Sabaha karşı alınıp götürülmek!

“DAVA”nın konusu, kendisine özgü özellikleri bulunmayan, belirlenmemiş bir şehirde geçer. Zaman, yirminci yüzyılın ilk yarısıdır. Ancak, ayrıntının önemi yoktur.

Olayın kahramanı J.K. otuz yaşındadır. İyi bir insan olarak tanınır. Yurtseverdir. Kiralık bir evde oturur. İçine kapanık biridir ve bekârdır.
Bir sabah, onun bu yeknesak hayatı parçalanır. İki sivil polis, çok erken saatlerde evine gelerek ona tutuklandığını söyler. J.K. herhangi bir suç işlediğini hatırlamaz.
Suçsuzdur ve buna güvenmektedir. Fakat...
Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra, kaderinin normal bir sivil mahkeme elinde değil, özel bir mahkeme elinde olduğunu görür.
* * *
Muhakeme işlemleri berbat yerlerde yürütülür.
Yargılama muğlaktır. Hiç kimse, hatta mahkeme görevlileri bile işin içyüzünü anlayamaz. Mahkemenin, küçük rütbeli görevlileri her türlü haksızlığı yaparlar! J.K. gibi birçok sanık vardır ve yargılama yıllarca sürmesine rağmen kimse beraat etmez.
J.K. kendisini temize çıkartmak veya hiç olmazsa kendisine yüklenilen suçun ne olduğunu anlamak için uğraşır ama bir sonuca ulaşamaz.
Zavallı adam “Benim suçum ne? Bana suçumu söyleyin” diye inler durur. Yargının, sanıklara kendilerini adil savunma hakkını verdiği de kuşkuludur.
Hukukçular J.K’ya davanın üç ihtimalden biriyle sonuçlanacağını söylerler:
1) Kesinlikle beraat, ki aslında buna imkân yoktur.
2) Şartlı beraat, ki herhangi bir anda tekrar tutuklanabilir.
3) Süresiz erteleme, ki ne beraat demektir, ne mahkûmiyet.
Gerçek o ki, J.K. ümitsiz bir durumdadır.
* * *
Hapishanenin din adamı, J.K.’ya bir hikâye anlatır. Bir adam adil bir hukukçu olmak için yetkililere yalvarır. Kapıda bir bekçi vardır. Adama o anda hukuk kapısından içeri giremeyeceği anlatılır. Adam yıllarca kapıda bekler, bekçiye rüşvet verir. Bekçi parayı alır fakat yine de kapıdan içeri sokmaz. Adam bekleye bekleye yaşlanır ve nihayet bir gün ölür. Ölüm döşeğinde bekçiye “Hukukçu olmak isteyen çok kişi olmasına rağmen, bütün bu yıllar boyunca niye kimsenin başvurmadığını” sorar. Bekçi der ki: “Bu kapıdan, sizden başkası geçemez. Bu kapı, sadece sizin için yapılmıştır. Çünkü burada hukuk yoktur!”
J.K. gerçek sorunun niteliğini ve bu hikâyenin kendisiyle olan ilişkisini, anlayamaz.
* * *
Arada çok uzun süre geçmiştir ama zavallı genç adam suçunu hâlâ bilmemekte “Suçum ne, suçum ne?” diye inlemektedir.
Derken bir gün, siyah takım elbiseli, şapkalı iki adam J.K’ya gelir ve hiçbir direniş göstermeyen adamı alıp götürür.
J.K. onların cellât olabileceğini düşünür. Fakat artık mücadele azmini tamamen kaybetmiştir. Kimseden yardım istemez. Son anda, civardaki bir evin penceresinin açıldığını, belki kendisine sempati duyan birinin yardım etmek istediğini göstermek üzere, ellerini dışarı uzattığını görür. J.K. bu hareketin neyi anlatmak istediğini anlayamaz. İki adamdan biri J.K.’nın boynunu tutarken, diğeri infazı gerçekleştirir!
* * *
Kimse başka türlü yorumlamasın!
Yukarıdaki satırlar, 1883-1924 yılları arasında yaşayan ünlü Çek yazar Franz Kafka’nın “Dava” adlı eserinin kısa özetidir. Dünya edebiyat klasikleri arasında yer alan bu kitap, yüz yıl önce yazılmıştır. Günümüz Türkiye’si ile hiçbir ilgisi yoktur. Eğer bir benzerlik varsa, bu tamamen tesadüften ibarettir.
Yazarın Tüm Yazıları