Şafak Operasyonu 2. dalgasının hedefi

Bugünlerde sık sık Ergenekon "dalgalarına" tanık oluyoruz. Benzer operasyonlar bu ülke topraklarından hiç eksik olmadı. 12 Mart 1971 darbesinden sonra yapılan Şafak Operasyonu’nda önce eli silahlı isimler yakalandı. Ardından başlayan Şafak Operasyonu 2. dalgasının hedefinde aydınlar vardı. Muhalif aydınlar gece yarıları evlerine yapılan baskınlarla alınıp sorgusuz sualsiz cezaevine tıkıldılar. Hepsi "düşünce suçlusu"ydu! Ancak bu "suç" kamuoyunu ikna etmezdi. Daha inanılır bir "suç" bulundu: Yasadışı örgüt kurup uçak kaçırmak! Zülfü Livaneli, Altan Öymen, Onat Kutlar, Erdal Öz gibi aydınlar bakın o yıllarda hangi örgütün üyesiydiler ve nasıl uçak kaçırdılar?

TARİH, 3 Mayıs 1972.

Türkiye’de ilk kez bir uçak kaçırıldı. Ankara-İstanbul seferini yapan "Boğaziçi" adlı uçak zorla Sofya’ya götürüldü.

Uçak, Sofya Havaalanı’na indiğinde, iki ülkenin yetkilileri görüşmelere başlamıştı bile. Yolcular, uçuş ekibi ve dört eylemci uçakta 36 saat beklediler.

Görüşmeler umulan sonucu vermeyince dört "hava korsanı" Sefer Şimşek, Aynullah Akça, Mehmet Yılmaz, Yaşar Aydın teslim oldu. Uçak boşaltıldı. Eylemciler, havaalanında düzenledikleri basın toplantısında Türkiye’de olup bitenleri bütün dünyaya duyurmak istediklerini söylediler.

Duyurmak istedikleri, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam cezalarının durdurulmasıydı.

’Hangi akılsızın işi’

Zülfü Livaneli uçak kaçırıldığı haberini dolmuşla Karaköy’e giderken minibüsün radyosundan duydu. Yanındaki arkadaşı Akay Sayılır’a, "Bu çılgınlığı hangi sivri akıllılar yaptı" diye sitem etti.
/images/100/0x0/55eb2479f018fbb8f8ae00c1
İkisi de bir süre sonra bu olayın sanıkları arasında olacağını bilmiyorlardı.

Altan Öymen o günlerde sık sık Erdal Öz’ün Ankara’daki Sergi Kitabevi’ne gidiyordu. Başını İstanbul’da Onat Kutlar ve Yaşar Kemal’in, Ankara’da Altan Öymen, Emil Galip Sandalcı, Uğur Mumcu’nun çektiği aydınlar idam cezalarının durdurulması için imza topluyorlardı.

Ankara’daki imzacılar Sergi Kitabevi’nde bir araya geliyordu. Altan Öymen toplanan 12 bin imzayı TBMM Başkanvekili’ne ve Cumhurbaşkanı Özel Kalem Müdürü’ne elden götürüp teslim etmişti. CHP milletvekilleriyle, önemli gazetecilerle, İsmet İnönü’yle görüşmeler yapıyorlardı. Bir kişi bile öldürmemiş gencecik üç fidanın idamını önlemeye çalışıyorlardı.

İdam cezasının önlenmesi için bir uçağın Sofya’ya kaçırıldığını duyunca şaşırıp kaldılar. Aylardır uğraştıkları çabalar şimdi boşa mı gidecekti?

Örgüt açığa çıkıyor

Türkiye’de ilk kez bir uçak kaçırma olayının gerçekleşmesi kamuoyunu sarstı. Psikolojik savaş araçları hemen devreye sokuldu: "Nasıl olabilirdi böyle bir şey? Bu teröristler ne kadar tehlikeliydi?"

Halkın desteğiyle operasyonlara hız verildi. Cezaevlerindeki ranzalar artık yetmiyordu. Birçok genç, öğrenci, hukukçu, yazar, gazeteci hapisteydi. Yetmiyor, sürekli yeni tutuklular getiriliyordu.

Gözaltına alınanlar işkenceli sorgulardan geçiriliyordu.

Ve bu işkence tezgáhlarına yatırılanlardan biri de Mustafa Beşgen adlı genç bir resim öğretmeniydi.

