Sahir Erozan Washington’dan sonra İstanbul’da

Güncelleme Tarihi:

Sahir Erozan Washington’dan sonra İstanbul’da
Oluşturulma Tarihi: Şubat 18, 2006 00:00

Dağıstan kökenli şair Celal Sahir Erozan’ın torunu, İTÜ öğretim görevlilerinden Türkay Erozan ile Maça Kızı pansiyonun kurucusu Ayla Erozan’ın oğlu, Berin Nadi’nin yeğeni. 18 yıl boyunca Washington’ın en gözde mekanlarında Cities’i işletti.

Mesleğe bulaşıkçılıktan başladı. Bir ara politikaya da atıldı. Bill Clinton’ın seçim kampanyalarında görev yaptı. Türk-Amerikan İş Konseyi Yönetim Kurulu üyesi. 2000 yılında annesinin kurduğu Bodrum Maça Kızı Otel’e ortak oldu. Geçtiğimiz yıl 28 yıllık Amerika macerasını bitirdi ve Türkiye’ye döndü. Sahir Erozan (47) artık yazları Türkbükü’ndeki Maça Kızı’nda, kışları ise Nişantaşı Sofa Otel’in içinde açtığı Tuus Restoran’da geçirecek.

Hikayeniz nerede başlıyor?

- İstanbul’da. Ülkedeki şartlardan ötürü İTÜ Matematik Mühendisliği Bölümü’nü bitiremediğim için Amerika’ya gitmek zorunda kaldım. Amerika’da işletme eğitimi aldım.

Hiç bulaşıkçılık yaptınız mı?

- Tabii. Okula giderken hepimiz o tür işler yapıyorduk. Bir arkadaşım sayesinde Marriott’a başvurdum. New Yorklular işi olduğundan güzel gösterme konusunda uzmanlardır. Beni karşılayan adam da öyle yaptı. İşi ballandıra ballandıra anlattı. Ben de kendimi bulaşıkhanede buldum. 19 yaşındaydım ve günde 50 dolar kazanıyordum. Benim için büyük paraydı. Gözümün yaşardığı günler oldu ama çok şey öğrendim. Çünkü o işi yapmadan bu işi yapabilmek pek kolay değil.

Nasıl bir ailenin çocuğusunuz?

- Enteresan. Dedem ünlü bir şair. Onun ismini taşıyorum. 49 yaşında hayata gözlerini yummuş. Öldüğünde babam beş yaşındaymış. Babam ise 50 yaşında vefat etti. Dedemin üç eşi olmuş, ilk eşinden olan çocukları vefat etti. En son halam Berin Nadi de vefat etti. Dedemin hiçbir çocuğunun çocuğu olmamış. Bir tek babamın çocukları olmuş. Baba bir, anne ayrı bir kız kardeşim var. Kısacası ailede benden başka erkek çocuğu yok. Soyadımızı taşıyan bir ben kaldım.

Babanızın erken ölmesi sizi nasıl etkiledi?

- Hırslandım. Babamı kaybetmek benim hayatımın dönüm noktasıdır. Düşünce tarzım değişti. Otorite boşluğu yüzünden bu işlere bulaştım. Benim ailemde herkes doktoralıdır. 30 yıl öncesini düşünün. Bu işlerle uğraşana hiç de iyi gözle bakılmazdı.

BU İŞTE ÖDÜLÜ HEMEN ALIRSINIZ

Washington’da açtığınız ilk mekan, Cafe Med nasıl bir yerdi?

- Öğrenciyken arkadaşlarımla toplandığımız bir cafe vardı. Çok severdik. 1983 yılında, okul bittiğinde o cafenin kapandığını, mekanının boş olduğunu öğrendim. O an bir ışık yandı. "Ben burayı alayım" dedim. Birilerinin yanına girip, kariyer yapacağım da ne olacak diye düşündüm. Açıkçası işi hiç uzatmak istemedim. Kendimi asla ve kat’a takım elbiseli bir borsacı olarak hayal edemiyordum. Cafe, restoran, bar fark etmez, bir mekan sahibi olmak istiyordum. Watergate’de çok iyi bir lokantada çalışmış kısa zamanda çok şey öğrenmiştim. Kendi fikirlerimi uygulamak, başarımın keyfini de, başarısızlığımın cefasını da kendim çekmeyi kafama koymuştum. Lokantacılık karşılığını çabuk veren bir iş. Ödülünüzü çarçabuk alıyorsunuz. Bu da sizi motive ediyor.

