Rodos’ta Türk Schindler’e saygı

2. Dünya Savaşı sırasında Yunanistan Nazi ordularının işgali altında inlerken, henüz 30 yaşında genç bir diplomat, Türkiye’nin Rodos Başkonsolosu olarak atandığında, takvimler 1944 yılını gösteriyordu.

Adolf Hitler’in Yahudi soykırımı politikası tüm şiddetiyle sürüyordu. Rodos istisna değildi elbet. Adada yaklaşık 1700 Yahudi yaşıyordu. Önce serbest dolaşımları kısıtlandı, sonra çocukları okullardan atıldı, faaliyet gösteren kolejleri kapatıldı. 1936’dan beri uygulanan cumartesi tatili kaldırıldı.
/images/100/0x0/55ead7e6f018fbb8f89a48fe
Sonra da imhaları aşamasına geçildi. "Sizleri başka adaya götüreceğiz" yalanı ile gemiyle Atina’ya, oradan da trenlerle Auschwitz ve benzeri ölüm kamplarına gönderiliyorlardı.

İşte insanlık adına utanç dolu o günlerde, TC’nin çiçeği burnunda başkonsolosu Selahattin Ülkümen, Nazi’lerin Ege Adaları komutanı Ulrich Von Kleeman’ı ziyaret ederek "Sizlerle bir anlaşmamız var. Türkiye bu savaşta yer almıyor. Türk vatandaşı Yahudileri yakalama hakkınız yok" demişti.

Küplere bindi Alman komutan. Öfkelendi. "Hayır" dedi ilk başta. "Çaylak" saydığı Türk diplomatın gözünü korkutmak için başkonsolosluğun kapısına kafası koparılmış, sadece bedeni olan bir ceset bıraktırdı. Almanlar daha da ileri giderek Türk diplomatın "kazaya kurban gitmesini" bile planladılar. Ülkümen’i bir av partisi sırasında öldürüp, cinayete kaza süsü vereceklerdi. Başkonsolos son anda durumu fark edip tuzak av partisine katılmadı.

O baskı ve tehditlere aldırmadan, "Rodos’taki Türk vatandaşı Yahudiler" listesini hazırlayıp komutan Kleeman’a verdi. "Türk Schindler"in listesinde 42 Yahudi’nin ismi vardı. Listedeki Yahudilerin sadece 13’ü Türk vatandaşıydı aslında. Diğerleri, Yunan ve İtalyan vatandaşıydı.

Nazi komutan çaresiz kabul etti listeyi. Bu şekilde 42 Yahudi’nin hayatı kurtuldu. Rodos’taki diğer yaklaşık 1650 Yahudi’nin kaderi ölüm kamplarıydı. Savaş sonrası 150’si hayatta kaldı.

Şövalyeler adası Rodos’ta 24 Temmuz günü farklı ve anlamlı bir tören düzenlenecek. 2. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’nin Rodos Başkonsolosu anısına. "Türk Schindler"i Selahattin Ülkümen’in anısına.

Selahattin Ülkümen bu arada çok sayıda Yunan ve İtalyan askerin de Ege Adaları’ndan Türkiye’ye kaçmasına yardımcı oldu.

"Türk Schindler"in listesinden birkaç gün sonra Almanlar uçaklarla Rodos’u bombaladı. Türk Başkonsolosluğu binası enkaza döndü. Saldırıda, başkonsoloslukta görevli iki kalas öldü. Ülkümen’in ağır yaralanan hamile eşi Mihrinisa da birkaç gün sonra, doğumun ardından hayatını kaybetti. Ülkümen, 1944 Ağustos’unda Nazi yönetimi tarafından Rodos’tan sınırdışı edildi.

Önümüzdeki perşembe günü (24 Temmuz) Rodos’ta farklı bir tören var. Adadaki Yahudi cemaati, 64 yıl sonra Ülkümen’i anmak için bir tören düzenledi. 2003 yılında 89 yaşında ölen Selahattin Ülkümen’e saygı ve şükranlarını sunacaklar.