Yapılan eziyetlere fazla dayanamadı. "Tamam" dedi, "konuşacağım".

Hemen örgütünün adını sordular.

O dönemdeki örgüt adları, THKO, THKP/C, TİİKP gibiydi.

"THO" dedi. Hemen açılımını sordular.

Diğer örgütlerin ismini biliyordu ama o zor koşullarda yeni bir örgüt adı bulması zordu. Hemen bulamadı. Tekrar işkence yapacaklarını söylediler.

Korktu. Bir isim bulmalıydı.

Trabzonluydu.

Nereden aklına geldiyse, "Titrek Hamsi Örgütü" dedi.

Sorgucular rahatladı. Hatta içlerinden uyanık biri, "Örgütü mü, ordusu mu" diye sordu.

Düşündü, "Ordu" militan sayısı olarak büyük olabilirdi, "Örgütü" dedi.

Sorgucular diğer gizli örgüt isimlerinin yanına yazdılar:

"Titrek Hamsi Örgütü."

Benzer olaylar çoktu. Birini anlatmalıyım:

Gözaltına alınan bir üsteğmene işkence sırasında "Hangi örgüttensin?" diye soruyorlar.

Üsteğmen siyasi konularla ilgisi olmadığı için bilemiyor, "Bana örgüt isimlerini sayın" diyor. Sayıyorlar.

Bu kez "Hangisinin cezası daha az?" diye soruyor.

Yanıt veriyorlar: "Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’ne üyelikten 7.5 yılla kurtarırsın."

"Tamam, ben o örgüttenim öyleyse"
diyor.

Ve bu davadan tutuklanıp cezaevine konuluyor.

Gelelim işin en hazin bölümüne:

Üsteğmen afla tahliye olduktan sonra, kendisini başka bir subay arkadaşının, bir kızla ilişkisini kıskandığı için ihbar etmiş olduğunu öğreniyor!

Radyoda adını duyuyor

Şafak Operasyonları korku yaratmaya devam ediyordu.

Herkes bir gün sıranın kendisine geleceğini bekliyordu. Yazar Sevgi Soysal, arkadaşlarıyla meyhanede yemek yerken askeri darbeyi eleştirdiği için lokantadan alınıp direkt cezaevine konulmuştu. Herkes tedirgindi.

Tedirginlik; gözaltına alınmaktan, cezaevine tıkılmaktan çok işkenceye maruz kalmaktı...

Gözaltı sırasının bir gün kendisine de geleceğini düşünen Zülfü Livaneli, eşi Ülker ve kızı Aylin’i alarak kayınvalidesine gitti. Karı-koca bir gece yarısı kapılarının çalınıp gözaltına alınma korkusu taşıdıklarını söylemediler. Her şey, olağan bir aile ziyareti havasındaydı. Bir süre orada kalacaklardı.

Birkaç gün sonra radyoda akşam haberlerini dinlerken birçok "şehir eşkıyası"nın yakalandığını duydular. Spiker isimleri okumaya başladı:

Uğur Mumcu, Emil Galip Sandalcı, Erdal Öz, Altan Öymen...

Ve son isim olarak, Zülfü Livaneli.

Nişantaşı’nda kayınvalidesinin evindeydi; oysa radyoda yakalandığı haberi vardı.

Anlam veremedi. Ne yapacağını bilemedi. Çaresizdi. Kendini kıstırılmış bir av gibi hissetti.

Zülfü Livaneli’nin aklına binbir soru geldi. "Yakalanmadığı halde neden yakalandığı radyodan duyurulmuştu? Yoksa sokak ortasında vurup ’Kaçarken vuruldu mu’ diyeceklerdi?" Ürperdiğini hissetti...

Zülfü Livaneli ve eşi Ülker kendilerini sokağa atmışlardı. Ne yapacaklarını konuşuyorlardı.

Zülfü Livaneli’nin babası ağır ceza reisiydi. Babası aracılığıyla "işkence yapılmayacağı" garantisiyle teslim olmaya karar verdi.

O saatlerde Ankara’da Altan Öymen gözleri, elleri bağlı polis otosuyla emniyete getirildi.

Sorgusunun alınabilmesi için tam sekiz gün hücrede bekletildi.

Altan Öymen sonunda "suçunu" öğrendi: Titrek Hamsi Örgütü’nün üyesi olmak ve Sofya’ya uçak kaçırma olayını planlamaktı!

