Ricky Martin uzmanı

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

(Aşağıda okuyacağınız notlar biricik arkadaşım Kenan Erçetingöz'le birlikte Ricky Martin konserini izlerken, tarafımdan gizlice kaleme alınmıştır. Konser bittikten sonra; trans halinde o küçük deftere neler yazdığımı görünce, itiraf ediyorum ben de, biraz utandım. Fazla erotik olan kısımları ayırdım, bunlar kalanları...)

*

Onun yüzü lanetli!

Erdim benzerdim.

Kesinlikle çözdüm meseleyi.

Bu yüz denilen şey, öyle bir şey ki, insanın yüzünde seks, sadece bedeninde değil. Yüz, bize yakın olanı, açıkta olanı. Tüm ifadenin, acının, kederin, zevkin, hüznün, mutluluğun kesiştiği yer yüz. O yüzden cezbediyor, o yüzden insan, hep yüze, gözlere, ağıza yakın olmak istiyor.

Bedenini değil, yüzünü istiyorsun.

Bakın mesela şu sahnedeki adama, bedeni durmuyor, öne arkaya doğru hareket ediyor, kesinlikle insafsızlık bu, evet insan heyecanlanıyor, takip edemiyor, yerinde duramıyor.

Doğru, önce gözün o muhteşem bedene takılıyor.

Ama sonra...

Her nasılsa tekrar yüzünde donup kalıyor.

*

Tuhaf bir ilişki kuruyor insan bu adamla.

Sanki küçük oğlan çocuğu gibi, o kadar temiz ki, iyi bir insan olduğuna yemin edebileceğin bir yüz onunki. Ve gariptir, bedeniyle nasıl da tezat oluşturuyor, bedeni bir halt yerken, yüzü ‘‘Ben o değilim’’ diyor. Yemin ediyorum, bu adama bakınca insan, son sevişmesini ve daha sonra yaşayacağı (inşallah) sevişmeleri hatırlıyor.

Çünkü sattığı seks, daha doğrusu seks umudu.

Nedir bu bilmiyorum.

Latin olduğu için mi?

Bu hal kontrol mü, kontrolsüzlük mü?

Teknik mi, içgüdü mü?

Hani mahalle aralarında dans eden, müziğe kendini kaptırıp giden küçük kızlar vardır ya, dünya umurlarında değildir, utanmazlar, sıkılmazlar, günün birinde birileri ‘‘Artık büyüdün, böyle oynama ortalıkta’’ derler ya, ama bir uyarı alıncaya kadar da, onlar devam eder bedenleri içlerinden geldiği gibi kıvırtmaya, istedikleri gibi davranmaya...

İşte adam aynen öyle.

Kendinden geçiyor.

Ne güzel, bir de sürekli terliyor.

Siz de onunla terliyorsunuz, ne yapıyor ediyor size, sanki siz de onun gibi dans edebilecekmişsiniz havasını yaratıyor. Sanki o olağanüstü bir şey yapmıyor, sanki bu tüm insanlara özgü, sadece kendini rahat bırakmak gerekiyor. Bu da iyi numara, bir de hep uzun kollu, bedenine oturan üstler giyiyor. Ve çok yakışıyor. Kürek kemikleri sırtını döndüğünde muazzam görünüyor. Kürek kemiği deyip geçmeyin, sırtının iki kenarında iki boğaz köprüsü gibi duran o iki çıkıntı, özellikle ani hareketler sırasında o kadar kıvrak, hatta daha da ileri gidip o kadar oynak, bir hal alıyor ki, insanın gözünün takılıp kalmaması, etkilenmemesi olanaksızlaşıyor.

Bu yıl biliyorsunuz, kadınlar, erkekler herkes sırta çalışıyor.

Nedense aniden böyle bir moda çıkıverdi.

Üstelik bunun doğrudan değil, vücuda yapışan ince bir kumaş parçasının altından izleniyor olması merakı ve dolayısıyla etkilenme dozunu arttırıyor.