SON LOKANTAM BAŞARISIZ OLDU

Cafe Med’in arkasından meşhur Cities’i açtınız. Ve 18 yıl boyunca popüler kaldınız...

-
O yıllarda Washington köy gibi bir yerdi, hiçbir eksantrikliği yoktu. İnsanlar mutlu değillerdi. Cafe Med eğlenceli bir mekandı. Haftasonları üniversiteden DJ getirip müzik yaptırıyordum.Derler ya, ortalık "yıkılıyordu!" Beş sene boyunca kapının önündeki kuyruk hiç azalmadı. Sonra ben Cafe Med’den sıkıldım. Kapatıp, New York’a gittim. Bazı araştırmalar yaptım. Döndüğümde eski arabaların satıldığı iki katlı 1400 metrekarelik bir mekanda Cities’i açtım. 1987 yılıydı. Birinci kat restoran, bar, üst kat ise kulüp. Mekanı dört ayda bir yıkıp yıkıp yeniden yapıyorduk. Her seferinde farklı bir ülkeyi tema olarak seçiyor, o ülkeye has dekore ediyor, o ülkenin yemeklerini pişiriyorduk. Bu format on sene sürdü. Son sekiz yıl ise daha rafine bir mekan haline geldi. Restonı yıkmıyorduk da, duvarlara tema olarak aldığımız ülkenin siyah-beyaz fotoğraflarını açıyorduk.

Türkiye’de iş yapmaya ne zaman başladınız?

- 2000’de. Annemin oteli Maça Kızı’na ortak oldum. O günden sonra Amerika-Türkiye arasında mekik dokumaya başladım. Ama artık tamamen Türkiye’deyim.

Siz hiç başarısız olmadınız mı?

-
Olmaz olur muyum? Geçen yıl yazları Maça Kızı ile ilgilenirken Washington’da da Left Bank diye bir mekan daha açtım. Sürekli başında duramadığım için yürümedi.Çok sorun çıkardı. En son mekan hakkında gazetede şöyle bir yazı çıktı: "Left Bank sarışın bir kadına benziyor. Dışarıdan çok cezbedici gözüküyor. Yakından tanıdığınızda, içine girdiğinizde, karşılaşacağınız şeyden memnun olmayabilirsiniz." O gün mekanı kapatmaya karar verdim.

Amerika’yı özlüyor musunuz?

- Ben artık bir tür Amerikalıyım. Zaten ABD vatandaşıyım. Hayatımın yüzde 60’ını orada geçirdim.

Türkler’i yeni yemekler denemeye alıştırmak istiyorum

Sahir Erozan ve Mimar Mustafa Toner’in ortaklığında açılan Tuus Restoran’ın ismi Latince’de "senin yerin" anlamına geliyor. Mart ayında açılacak restoran Nişantaşı Sofa Otel’in birinci katında hizmet verecek. Sokağa cephesi olmayan mekan müşterisini şehrin kalabalığından soyutlamayı hedefliyor. Sahir Erozan "Çölde giderken, karşınıza çıkan vaha olacağız" diyor.

Tuus nasıl bir restoran?

- İki senedir açılamadığı için Guinness Rekorlar Kitabı’na girecek bir restoran! Tüm binaya entegre olduğumuz için açılış tarihini sürekli ertelemek zorunda kaldık. Bazıları merak ettirmek için özellikle yaptığımızı düşünüyor ama inanın değil. Sıfırdan bir bina yapsak daha kolaydı, varolanı düzeltmeye çalıştığımız için çok zaman aldı.

Önce İstanbul’da bir restoran açmaya karar verdiniz. Sonrasını anlatır mısınız?

-
Sonra lokasyonu iyi bir yer aradım. Çünkü bir restoranın başarılı olmasındaki en önemli kriter lokasyondur. Tuus bu anlamda çok avantajlı bir mekan. Projede iki çocukluk arkadaşımla birlikte çalışıyorum. Biri Mustafa Toner. Aynı zamanda buranın mimarı, diğeri Cihat Dağcı... Ben burada yokken onlar olacak ve benim gözüm arkada kalmayacak.
Yaptığınız işi nasıl tanımlıyorsunuz?