Daha önce de İsrail ve ABD’deki Yahudi cemaat ve derneklerince onurlandırılan, hayatı; Steven Spielberg ve George Lucas’ın öğrencisi, Tunceli Çemişgezekli Turgut Türk Adıgüzel tarafından kısa metrajlı filme konu edilen, Antakya doğumlu Selahattin Ülkümen’ın anılarını "Bilinmeyen Yönleri İle Bir Dönemin Dışişleri" kitabında okuyabilirsiniz.

Atina’nın gündemi

Türkiye’de AKP’nin kapatılması için açılan dava ve Ergenekon soruşturmasının yankıları, ABD’deki Obama "fenomeni" ve Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin hem siyaseti hem özel hayatı, Atina’dan haberleri son haftalarda doğal olarak ikinci planda bıraktı.

Atina bir aydır "Siemens skandalı" ile çalkalanıyor. Avrupa’nın başka ülkelerinde olduğu gibi Siemens firmasının devlet ihalelerinde imtiyazlı muamele uğruna Yunanistan’da da iktidar-muhalefet ayırımı yapmaksızın büyük partilere rüşvet verdiği söyleniyor. Skandalın boyutu ise 110 milyon Euro olarak hesaplanıyor. Bu işten bugüne kadar ana muhalefet partisi Pasok, iktidar partisi Yeni Demokrasi’ye kıyasla daha fazla zarar gördü. Çünkü Pasok’un eski lideri Kostas Simitis’in başbakanlığı döneminde, Siemens’in partiye en az 1 milyon Euro verdiğine dair ihbar var. Ancak, söz konusu para kayıp. Pasok’un kasasına hiç girmemiş gibi. Rüşvetin belgesi, makbuzu olmaz ki.

Dış politikaya gelince... Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis ile Dışişleri Bakanı Dora Bakoyani, hayli sıkıntılı günler yaşıyorlar.

Atina ile Üsküp arasında "Makedonya Cumhuriyeti"nin adı konusunda yıllardan beri süregelen anlaşmazlık yetmiyormuş gibi, şimdi de Makedonya Başbakanı Nikola Gruevski, ilk kez bu kadar açık "Yunanistan’daki Makedon azınlık" konusunu ortaya attı.

Gruevski, Karamanlis’e gönderdiği mektupta, Yunanistan topraklarında yaşayan Makedon azınlığını tanımasını, 2. Dünya Savaşı sonrasındaki iç savaş sırasında Nazilerle işbirliği yaptıkları gerekçesiyle kovulan ve sayısı yüz binlerle ifade edilen Makedonlara tekrar Yunan vatandaşlığı verilmesini ve bu insanların giderken bıraktıkları gayrimenkuller için tazminat ödenmesini istedi.

Karamanlis, bu satırlar yazıldığında henüz cevap vermemişti. Muhakkak ki, Yunanistan’da Makedon azınlığın bulunmadığını, tazminat ödenmesinin de söz konusu olmayacağını belirtecek cevabında. Ancak, Makedonya Başbakanı’ndan gelen mektubun akabindeki gelişmeleri de ciddi bir şekilde düşünüyor. Sözgelimi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) toplu başvurular ya başlarsa?

Kıbrıs konusunda ise Atina’ya ulaşan haberler cesaretlendirici. 25 Temmuz’da tekrar bir araya gelecek olan KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile Rum Yönetimi Lideri Dimitris Hristofyas’ın çözüm bulunması amacıyla BM çatısı altında Eylül ayında müzakerelerin başlayacağını ilan etmeleri bekleniyor. Doğrusu eski Rum lider Tasos Papadopulos’un dönemini hatırlarsak, Talat ile Hristofyas çok kısa bir süre içinde ileriye doğru bazı adımlar atmayı başardılar.