Polis her şeyi öğrenmişti:

Altan Öymen’in Türk Hava Yolları’nda ve Ankara Esenboğa Havaalanı’nda tanıdıkları vardı. Biri yer hostesi Leyla idi. Öteki kargo memuru Diyarbakırlı Mahmut’tu. Onlar uçakla ilgili bilgiler vermişler, Altan Öymen de o bilgilerle birlikte uçak kaçırma işini planlamıştı.

Altan Öymen şaşırdı kaldı. Ne diyeceğini bilemedi.

Olağan Şüpheliler

Burada araya girip bir not aktarmalıyım:

Bryan Singer’in yönetmenliğinde ve Christopher McQuarrie’in senaristliğinde 1994 yapımı "Olağan Şüpheliler" filmini izleyenler bilir. Söz konusu filmde Kevin Spacey, "Verbal" adlı bir karakteri oynuyordu.

Sakat ve fakir görünümlü Verbal, film boyunca verdiği polis ifadesinde Keyser Soze adlı çete liderini ve içinde olduğu organizasyonu anlatıyordu.

Verbal soruşturma sonunda serbest kalıyordu.

Ancak filmin sonunda; Verbal’in sakat olmadığı ve soruşturma boyunca polislere sorgu sırasında masa üstüne bırakılmış bir gazetede gördüklerinden yola çıkarak hayal ürünü olaylar anlatmıştı.

"Titrek Hamsi Örgütü"nun kurucusu (!) Mustafa Beşgen de, sorgusunda hangi aydının adını tanıyorsa onu örgüte katmıştı. Üstelik örgüt olarak uçak kaçırma eylemini de üstlenmişti.

Mustafa Beşgen aklına geleni söyleyip işkenceden kurtulmuştu ama Titrek Hamsi Örgütü "üyeleri" hem işkence gördüler hem de suçsuzluklarını ispatlayabilmek için aylarca uğraştılar.

Örneğin:

Altan Öymen’in avukatları, iddiaların asılsız olduğunu tek tek ortaya çıkardı.

THY’nin Esenboğa kadrosunda ne yer hostesi olarak çalışan bir Leyla vardı, ne de başka bir görevde çalışan Leyla.

Diyarbakırlı Mahmut’a gelince; kargo servisi dahil, tüm kadro içinde ne bir Mahmut vardı, ne de bir Diyarbakırlı.

Aslında...

12 Mart sorgucuları da olayın absürt olduğunun farkındaydılar.

Zaten Titrek Hamsi Örgütü "mensuplarına" uçak kaçırma eyleminden çok, idam cezalarının önlenmesi için kimlerden imza topladıkları sorulmuştu.

Örgüt ve uçak kaçırma, operasyonun bahanesiydi.

Amaç muhalif aydınları cezaevine sokup seslerini kesmekti.

Suçsuzlar ama...

Titrek Hamsi Örgütü "mensuplarının" suçsuz oldukları anlaşılmıştı. Tahliye edilmeyi bekliyorlardı artık.

Soruyorlardı: "Ne zaman serbest kalabiliriz?"

Aldıkları yanıt tıpkı cezaevlerine sokulma nedenleri gibi tiraji komikti:

"Sizlerin uçak kaçırma suçuyla yakalandığınızı radyodan duyurduk. Bu nedenle biraz vakit geçmesi lazım ki olay unutulsun."

Ve aylar sonra serbest bırakıldılar. Kamuoyu bu davayı ancak unutabilmişti.

Mesleğimizin duayenlerinden Altan Öymen salıverildikten sonra yaşadıklarını bakın nasıl anlattı:

"Çıktığım gün gözaltına alındığımız günlerin gazetelerine baktım. Arkadaşlarımla beraber ’uçak kaçırma’mız manşetlerdeydi. Tahliye edilişim ise, iç sayfalardaki tek sütun başlıklı, üç-dört cümlelik bir haberle geçiştirilmişti."

Evet, aydın olmak, gazeteci olmak bu ülkede dün de zordu, bugün de.

Oynanan oyun ise hep bildik.

Yerseniz...

Sorgucuların magazin merakı

"SON kabadayı" Dündar Kılıç, 1-25 Mart 1984 tarihleri arasında MİT’te sorgulandı. Mahkeme kayıtlarına göre bu işkenceli bir sorguydu.