- Ben hayat stili satıyorum. Bu alanda varolmanız için kendinizi sürekli yenilemeniz şart. Önceleri sıfırdan yaratmanın hırsındaydım sonra vazgeçtim. Varolan doğallığı bozmadan yaratıcı olmanın güzelliğini keşfettim. Maça Kızı’na geldiyseniz görmüşsünüzdür. Annemin 30 yıl önce açtığı, kıvırcık saçları yüzünden Maça Kızı ismini koyduğu pansiyonu baz aldım. Onun üzerine bir şeyler koydum.

Bu işin sırrı nedir?

- Mümkün olduğunca çok insana hitap edebilmek çok önemli. Bu iş ev satmak ya da araba satmak gibi bir şey değil. İnsanlar bir restorana geldiği zaman çok özel anlar yaşar. Kimi doğum gününü kutlar, kimi iş toplantısı yapar. Garson kötü servis yaptığı için bir karı koca kavgası başlayabilir. Ben bu sorumluluğun bilincindeyim. Kendimi bir moda tasarımcısı gibi görüyorum. Yarattığım şey alıcıyla bütünleşiyor, içine işliyor, bir parçası oluyor. .

Restorancılar asıl paranın içkiden kazanıldığını söyler. Siz çok para kazanacağınız bir kulüp açmak yerine neden bir restoran açtınız?

-
Ben burada kendi yaşadığım hayatı başkalarıyla paylaşıyorum. O yüzden restorana Tuus ismini verdik. Latince’de "Senin yerin" anlamına geliyor. Burası benim için de yatırım değil, evim. Ne mutlu bize kendi zevkimiz işimiz olacak.

Nasıl bir mönü hazırladınız?

- Modern Akdeniz yemekleri yapacağız. Maça Kızı’nın akşam mönüsüne benziyor. Günlük yaşamınızda yediğiniz yiyecekleri, farklı şekillerde sunacağız. Türk halkının yemek konusunda katı kurallara sahip olduğunu biliyorum. "Ben onu yemem" der çıkar işin içinden. Halbuki bu tamamen deneme meselesi. Ben eskiden kahveme üç şeker atıyordum şimdi şekersiz içiyorum. Bir gün şekersiz kahve içmeyi denedim ve hoşuma gitti. Biz insanların denemekten korkmayacağı yemekler pişiriyoruz. Yaptığımız sunum sayesinde kişiyi o yemeği yeme fikrine yaklaştırıyoruz. Örneğin daha önce adını hiç duymadığı bir balığı, közlenmiş patlıcanla servis ediyoruz. Patlıcanın tanıdıklığı onu yemeğe yaklaştırıyor.

Katıldığım ilk kampanyadaki aday ABD Başkanı oldu

Politikaya nasıl bulaştınız?

- Washington’da yaşıyorsanız politikaya kayıtsız kalmanıza imkan yoktur. Aynen Ankara gibidir. Ünlü politikacıların çoğu hem müşterim hem de arkadaşımdı. James Rubin (Beyaz Saray eski Sözcüsü) ve Christiane Amanpour (CNN’in ünlü muhabiri, Rubin’in karısı) çok eski arkadaşım. Cities genç politikacıların ve yuppie’lerin buluşma mekanıydı. Ben de doğal olarak politikanın içindeydim ve politikayı seviyordum. Biraz fazla konuşan bir yapım olduğu için sürekli politika konuşuyordum. Yine böyle fazla konuştuğum bir gün, lobi grubundan bir arkadaşım "Ben senden sıkıldım, seni biriyle tanıştıracağım. Bu düşündüklerini ona anlatırsın" dedi. Beni Bill Clinton’ın seçim kampanyasını yapanlardan biriyle tanıştırdı. Ben de kampanyada çalışmaya başladım. Kendi paramı koydum ve fontoplama zincirine katıldım. Şans tabii, ilk defa girdiğim kampanyadaki aday ABD Başkanı oldu.

Amerika’da politika ile ilgilenmek, Türkiye’den farklı olsa gerek...

-
Amerika’da şunu biliyorsunuz. Sistemin içinde olduğunuzda sesinizi duyurabilirsiniz. Ben bunu yaptım. Yunanistan ve Türkiye ilişkileriyle ilgili fikirlerimi Clinton’la paylaştım ve Başkan Atina’da yaptığı bir konuşmasında benim fikirlerime yer verdi. Sonra bana teşekkür mektubu yazdı. Benim politikadan beklentim buydu zaten. Emeğimin karşılığını fazlasıyla aldım. Politikanın yanında olmayı seviyorum ama içine girmeyi sevmiyorum.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!