Ruh süpürgesi de lazım tabii

TAKSİM Gezi Parkı’ndan bildiriyordu muhabir arkadaşımız:

Haberin Devamı

“Park, öğlen 12.30 itibariyle sarı basın kartı olan gazetecilere açıldı. Şu anda polisler, belediye görevlileri ve izin verilen gazeteciler var; henüz halkın girişine izin verilmiyor.”
Meydan ve park tam her çeşit devletin, yönetim tarzının idealize ettiği türden bir nizam ve intizama kavuşmuş; pırıl olmuş.
Halı gibi serilen çimler vesaire Bülent Arınç’ın tabiriyle “Artık Dingo’nun ahırı olmayan” meydan ve parkın zapturapt altına alındığının nişanesi.

*

Tertemiz bir parka -eğer parka kastınız, başka bir planınız yoksa- kimse karşı çıkmaz elbette. Park zaten orada dursun, şehir ve şehrin insanları ruhumuzu büktüğünde kaçıp sığınalım diye var. Konuyu dağıtmayalım ama baştan beri o parktakiler de zaten bunu söylemeye çalışıyordu; neyse...
Ancak o dip köşe temizliğiyle, silip süpürmeyle, ovup ovalamakla, çitilemekle filan yok edemeyeceği “baĞzı şeyler” bıraktı sakinleri geride.

*

Haberin Devamı

Dayanışma, diyalog, cesaret, haklılık ve diğer pek çok kavramdan mürekkep bir ruh kaldı geride, soluduğumuz atmosferde, her yerde.
Ara sokaklarda/ana caddelerde kovalanmayacak, sanal âlem dedektifliğiyle anlaşılmayacak bir ruh.
“Yüzde ellisi beyaz, yüzde ellisi renkli; ayrı yıkayalım, karışmasın” mantığıyla silip atamayacağınız bir ruh.
Zaytung haberine atlayıp “Çadırda atom bombası yapıyormuş marjinaller” asparagasına inanan “girişimci zihniyet”, belki bu ruhu içine çekip zaptedecek dev bir “ruh emme süpürgesi” olabileceğine de inanabilir tabii, ama zor be abi...

*

Tomas Fasulyeciyan’a selam çakan o harika tiradı Münir Özkul’dan dinlemiştim, şanslı bir insanım.
Güzel insanlara ev olan ve bir başka dilin, bir başka geleceğin varlığına inanmamızı sağlayan günlerin, geride bırakılmış gibi dursa da biz yaşattıkça yaşayacak ruhun anısına o tiradı paylaşayım.
“Perde”nin hep açılacağına inanan biri olarak, parkımızda bir gün, bir şekilde buluşana kadar...

*

“Zaten aktör dediğin nedir ki?
Oynarken varızdır. Yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır.
Bir zaman sonra da unutulur gider. Olsa olsa eski program dergilerinde soluk birer hayal olur kalırız.
Görürüm hepiniz gardıroba koşmaya hazırlanıyorsunuz.
Birazdan tiyatro bomboş kalacak. Ama tiyatro işte o zaman yaşamaya başlar.
Çünkü Satenik’in bir şarkısı şu perdelere takılı kalmıştır. Benim bir tiradım şu pervaza sinmiştir. Hıranuş’la Virginia’nın bir diyaloğu eski kostümlerden birinin yırtığına sığınmıştır.
İşte bu hatıralar, o sessizlikte saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde yine sahneye dökülürler.
Artık kendimiz yoğuz, seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz, fısıldaşır dururlar sabaha kadar.
Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır.
Perde...”

Yazarın Tüm Yazıları