Atina’daki "gündemi" bir sanat etkinliği ile noktalayayım. Pazartesi günü Hüsnü Şenlendirici (klarnet), İsmail Tunçbilek (elektro bağlama) ve Aytaç Doğan’dan oluşan Taksim Trio’nun konseri var.

Ayrılık ve yaz tatili

Ayrılıkların çoğu uzun birlikteliklerin getirdiği bir dizi dezavantajın ürünüdür. Tıpkı uzun yaz tatilleri gibi. İşim ve cebim elverseydi, yine de uzun tatillere çıkmazdım. Sık ve kısa tatiller tercihim. Bıkmadan, bıktırmadan. Güzellikleri, eziyete çileye dönüştürmeden. Tatilde "Ah keşke daha fazla kalabilsek" diyenlerin, bu fırsat ellerine geçtiğinde 5, bilemediniz 10 gün sonraki hallerini hiç gördünüz mü? Kaçmak için bahane kollarlar.

İdeal yaz tatili 6-7 günü geçmemeli bence.

Ayrılık, meseleye pencereden değil de balkondan bakıldığında bir dizi "yasaklardan" ibarettir. Sözgelimi bir zamanlar ya da hálá sevdiğiniz ile karşılaştığınızda eskisi gibi konuşmak yasaktır. Öpmek, sarılmak da öyle. Sonra, acaba ne yapıyor diye merak etmek de yasaklara dahildir. Pek çok durumda ayrılık, sevmek yasağını da beraberinde getirir. Tıpkı turistik tesislerdeki "yasaklar" gibi. Çimene basmak, ıslak şortla asansöre binmek, dışardan yiyecek getirmek yasaktır.

Ayrılıklar "çıtanın" ilk baştaki gibi yüksek tutulmamasının sonucudur bazen. Rutin yaşam tarzı ve bazı şeylerin "alışkanlık" haline gelmesi de öyle. Tıpkı turistik tesislerdeki "her şey dahil" uygulaması gibi. Böylesi bir tesiste açık büfeye giderken birinci ve ne bileyim altıncı günkü duygu ve düşüncelerinizi kıyaslayın yeter. Ya da sabah kahvaltısında bir yumurta için kuyrukta beklemeniz?

Ayrılıklarda, "özel anların" zamanla büyüsünü yitirmesi de rol oynamıştır. Tıpkı "herşey dahil" organizasyonlarda yemek sonrası "eğlence" gibi. Kaçınız tatilinizin ortasında "ha bu akşam animasyonu kaçırmayayım" dediniz?

Türkiye’de yıllar oluyor yaz tatili yapmadım. Yunanistan’da öyle popüler mopüler olmayan, sakin adalara gidiyorum. Beton yığını oteller yerine sahipleri ile sohbet edebildiğim küçük pansiyonlarda kalıyorum. Işıklı havuz kenarında 19.00-22.00 saatleri arasındaki açık büfeler yerine, canımın istediği saatte, istediğim yerde yemek yiyorum. Yaz tatili ile ilişkimin ayrılığa dönüşmesine izin vermiyorum.

Ne var ki, bazı kötü sinyaller de almıyorum değil. Girit Adası’nda, Rodos’ta, Kerkira (Korfu) Adası’nda ve Selanik yakınlarındaki tatil beldesi Halkidiki’de, önceki yıldan itibaren "her şey dahil" sistemine geçenler olmuş. Sonuç? Turist sayısında artış, gelirde düşüş.

"Her şey dahil" tatilin avantajı şüphesiz "a la carte" tatilden çok daha ucuza çıkması. Ya kalite? Ya seviye? Yani 7 gün "herşey dahil" yerine 4 gün "herşey keyfime göre" olsa fena mı?

"Eh ne yapayım?" ya da "gücüm bu kadarına yetiyor" gibi sözler, ayrılıkların arifesinde de sık kullanılır.
Yazarın Tüm Yazıları