Resmi kabul

KRALİÇE Elizabeth’in Türkiye’ye yaptığı resmi ziyaret pek çoğumuzun göz ardı ettiği "protokol" kurallarını su yüzüne çıkarma olanağı verdi.

Protokol, İsmet Paşa’nın sözüyle ifade etmek gerekirse "kimseyi yüceltmez veya küçültmez" ama gereklidir.

Gereklidir, çünkü devleti "güzel" kılar ve somutlaştırır; kalın insanları da inceltir.

İngiliz toplumunun zarafet konusundaki şöhretinin temeli protokole verdikleri öneme bağlansa kanımızca yeridir.

İkinci Elizabeth’in ziyareti bu açıdan hayli ince dersler içermekteydi.

Kraliçe önce bu ulusun en önemli liderine, hepimizin kalbini kazanmasına yetecek bir şekilde saygı sundu. Anıtkabir’deki özel deftere, "Birleşik Krallığın büyük değer verdiği bir dostu ve modern tarihin en büyük şahsiyetlerinden biri olan Mustafa Kemal Atatürk’e saygılarımı sunmak benim için büyük bir onurdur" yazdı.

Bunu Kraliçe’nin şaşaadan uzak bir ihtişam içindeki temasları izledi.

Biz İstanbul’da İngiliz Uçak Gemisi Illustrious’da verilen resmi kabulde bulunduk. Tahminimize göre 500 kadar konuk çağrılmıştı. Bizim resmi kabullerdeki panayır havasıyla ilgisi olmayan bir düzen her şeye egemendi. Bunun için konuklara daha gemiye girerken "kaç numaralı grupta" olacağı bildirildi. Her konuğu görevlilerden biri bulunacağı gruba götürdü. Orada geminin resmi kabule davetli subayları vardı. Kraliçe saat 19 sularında salona girinceye kadar gruptakiler birbirleri hakkında fikir edinmişlerdi. Nitekim Kraliçe gruplardan birine yaklaşınca daha önce onlar hakkında bilgi edinmiş olan bir subay gruptakileri tanıtıyordu. Böylece Kraliçe karşısındakilerle bir ön bilgiye sahip olarak konuşma olanağı buluyor birkaç nezaket cümlesi ardından öteki konuklara geçebiliyordu.

Bu düzen sayesinde hem Kraliçe ve beraberindekiler hem de resmi kabule katılan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tüm konuklarla tek tek el sıkışma ve konuşma olanağı buldular. Çevrede ne öteki konukların omuzlarından uzatılmış ses kayıt cihazı ne Kraliçe’yi veya Cumhurbaşkanı’nı sorguya çeken gazeteci vardı.

Herkesle temas sağlandığı için de konuklardan hiçbiri "Ben buraya neden çağrıldım ve ne akla hizmet etmeye geldim?" demek zorunda kalmadı.

Resmi kabulün tam 20.00’de bitmesi gerekiyordu. Nitekim Kraliçe ve beraberindekiler saat tam 20.00’de ayrıldılar.

Nezih bir olay -smokin giymeyi kendi kimliğine aykırı bulan bazı konukların yarattığı görüntü kirliliği dışında- hiç kimsenin ağzında buruk bir tat bırakmadan başladı ve bitti.

Bu olayı ister istemez gelmiş geçmiş cumhurbaşkanlarımızın verdiği resmi kabullerle karşılaştırmak zorunda hissettik kendimizi.

Önce belirtelim ki ilk yapılması gereken şey resmi kabulleri basına kapatmak yani bu tür sosyal etkinliklerin haber olmasını engellemektir.

İkincisi aynen Kraliçe şerefine verilen bu resmi kabulde olduğu gibi örneğin Cumhurbaşkanı’nın tüm konuklarla tek tek konuşmasına imkan verecek bir düzenleme şekli bulmaktır.

Üçüncüsü, bir resmi kabule 1500 kişi çağırmak gibi popülist tavırlardan vazgeçip ev sahibi kaç kişiyle ilgilenebilecekse sayıyı o kadarla sınırlı tutmaktır.









Yazarın Tüm Yazıları