Türkiye yırttı, Musul Kerkük yolunda

Sen gelince yalnızsam sakın şaşırma

Kaybolmuş bir köpek ilánı gibi kaldım şu dünyada

Mekánın, bir yere bağlanmanın, belki de herkesin peşinde koştuğu şeyleri terslemenin, şairlerin çoğunun ortak davranışı olduğunu, edebiyat tarihleri yazıyor.

Çünkü şiir, kendinden başka ne varsa hep tasfiye ediyor. Şairin kara sevdasını kendine çekiyor.

Gibi şiiinde, şairin kendine gönderme yapması, bana eski şiirimizin havasını hissettirdi:

GİBİ

Kiralık bir ev gibiyim

Sanki görücüye çıkmış bir güz

Issız bir dal gibiyim

Ömrüm yalnız, silahsız



Karanlık gece, ver elini

Kendinden uzak, uykusuz

Kalbinin bütün yolları tıkanmış

Kasabada bu saatte damarsız

Bir Ahmet Erhan gibiyim..



Alkol... Evet!
bölümünü okuyun, ama bir tema olarak değil, hayat; bir kavram olarak.

Ertelenmiş Bahar'ı bekler şairler, gelmeyeceğini bilirler... Ama gelmeyecek güzelliklerin şiirini yazarlar bizim için.

Ahmet Erhan'ın bu kitabı sizi hayatın içine çekiyor.

Bir şairin şiirsel serüvenini beğeneceksiniz.

(Kaybolmuş Bir Köpek İlánı, Ahmet Erhan, Everest Yayınları )


DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİ


‘Yaban’lar ve Yerliler L.Funda Şenol Cantekİletişim Yayınları

Eski Filmler Vedat TürkaliGendaş Yayınları

Parıltılar Walter BenjaminBelge Yayınları

Çağdaş İstanbul’da Sufi Kadınlar Catharina RaudvereKitap Yayınevi Türkiye’de Ulusçuluk ve Dil PolitikalarıHüseyin Sadoğlu B.Üniv. Yayınları
Yazarın Tüm Yazıları