*

Tabii ki sadece bir yüz, müthiş bir dans etme kabiliyeti ve iki kürek kemiğiyle iş bitmiyor. Ricky Martin zeki ve esprili. ‘‘Üç yıl sonrasında kendinizi nasıl hayal ediyorsunuz’’ sorusunu, ‘‘Aynı boyda, aynı kiloda. Yani umarım!’’ şeklinde yanıtlıyor. Beş dil konuşuyor. Latin Amerikalı olmaktan çok gurur duyuyor. Türk olsaydı MHP'li olurdu galiba. Pek milliyetçi. Sürekli Porto Rico'daki gün batımından söz ediyor. Ve tabii arada şöyle laflar da ediyor, ‘‘Latin ırkının gerçekte ne olduğunu tüm dünyaya göstermek istiyorum’’. İnsanı hasta edecek, ‘‘Bu bizimle alay ediyor galiba’’ dedirtecek kadar alçak gönüllü. 11 Mayıs'ta piyasaya çıkacak albümü İngilizce, ‘‘Ama bir sonraki yine İspanyolca olacak’’ diyor. Söylüyorum size pek milliyetçi! Katolik bir ailede büyümüş, anasına babasına pek düşkün. Çok güzel gülüyor. Lanet olası siyah gözleri var! Başka? Miami'de bir restoran açmış. Halinden memnun. Nasıl olmasın? Herkes adama ölüyor. Sadece bence biraz fazla zayıflamış. Ben daha cüsseli bir şey hayal ediyordum. Ekranda herkes büyüyor ya, gerçeği biraz daha küçük!

Kafayı Hindistan'a, Nepal'e takmış, ‘‘Modaya uymak için değil, küçüklüğümden beri doğu felsefesiyle ilgiliydim’’ diyor. Çok hoş sandaletler giyiyor, güzel ayaklı bütün erkeklere tavsiye ederim, düz sandaletler erkeklere çok yakışıyor. Ona Pavarotti, Sting ve Madonna'yla yaptığı çalışmalar hakkında soru sorulması çok hoşuna gidiyor. ‘‘Nasıl böyle dans edebiliyorsunuz?’’ sorusuna çok alışık, ‘‘Bizler her gürültüyü fırsat bilip dans eden bir ülkeden geliyoruz. İlk duyduğum ses annemin kalp sesi oldu, sanırım ben o zamandan beri dans ediyorum’’ diyor.

Koreografiden nefret ettiğini belirtiyor.

Yani adamı koy oraya dans etsin.

Başka ne anlatayım?

a) İtalya soğuktu, biraz üşüdüm

b) Kenan Erçetingöz bana güzel dedikodular anlattı, çok güldüm

c) Saç kurutma makinemi otelde unuttum

d) Harpers Bazaar dergisi benim fotoğraflarımı çekti, çok havalara girdim, şık mıymışım ne, ama Çeklere göre!

Rick'ye gelince...

Allah sevdiğine bağışlasın.

BİR İTİRAF

Bu arada, katıldığı bir basın toplantısında, kendisini o starla fotoğraf çektirmek mecburiyetinde hisseden bir gazeteci milleti varsa, valla onlar bizleriz! Bu iş beni kahrediyor. Elim ayağım birbirine giriyor. Utanıyorum biliyor musunuz. Çünkü elaleme laf anlatmak ve şöyle demek gerekiyor, ‘‘Ya şimdi biz sizinle konuşuyoruz, benim sorularıma cevap da verdiniz, çok iyi, ama benim halkım bir de bunu görmek ister. Sizinle gerçekten konuştuğuma inanmak ister. Şöyle omuz omuza bir fotoğraf çektirsek, yoksa mümkün değil, kimse ikna olmaz!’’. Elbette ki, böyle demiyorsunuz. Ayıp olur. Çünkü insanlar güler buna. Dünyanın hiç bir ülkesinde böyle değil. Oysa bizde, öyle pozlar çok revaçta. Eğer birlikte fotoğrafınız yoksa, bir eksiklik hissediyorsunuz, sanki işinizi tam yapmamışsınız gibi. Fotoğrafınız olsun, altını nasıl olsa oradan burdan doldurursunuz! Demek istiyorum ki, çok zor oluyor bizden olmayan birilerine Türkiye'yi ve bizim mentaliteyi anlatmak. Onun yerine ‘‘Bir hatıra fotoğrafı çektirebilir miyiz?’’ ayaklarına yatıyorsunuz. Bizde herşey bize özgü. Yani Türk usulü. Bunu sevmediğimi de söyleyemem. Ama...

Yazarın Tüm Yazıları