Dündar Kılıç’ın sorgusunda söyledikleri, "I. MİT Raporu"yla 1987 yılında ortaya serildi.

Dündar Kılıç’ın söyledikleri videoya alınmıştı. Ancak videolar değil ama metinler ortaya döküldü.

Bugün artık Tuncay Güney vakasında görüldüğü gibi sorgu videoları TV’lerden yayınlanmaktadır.

Gelelim Dündar Kılıç ile "Sorgucu" arasındaki diyaloglara...

(MİT Müsteşarlığı’nın 8 Ekim 1985, 01.10.-11.02254/241095 sayılı yazısı)

11-A Numaralı banttan:

Bu artistlerden kimleri tanıyorsun; Gönül Yazar’ı tanırsın bir kere.

- Hepsini tanırım efendim, fazla samimiyetim olmaz.

Samimi olduğundan kimleri tanıyorsun?

- İbrahim Tatlıses’i tanırım.

Ne yapayım İbrahim Tatlıses’i, ben diyorum ki şöyle Emel Sayın, Ajda majda filan.

- Hiç görüşmedim ki.

Hangisini tanırsın?

- Görüşmem onlarla.

Hani zamparalık ara sıra var diyordun, bunlardan yok mu?

- Bunlar sadece şov yapar.

6-A Numaralı banttan:

Banu kim?

- Banu, Banu Alkan’dır efendim.

O, herhalde o...

- Banu Alkan’ı şahsen öylesine tanırım efendim.

Nereden tanıyorsun?

- Film artisti.

Var mı bir şeyin, münasebetin?

- Yok, münasebetim yok. Ben hiç öyle kadınlarla ilişki kurmam efendim.

Niye?

- Onlar tehlikeli olur.

İsimliler yani.

- Zararlı onlar efendim.

Ne zararı olacak yani.

- Olur olur efendim.

Koparırsın kafasını olur biter, zararlı olur mu?

5-A Numaralı banttan:

Muazzez Abacı ile tanışıyorsunuz herhalde?

- Tanışırız efendim.

Şimdi kimlen yaşıyor, ne yapıyor?

- Vallahi bilmiyorum birisini bulmuştur.

Bulmuştur di mi?..

13-B Numaralı banttan:

Bak sana bir şey söyleyeyim mi? Bu konu da senin üzerinde kaldı. Yani Abdi İpekçi’nin öldürülmesi olayı.

- Rahmetliyi tanıyordum efendim, biz öyle insanları...

Bak dosyan geldi. İpekçi cinayetiyle ilgili kısmı okuyorum sana: "Durum İstanbul mafyası diye adlandırılan ünlü kabadayı Dündar Kılıç’a iletilmiş ve Abdi İpekçi’nin öldürtülmesi istenmiştir. Bu nedenle Abdi İpekçi, Dündar Kılıç ve adamları tarafından öldürülmüştür."

- Vay anasına, imkán mı var efendim?

Nasıl yani?

- Efendim şöyle, beni bir parça tanıyorsunuz, bu tertip eylemler yapabilir miyiz?

Yapmaya yaparsınız tabii. Yapacağınız işin büyüyeceğini düşünmeden yapabilirsiniz.

- Efendim, Abdi İpekçi memleketimiz için yararlı bir fikir adamıydı. Demokrat sol görüşlü güzel bir yöneticiydi. Elinden geldiği kadar tarafsız yazmaya çalışan bir yazardı.

Daha önceleri Emel Sayın, Semiramis Pekkan’la dost hayatı yaşayan Abdi İpekçi sonraları bu yaşantısını şarkıcı Hümeyra ile mi sürdürdü?

- Vallahi hiç duymadım bunları efendim.

Bu ilişkiden haberdar olan Hümeyra’nın kocası kimdi? Fikret Hakan mı?

- O da ... biri efendim...

Abdi İpekçi suikastının nasıl sorgulandığını görüyor musunuz?

İşin daha vahim yanı, sorgucunun yönelttiği soruların hiçbirinin gerçekle uzaktan yakından ilgisi olmamasıydı.

Türkiye ne yazık ki böyle olağanüstü dönemlerden geçti.

Hepsini atlattı.

Umarım bundan sonraki hukuk dışı operasyonları da atlatır.
Yazarın Tüm Yazıları